Avrupa’nın güvenlik ortamı, geçtiğimiz yıllarda köklü bir dönüşüm yaşadı. Ukrayna savaşı sonrasında, bir zamanlar Rusya’yı da kapsayan bir güvenlik düzeni fikri, yerini Moskova’yı kesin bir şekilde düşman olarak konumlandıran bir yaklaşıma bıraktı. Benzer şekilde, Gazze’deki savaş ve Suriye’de Esed rejiminin yıkılması, Avrupa’nın doğusunda ve güneyinde jeopolitiği temelden değiştirdi.
Bu tür dönüşümler, Avrupa’nın güvenliğini daha geniş bir perspektiften ele almayı ve AB ile AB üyesi olmayan, ancak NATO’ya üye Avrupa ülkeleri arasındaki boşluğu dolduracak yeni bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Bu nedenle; Türkiye, Birleşik Krallık, Norveç ve AB arasında sağlam temeller üzerine kurulu bir dış politika ve güvenlik diyaloğu kaçınılmaz bir hal alıyor. İlerleyen süreçte bu diyalog, Ukrayna gibi AB ve NATO üyesi olmayan Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
Avrupa’nın güvenliği söz konusu olduğunda, Rusya hâlâ en yakın tehdit olarak varlığını sürdürüyor. Dahası, Avrupa’nın, Moskova’ya karşı şekillenen güvenlik düzenini Türkiye’yi dışlayarak inşa etme lüksü bulunmuyor. Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu, Rusya-Batı çatışmasında birbirinden bağımsız bölgeler değil; aksine, tek bir stratejik bütünün parçalarıdır. Türkiye ise bu bölgelerin her birinde kritik bir konumda bulunmaktadır.
Olumlu Adımlar
Stratejik açıdan bakıldığında, son dönemde Türkiye-Avrupa ilişkilerinde önemli ve olumlu gelişmeler kaydedildiğini görüyoruz. Ekim ayında Berlin, Ankara’ya, Türk denizaltıları ve fırkateynlerinin modernizasyonu için gerekli malzemelerin de yer aldığı kapsamlı bir silah ihracatı paketini onaylama kararı aldı.
Kasım ayında ise Berlin, uzun süredir beklenen bir adım atarak, nihayet Türkiye’ye Eurofighter jetlerinin satışına yönelik vetosunu kaldırdı. Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz’deki gerilimin azalması ve son dönemde Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu gelişmeler, dış politika ve güvenlik alanlarında daha verimli bir diyalog ortamı oluşmasına zemin hazırladı.
Doğu Akdeniz krizi, AB ile Türkiye arasındaki en çetrefilli dış politika meselesi haline gelmişti. Üstelik Ankara’yı Atina, Lefkoşa ve Paris’e karşı bir pozisyonda konumlandırıyordu. Gelgelelim ilişkilerin istikrarlı bir şekilde düzelmesi ve Ağustos ayında AB’nin, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Gymnich toplantısına (AB dışişleri bakanlarının her altı ayda bir düzenlediği gayriresmî buluşma) davet etmesi, ilişkilerdeki atmosfer değişikliğini ortaya koydu.
Rusya’yla İlişkiler
Bahsettiğimiz nispeten olumlu gelişmelere rağmen, ortada anlamlı bir dış politika ve güvenlik diyaloğu olup olmadığını test edebilecek, hatta bunu potansiyel olarak engelleyebilecek çapta sorunlar önümüzde duruyor.
Bu sorunların başında, AB ve Türkiye’nin dünyadaki büyük güç rekabetine, özellikle de Rusya ve Çin’e nasıl yaklaştıkları geliyor. Avrupa için Rusya, özellikle de Ukrayna savaşı bağlamında, daha acil bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Son yıllarda Ankara ve Moskova, aynı anda hem daha yakın ilişkiler kurdu, hem de yoğun bir rekabet içine girdi. İki ülke son dönemde Suriye, Libya, Dağlık Karabağ ve Ukrayna olmak üzere dört jeopolitik mücadele sahasında karşıt taraflarda yer aldı. Libya ve Dağlık Karabağ’da üstünlük sağlayan Türkiye, ana destekçileri Rusya ve İran olan Esed rejiminin düşüşüyle Suriye’de de yeniden üstünlüğü ele geçirdi.
Moskova, Ukrayna’ya karşı geniş çaplı bir işgal başlattığında Türkiye, boğazları savaş gemilerine kapatarak Rusya’nın Karadeniz ile Akdeniz arasında askeri varlıklarını hareket ettirme kapasitesini azalttı.
Silahlı insansız hava araçları da dahil olmak üzere Kiev’e askeri teçhizat sağlayan ilk birkaç ülke arasında yer alan Türkiye daha sonra Ukrayna donanmasına için iki korvet gönderdi. Buna karşın, Polonya gibi ülkeler hariç, birçok Avrupa devleti Ukrayna’ya ağır silah desteği sağlama konusunda başlangıçta tereddüt gösteriyordu.
Öte yandan Ankara, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmayarak savaşın erken safhalarında diplomatik bir çözümü savundu; ancak barışı sağlama girişimleri sonuç vermedi. Türkiye’nin aksine Avrupa ülkeleri, Rusya ile yapılacak bir anlaşmaya çok daha eleştirel yaklaşıyor.
