spot_img
Ana SayfaDış HaberÇEVİRİ | Ünlü filozof Nancy Fraser nasıl ‘cancel’landığını anlattı: "Almanya, Filistin'i desteklediğim...

ÇEVİRİ | Ünlü filozof Nancy Fraser nasıl ‘cancel’landığını anlattı: “Almanya, Filistin’i desteklediğim için misafir profesörlüğümü iptal etti”

Ünlü filozof, siyaset bilimci, feminist Nancy Fraser bu Mayıs ayında Köln Üniversitesi'nde Albertus Magnus kürsüsü profesörlüğünü üstlenecekti. Fakat sonbaharda Filistin yanlısı bir dayanışma mektubunu imzaladığı için üniversitenin rektörü Joybrato Mukherjee tarafından misafir profesörlüğü iptal edildi. Fraser, nasıl “cancellan”dığını ilk kez Alman gazeteci Hanno Hauenstein’a verdiği söyleşide anlattı: ABD’deki üniversitem New School faşizmden kaçan Alman akademisyenleri almıştı. Şimdi Almanya New School’un hocasını görevden alıyor. Bu hem New School'a hem de bana yapılmış bir hakarettir.”

HANNO HAUENSTEIN – Köln Üniversitesi sizi Albertus Magnus profesörlük görevinden aldı. Bunun anlamı ne?

NANCY FRASER – Profesörlük birkaç günlük bir ziyareti ve açık fikir alışverişine dayalı bir programın çatısı altında halka açık dersler vermeyi içeriyordu. İsrail ya da Filistin’le doğrudan ilgisi olmayan bir konu olan, kapitalist toplumda emeğin üç yüzü üzerine mevcut kitap projemden dersler vermeye karar verdim. Bu konferansları yazmak için çok çalışmıştım. Bu arada pahalı bir uçak bileti de almıştım.

HANNO HAUENSTEIN – Bana iptalin nasıl gerçekleştiğini anlatabilir misiniz?

NANCY FRASER – Birkaç gün önce Köln’de bu etkinlikleri düzenleyen bir profesörden, Andreas Speer’den bir e-posta aldım. Bana üniversite rektörünün Kasım ayında “Filistin için Felsefe” bildirisini imzalamış olmamdan endişe duyduğunu ve pozisyonumu netleştirmemi istediğini söyledi. Bu ne yüzsüzlük diye düşündüm! Yani, Orta Doğu hakkındaki görüşlerimden ona ne ki? Ben özgür bir bireyim, istediğim her şeyi imzalayabilirim.

Öte yandan, aşırı çatışmacı olmak da istemedim. Bu yüzden cevap yazdım ve dedim ki, elbette Filistin ve İsrail hakkında pek çok farklı görüş var ve bir Yahudi olarak benim de yaşadığım acılar da dahil olmak üzere her tarafta pek çok acı yaşanıyor. Fakat üzerinde anlaşmazlık olamayacak bir konu var. Üniversite rektörünün üniversitenin web sitesinde yayınladığı, açık ve saygılı tartışmanın önemine ilişkin bir açıklamadan bir satır aktardım. Bay Speer’a dedim ki, lütfen sayın rektöre şundan emin olabileceği konusunda güvence verin: Açık ve saygılı bir tartışma söz konusu olduğunda bana kesinlikle güvenebilir.

Bunun konuya son noktayı koyacağını düşündüm. Ama aslında, sadece bir ya da iki gün sonra, rektörden daveti geri çekmekten başka çaresi olmadığını söyleyen doğrudan bir e-posta aldım. Mektupta açıkça, siyah beyaz olarak, bu mektubu imzaladığım ve sonraki yazışmalarımızda bunu reddetmediğim için iptal edildiğim yazıyordu.

HANNO HAUENSTEIN – Tartışmanın ana noktası neydi? Apartheid ve soykırım ifadelerinin kullanılması mı? Yoksa mektubun okuyucuları katılmaya davet ettiği İsrail kurumlarının boykot edilmesi mi?

NANCY FRASER – Gerçekten bilmiyorum çünkü daha detaylı bir açıklama gelmedi. Rektör bana, görüşlerini daha ayrıntılı olarak açıklayacağı bir telefon ya da görüntülü konuşma teklif etti. Buna cevap vermedim. Bu kamusal bir mesele. Hepimizin sesimizi duyurmamız gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla, bunu açıklığa kavuşturmak ona kalmış. Şu anda üniversitenin web sitesinde de bir açıklama var. Bana göre bunların çoğu sis perdesi gibi görünüyor. Bu yapılanlar üniversitenin kendi politikasının yanı sıra Albertus Magnus adıyla çağrıştırdıkları değerlerin de açık bir ihlalidir.

