Her şey, başka hiçbir şekilde anlaşılması mümkün olmayacak şekilde gözümüzün önünde gerçekleşiyorken, sanki bunun tam tersi oluyormuş gibi ‘yorum’ yazanlar, hakikatin değil duymak istediğinin peşinde olan ve dolayısıyla yapılanı kendisine bir saygısızlık olarak görmeyen okurlara güvenerek yapabiliyorlar bunu.
Geçen yıl seçim kampanyasında Ermeni soykırımını tanıyacağı vaadinde bulunan Biden’ın 1915 için “soykırım” diyecek ilk başkan olup olmayacağını öğrenmeye 48 saat kaldı. Ankara, önümüzdeki 48 saat içinde Washington ile ilişkilerini tekrar stratejik ortaklık rayına oturtacağının sözünü verirse, Ermeni diasporasının bir kez daha hayal kırıklığına uğradığını görmek mümkün.
Maliye-Merkez arasındaki o protokole 2017’de neden gerek duyulmuştu? Başında Berat Albayrak’ın bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı, MB rezervlerine ‘erişim’e neden ihtiyaç duymuştu? O rezervleri ne amaçla kullanmayı planlıyordu? Bu soruya bilgili, güvenilir ekonomistlerin verdiği cevaplar, bir ülkede iktidarın şahsileşmesinin ürkütücü sonuçlarından birine işaret ediyor.
11 yaşındaki Hakan Dağdeviren, “T Hücreli ALL” hastası, yani akut kan kanseri. Halen Eskişehir Osmangazi Üniversitesi hastanesinde yatan ve kemik iliği nakli bekleyen Hakan, ne yazık ki -mevzuata uygun bir yargılama yapılsaydı beraat etmesi gereken fakat şimdi hükümlü olarak cezaevinde olan- annesine en çok ihtiyacı olduğu bir anda yapayalnız. Mesele merhamet değil, sadece ve sadece adalettir.
104 amiral hadisesinde başlangıçtaki hararetle gelinen nokta arasındaki mesafe çok büyük. Başlangıçtaki iri laf sahiplerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘sakin’ konuşmasından sonra mahçup olma ihtimali yüksekti, nitekim öyle oldu. Yani: Mesele ne kadar “Cumhurbaşkanımız bu meselede bundan başka bir tepki vermez” dedirtecek netlikte görünürse görünsün ‘Reis’in pragmatizmini düşünmekte ve ihtiyatlı olmakta fayda var.