“Bu dünya bazı karşılaşmaları kaldıramıyor. Büyük göçler, büyük kültürel karşılaşmalar demokratik düzen tarafından taşınamayan bir öyküyü karşımıza çıkarıyor. Diğer taraftan kapitalist düzenin kendi içinde ürettiği krizler, son enerji krizi, pandemiden sonra yaşanan ve Ukrayna savaşıyla birlikte karşımıza çıkan büyüme krizleri, bu büyüme krizlerine karşılık izlenen enflasyonist politikalar toplumların çeşitli katmanları arasındaki ayrışmaları daha da derinleştiriyor. Bu, lezzetli bir dünya değil.”
“Anti-Kürt tutum etrafında ortaya çıkan ve giderek büyüyen genel bir tavır var. Kimi siyasi aktörlerde bu çok kuvvetli, kimilerinde daha silik ama hepsinin ortak bir bağı var: Kürt meselesini -temsilini dikkate almadan- ekonomik gelişmeye, büyümeye, demokratik bir zıplamaya bağlayarak etnik niteliğinden sıyırmak… Kürtleri siyasal sistem içinde kendine has bazı taleplerde bulunan bir grup olmaktan çıkartıp liberal bir buharlaşmaya tâbi tutmak. Bu tavır demokrasiyi ilkesel açıdan tıkıyor ve bundan sonra da tıkayacak gibi gözüküyor.”
“Bütün bu yasak ve adli tedbirler bize iki şey söylüyor. İlki kimlikçiliğe kuvvetli bir geri dönüş ve bir tür kimlikçilik üzerinden muhafazakâr kesimin tahkimatını arayan bir tutum. Halkın şikâyeti, halkın istememesi, alkol festivali gibi vurgular bu anlamda AK Parti tarafından araçsallaştırılan hususlar. İkincisi ise yasakçılık. Yasakçılık bir hükümranlığa doğru gidiyor. Bu, kültürel bir hegemonya arayışının ifadesi aynı zamanda. Burada, otoritarizmden totalitarizme doğru açılan kapılar var.”
“AK Parti gerek temsil bakımından gerek siyasi iddiaları bakımından büyük sağ metaforlara geri dönen, hatta İslami dilden bile kopup sağcı devletçi bir muhafazakârlaşma yaşayan siyasi parti konumundadır. Bu çerçevede her gün küçülmekte ve destek kaybetmektedir.”
“Refah Partisi döneminde dönemin başbakanı Erbakan’ın dinin siyasetle çok iç içe girdiği anlamını verecek kimi adımlarının ne tür sonuçlar doğuracağına dair sorular sorulurdu. Bu soruya verilen yanıtlardan bir tanesi şuydu: ‘Eğer siz din dışında kalarak, siyaseten hata yaparsanız o sizin siyasetinize atfedilir. Ama siz siyaset ile dini çok iç içe sokarak din adına siyaset yapar ve burada hata yaparsanız bu dine zarar verir’. Bu bakış tarzı üzerinden İslami kesim içerisinde laiklik prensibinin çok dolaylı şekilde savunulduğu çerçeve her zaman olmuştur. Bunun en öndeki taşıyıcılarından biri her zaman Abdullah Gül’dü.”