Bu değerler tam olarak akademik özgürlük, fikir özgürlüğü, ifade hürriyeti ve açık müzakere gibi değerlerdir. Bu sürecin neden bu değerleri ihlal etmediğine dair ileri sürülen karmaşık gerekçeler bana boş geliyor. Bu aynı zamanda üniversitedeki tüm insanlara ve dünyanın dört bir yanındaki akademisyenlere çok güçlü bir sinyal de gönderiyor: Belirli siyasi konularda belirli görüşleri ifade etmeye cesaret ederseniz, burada [Almanya’da] hoş karşılanmayacaksınız. Yani insanların siyasi ifade özgürlüğü üzerinde tüyler ürpertici bir etkisi var.

HANNO HAUENSTEIN – Bunun üniversite politikalarının ihlali olduğunu söylerken, yasal işlem başlatmayı düşünüyor musunuz?

NANCY FRASER – Bunu düşündüm. Şimdilik önceliğim bu değil. Yine de bunu göz ardı etmiyorum. Ancak her şeyden önce insanları, bu durumun bugün Almanya’da çok daha geniş bir eğilim haline geldiğini savunan pek çok kişinin ifade ettiği gibi gerçekten çirkin bir örnek olduğuna ikna etmek istiyorum. Alman üniversitelerinde ve sanat kurumlarında güçlü pozisyonlarda bulunan kişiler ve onları bu konuda kışkırtan Alman federal hükümetindeki kişiler iki kez düşünmelidir. Bu kişiler, siyasi özgürlük ve ifade özgürlüğüne ilişkin yaygın olarak kabul gören akademik – ve açıkçası anayasal – normları açıkça ihlal etmektedirler. Bu durum Alman akademisine büyük zarar verecektir.

HANNO HAUENSTEIN – Almanya’daki kamuoyu tepkisi ve program iptallerinin sadece yakın geçmişi göz önüne alındığında, bir şekilde iyi bir konumda olduğunuz görülüyor. Masha Gessen, Ghassan Hage, Judith Butler ve diğer birkaç kişinin yaşadıkları vakalar da mevcut. Bunların çoğu sizin gibi Yahudi. Bu konuda endişeli misiniz?

NANCY FRASER – Kendim için değilim. New York’ta oturuyorum ve New School’daki kendi üniversitemin başkanı Donna Shalala’nın “Albertus Magnus dehşete düşerdi!” diye başlayan son derece güçlü bir mektubu da dahil olmak üzere çok büyük bir destek aldıç

Dona Shalala ile konuştuğum zaman bana sadece faşizmden kaçan Alman akademisyenleri bireysel olarak kurtarmakla kalmayıp, aynı zamanda Almanya’da yok edilen eleştirel teori birikimini devam ettirmek amacıyla bir alan yaratan New School’un bir öğretim üyesini görevden alan bir Alman Üniversitesinin özellikle kendisini endişelendirdiğini söyledi. New School bu düşünce birikimine benim kişisel olarak yaptığım kadar katkıda bulunmuştur. Dolayısıyla bu hem New School’a hem de bana yapılmış bir hakarettir. Fakat çok daha önemlisi, akademik özgürlük normlarının ihlalidir.

HANNO HAUENSTEIN -Bunun bir eğilim ya da yönelim olduğunu düşünüyor musunuz?

NANCY FRASER – Evet ve bu konuda çok endişeliyim. Bunu Almanya’yı ve daha az ölçüde Avusturya’yı saran bir ateş olarak görüyorum. Bu çok tehlikeli bir şey. Ayrıca Almanların Yahudiliğin karmaşıklığını ve genişliğini, tarihini ve bakış açısını anlamalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. İsrail’e kayıtsız şartsız bağlılık yemini etme fikrine bir nevi imza atıyorlar, sanki Almanya’nın sorumluluğu buymuş gibi, İsrail devletine kayıtsız şartsız destek veriyorlar.