Dolayısıyla, Türk-Rus ilişkilerinin özünde rekabetçi, hatta çatışmacı olduğunu söyleyebiliriz; ancak bu durum, iki ülke arasında iş birliğini dışlamaz.
Diğer taraftan, ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya ve Ukrayna savaşına yönelik tutumlarında gerçek bir ayrışma yaşanma ihtimalinin söz konusu olduğu bir dönemde, Türkiye, Avrupa ve Birleşik Krallık arasında diyalog ve iş birliği her zamankinden daha hayati bir hal alıyor.
Türkiye, Rusya’nın Avrupa’nın güvenliğini tehdit ettiği başlıca bölgelerin neredeyse tamamında (Karadeniz, Batı Balkanlar ve Doğu Akdeniz) önemli bir aktör. Esed rejiminin çöküşü, Rusya’nın Tartus’taki deniz üssünün geleceğini belirsizleştirdi. Bu durum, Türkiye’nin boğaz trafiğine getirdiği kısıtlamalarla birleşince, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki konumunu daha kırılgan bir hale sokuyor. Bu nedenle, Avrupa’nın güneydoğu kanadında güvenliği artırmak adına Türkiye ile daha fazla iş birliği yapılması için doğru bir zaman olduğunu söylemek mümkün.
Diğer Güvenlik Sorunları
Türkiye ve Avrupa’nın Çin’e yönelik politikaları temelde çok da farklı değil. AB içindeki ayrışmalar, Çin’e ilişkin birleşik bir politika oluşturulmasını engelledi. Üstelik birçok Avrupa devleti, Çin’i çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan bir güç olarak görmüyor. Hem AB hem de Türkiye, Trump yönetimiyle Çin konusunda sorunlar yaşayabilir, zira AB de Türkiye de, Çin’le Trump’ın arzuladığı kadar çatışmacı bir pozisyonda yer almak istemiyor. Dolayısıyla, Çin meselesinin yakın zamanda Ankara ile Avrupa arasında bir ayrışma yaratması pek olası görünmüyor.
Bir diğer önemli soru, Türkiye ve Avrupa’nın ortak çevrelerinde iş birliğini mi yoksa rekabeti mi seçecekleridir. Son on yılda, Doğu Akdeniz’deki gerilimlerin de etkisiyle, her iki taraf birbirini ortak olmaktan çok rakip olarak görmeye başladı. Ancak ilişkilerin iyileşmesi ve Suriye’de düzenli bir siyasi geçişin gereklilik haline gelmesiyle birlikte, her iki taraf da ortak çevrelerinde iş birliğine daha müsait yollar aramalıdır.
Bununla birlikte, “çevre” kavramı yalnızca coğrafi yakınlıktan ibaret değildir. Daha ziyade, büyük güç rekabeti merceğinden ele alınmalıdır. Bu da, Türkiye, AB veya Birleşik Krallık’ın, çevredeki diyalog ve güvenlik iş birliğinden bahsederken, bu kavramı yalnızca Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu ile sınırlı olarak değil; aynı zamanda Güney Kafkasya, Orta Asya ve Afrika’yı da içerecek şekilde daha geniş bir perspektiften ele almaları gerektiği anlamına gelir.
Bu bölgeler, Türkiye’nin önemli bir rol oynadığı alanlar olduğu kadar, Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren ve hem Rusya’nın hem de Çin’in kayda değer bir varlık gösterdiği yerlerdir. AB’nin veya genel bir tabirle Batı’nın, Batı’nın dışında kalan alanlardaki bölgesel politikalarında nasıl bir duruş sergileyeceği, bu bağlamda büyük etkiler doğuracak. Bölgesel güçlerin küresel rekabet anlayışı, kendi bölgesel gerçeklikleriyle şekillenir. Onlar için kendi bölgesel mücadeleler ve ilişkiler, küresel düzeydeki büyük rekabetin bir yansıması veya örneğidir.
Fidan’ın son Gymnich toplantısına katılımı, AB ve Türkiye arasında dış politika ve güvenlik konularında daha iyi bir diyalog kurulabilmesi adına bir defalık olmaktan çıkarılmalı, sürekli bir süreç haline getirilmelidir. Türkiye, bu kararların alındığı masada yer almadıkça, AB’nin dış politika tercihleriyle uyum sağlaması muhtemel değildir.
Masada olmak, taraflar arasında uyum olacağını garanti etmez, zira her birinin farklı jeopolitik öncelikleri ve çıkarları bulunur. Ancak Gymnich toplantılarına katılım, daha düzenli ve sistemli bir dış politika ve güvenlik sürecinin ilk adım olmalıdır. Bu durum, Trump yönetiminin göreve başlamasıyla ortaya çıkacak belirsizlikler karşısında her iki taraf için de bir güven ortamı yaratacaktır.
Çeviren: Deniz Karakullukçu
Kaynak: https://www.chathamhouse.org/2025/01/trumps-inauguration-eu-and-turkey-must-finally-get-serious-about-security-cooperation