İsrail’in şu anda içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, İsrail’in yaptıkları Yahudiliğin bir tarih, bir bakış açısı ve bir düşünce bütünü olarak en önemli ve en değerli yönlerine karşı yapılmış bir ihanettir. Bunları söylerken Maimonides’in, [Baruch] Spinoza’nın, Sigmund Freud’un, Heinrich Heine’nin ve Ernst Bloch’un Yahudiliğini, bu insanların Yahudiliği anlama ve uygulama biçimlerini kastediyorum.

HANNO HAUENSTEIN – Bununla ne demek istediğinizi daha açık ifade edebilir misiniz?

NANCY FRASER – Bu [diğer, yani şu anda İsrail Devletinin gönül verdiği] Yahudilik geleneği, Yahudiliği sadece milliyetçiliğe değil, Gazze Şeridi’ni ayaklar altına alan ve temelde yok eden türden bir aşırı milliyetçiliğe indirgiyor. Bu arada, az önce Gazze için bir mektup daha imzaladım! Pişman değilim. İsrail’in “okul katliamına”, yani Gazze’deki okulların ve üniversitelerin yok edilmesine karşı bir mektup.

Bu katliamlarda yüzden fazla profesör öldürüldü. Dokuz üniversite rektörü katledildi. Size daha önce bahsettiğim kişilerin isimleri sadece üstte sıralandı, çok daha fazlası var. İsrail devletinin başkanlığı teklif edilen ve bunu reddeden Albert Einstein’ı düşünün. Bu insanlar, Yahudilikleri dolayısıyla dar bir kabile kimliğini değil, evrensel hakları savunmuşlardır.

HANNO HAUENSTEIN – Sizi eleştirenlerin bir kısmı sizin tamamen her yerden uzaklaştırılmadığınızı yalnızca düşüncelerinize saygı gösterilmediği ya da bulunduğunuz pozisyona itimat edilmemekle yüz yüze kaldığınızı söylüyor.

NANCY FRASER – Almanlar arasında, bunun sadece bir onursal paye olduğunu söyleyip geçiştirmek isteyenler var. Birçok Alman, hatta gazeteciler bile, akademik özgürlüğün gerçekte ne anlama geldiğine dair çok çarpık ve dar bir görüşü kabul etmeleri için sindirilmiş durumda. Sadece bir şeref ödülü olduğu ve gerçekten akademik olmadığı için bir şeyin elinizden alınabileceği argümanı saçmalıktan ibarettir.

Mesele şu ki, bu bir misafir profesörlük, akademik bir atama. Bu kürsünün geçmişteki tüm sahipleri gibi ben de akademik çalışmalarım için seçildim. Aksi takdirde yaptığım şeyin davet edilmeme nedeni olduğu fikri zaten akademik özerkliğin ihlal edildiğini söyler. Bu konuda hiçbir şüphe yok. Bu insanlara şunu söylemek istiyorum: Yahudiler hakkında derinlemesine düşünmek gibi bir sorumluluğunuz var. Sadece yanlış şekilde düşünüyorsunuz. Bu konuda başka bir şekilde düşünebilirsiniz.

HANNO HAUENSTEIN – Masha Gessen gibi eleştirmenler, Almanya’nın son yıllarda İsrail’e yönelik “Staatsräson” (varoluş nedeni) yorumunun Alternative für Deutschland Partisi (AfD) gibi aşırı sağcılara yardımcı olduğunu söylüyor. Siz buna katılıyor musunuz?

NANCY FRASER – Özellikle AfD hakkında yorum yapamam. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde Hıristiyan Evanjelik sağın Susan Neiman’ın deyimiyle filozofik McCarthyciliğinin kendi versiyonuna sahip olduğunu söyleyebilirim. Ve bu geleneğin kendi içinde son derece antisemitik olan teolojik bir gerekçeleri var. Ancak Almanya’da beni en çok endişelendiren şey AfD değil.

HANNO HAUENSTEIN – Nedir?

NANCY FRASER – Sağ görüşlü merkezcilik, kamuoyunun esas ağırlığı burada yatıyor. Bana göre açıkça sahte olan argümanlarla kolayca yönlendirilebiliyor. Beni davet etmemekle kimsenin akademik özgürlüğü ihlal etmediğini, sadece benim sahip olduğumu düşündükleri görüşlere sahip bir kişiyi onurlandırmamayı seçtiklerini iddia eden argüman gibi.

HANNO HAUENSTEIN – “Filistin için Felsefe” bildirisi ile Köln’de vermeniz gereken konferans dizisi arasında daha derin bir bağlantı olmadığını söylediniz. Peki bildiride takındığınız tavır ile akademik yazılarınız arasında bir bağlantı olmadığını da söyleyebilir misiniz?

NANCY FRASER – Birden fazla şapka takıyorum. Teorik çalışmalar yapıyorum. Ara sıra bir vatandaş olarak bildiri imzalıyorum. Bunların doğrudan bağlantılı olması gerektiğini düşünmüyorum. Yine de zaman zaman daha ajitatif veya propagandist bir tarzda yazıyorum. Buna en iyi örnek Cinzia Arruzza ve Tithi Bhattacharya ile birlikte yazdığım %99 İçin Feminizm: Bir Manifesto kitabı olabilir. Her birimizin kendi çalışmalarında geliştirmekte olduğu fikirleri aldık ve bir nevi harmanladık. Bu kitap, belli bir tür kurumsal neoliberal feminizmin aksine, yüzde 99’un, kadınların, erkeklerin ve çocukların çıkarlarını gözeten feminist aktivizm için nasıl yeni bir yol çizilebileceğine dair bir manifesto niteliğindeydi. Dolayısıyla akademik fikirlerimi popülerleştirmeye çalıştım ama Ortadoğu üzerine hiç yazmadım. Büyük bir uzmanlığım yok ama düşünen, okuyan bir yurttaşım. Ve bir Yahudi olarak, “NION” gibi kamusal ve ortak duygulara ve toplumsal hareketlere karşı özel bir sorumluluk hissediyorum.

HANNO HAUENSTEIN – Çünkü Gazze’de yapılanlar bir dereceye kadar Yahudi halkı adına yapılıyor, öyle mi?

NANCY FRASER – Kesinlikle. Ayrıca antisemitizm suçlamasının araçsallaştırılması, hatta silah haline getirilmesi söz konusu. Bu, İsrail hükümetinin mevcut gidişatını kınarken, Filistinlilerin ve her yerdeki Yahudilerin durumunu iyileştirmek için bir rota değişikliğini savunduğumuzu düşünen insanlara çok yanlış ve haksız bir şekilde dayatılıyor.

HANNO HAUENSTEIN – Bu kulağa oldukça onurlu bir yaklaşım gibi geliyor. Ancak Almanya’da Bundestag (parlamento), İsrail kurumlarına yönelik boykotları antisemitizm örneği olarak ilan eden bir kararı kabul etti. Almanya’da pek çok kişi bu tür boykotları 1930’larda Alman Yahudilerine karşı yapılan tarihi boykotlarla ilişkilendiriyor.

NANCY FRASER – Bu ilginç bir ilişkilendirme. Nitekim o dönemde gayrimeşru militarist katliamlar yapan bir Yahudi devleti yoktu. Çok daha iyi bir paralellik, güçlü bir akademik boykotun, spor boykotunun ve kültürel boykotun olduğu ve ekonomik boykotla birlikte apartheid’ın sona ermesine yol açan bir etkiye sahip olan Güney Afrika örneği ile kurulabilir. Bu arada, Almanlar Yahudileri sadece boykot etmediler. Onları kovdular, topladılar, kamplara gönderdiler ve öldürdüler. Burada bunların hiçbiri yaşanmıyor.

HANNO HAUENSTEIN – Köln konferans serinizi başka bir yerde yapmayı planlıyor musunuz?

NANCY FRASER – Başka yerlerde de yapacağım! Bu, iki yıl önce Berlin’de verdiğim bazı derslerin genişletilmiş ve gözden geçirilmiş yeni bir versiyonu. Artık elimde sunmaya can attığım pek çok yeni materyal var. Üniversitem New School bir etkinlik düzenliyor. Ayrıca Almanya’nın başka yerlerinde de “İşte onların yapmadıkları” etiketi altında ders vermem önerildi: “Köln’de duymanızı istemedikleri şey işte bu!” gibi afişler düzenleniyordu.

HANNO HAUENSTEIN– Bazı Alman profesörler sizinle dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler. Almanya’daki insanların bu konulardaki fikirlerinin değişebileceğine inanıyor musunuz?

NANCY FRASER– Bu konuda bilinçli bir görüşe sahip olmak için sahaya yeterince yakın değilim. Fakat içimdeki his bu ateşin söneceği yönünde. Benim olayım mı, bir sonraki mi, yoksa ondan sonraki mi, bunu söyleyebilecek durumda değilim. Bu konuda artan bir huzursuzluk var. En azından New York’taki insanlar bunu böyle görüyor.

HANNO HAUENSTEIN – Meslektaşlarınız Almanya’ya bakıyor ve kendilerine soruyorlar: Neler oluyor öyle?

NANCY FRASER – Akademisyenler ve sanatla uğraşan insanlar arasında kesinlikle bu gözle bakılıyor. Gazetecilikte de durum böyle özellikle Gessen vakası çok geniş bir şekilde haberleştirildiğinden beri. Ve Butler’ın Adorno Ödülü’nden mahrum bırakılmasına yönelik gecikmiş girişim – tüm bunlar çok tartışılıyor. En azından sanatta, akademide ve gazetecilikte insanlar çok rahatsız, dehşete düşmüş ve aynı zamanda öfkeli durumdalar. Bu durumdan mağdur olan pek çok Filistinli ve etnik Arap olduğu gibi, önde gelen Yahudiler de var. Bu durum, “siz kim oluyorsunuz da bize Yahudi halkını desteklemenin ne anlama geldiğini söylüyorsunuz?” hissini de uyandırıyor.

HANNO HAUENSTEIN – Kendinizi daha önce filosemitik antisemitizm olarak tanımladığınız şeyin bir kurbanı olarak görüyor musunuz?

NANCY FRASER – Sanırım evet, öyle görüyorum. Almanya’nın Holokost’taki özel sorumluluğu yüzünden üzerimi çiziverdiler. Bu sorumluluğun Yahudilere karşı da sorumluluk gerektirdiğini varsayıyorum. Ama tabii ki bu sorumluluk İsrail’de hangi hükümet iktidardaysa onun devlet politikalarına katılmaya zorunluluk olarak indirgeniyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde bizim için McCarthycilik güçlü bir kelimedir. Sözde Yahudiler (ve komünistler) için çalıştığınız bahanesiyle insanları susturmanın bir yoludur.

HANNO HAUENSTEIN – Bunun nereden kaynaklandığını düşünüyorsunuz?

NANCY FRASER – Bu basitçe öylece normalleşiverdi. Almanya’da insanlar akademik özgürlük ve ifade özgürlüğünün ne anlama geldiğine ve demokratik siyasi özgürlüklerin ne olduğuna dair oldukça dar bir bakış açısını kabul etmeye başladılar.

HANNO HAUENSTEIN– ABD ve Almanya son altı ayda İsrail’e destek ve silah sağlayan en önemli iki tedarikçi oldu. Bu durum Almanya’ya bakışınızı nasıl etkiliyor?

NANCY FRASER– Burada baş suçlu Amerika Birleşik Devletleri. Almanya’yı bu işin dışında tutmuyorum ama gerçekten de [İsrail’in] politikalarını kimin finanse ettiğini önemsiyorsanız, buradaki esas hedef ABD’dir. Fakat hayatımda ilk defa ve sanırım hiç olmadığı kadar Filistin konusunda dengeli bir kamusal tartışmanın olduğunu söyleyebilirim. Filistinlilerin sesleri kamusal alanda duyuluyor. İsrail politikasını eleştiren sol Yahudi örgütleri de dahil olmak üzere örgütler kamusal alanda seslerini yükseltiyorlar.

Joe Biden büyük bir baskı altında. Yardımların kesilmesi konusunda daha sert konuşuyor ve ateşkes çağrısında bulunuyor. Bunun gerçek bir yardım kesintisine ya da yardımın şarta bağlanmasına dönüşüp dönüşmeyeceğini, Kongre’deki Demokratların bu konuyu zorlayıp zorlamayacağını göreceğiz. Ancak en azından Amerikan hükümetinin açık askeri yardım musluğu siyasallaşmış ve tartışmalı hale gelmiştir.

Almanya’da da böyle bir şeyin gelişmesini umuyorum. Filistin meselesinin ve İsrail devletinin tutumunun, en azından antisemitizmle suçlanmadan ya da üzeriniz çizilmeden tartışabileceğiniz kamusal bir mesele haline gelmesini temenni ediyorum.

Kaynak: https://jacobin.com/2024/04/nancy-fraser-germany-palestine-letter

Çeviri: Hasan Ayer.

- Advertisment -