Hemen hemen tüm yazıların eksik bir yanı kalıyor. Anlatılmaya layık olduğunu kuvvetle hissettiğim hâlde anlatılacak bağlamı yakalayamadıklarım, doğruluğu hakkında şüpheli olduğum olguların enteresan sonuçları, defalarca başka kişiler tarafından yazılıp çizilmiş ama hâlâ önemli olan fazla tekrar kısımlar vs. Elim gitmiyor, yazmadan bırakıyorum. Ama bu yazının eksikliğinin hepsinden fazla olacağını sanıyorum. Çünkü ucundan bucağından azıcık Doğu Perinçek ve Vatan Partisinden bahsetme niyetindeyim. Ne engin bir denizde bir şeyler anlatmaya çalıştığımı siz takdir edin artık!
Geçen hafta 22 Ocak 2020, Cuma günü bir haber düştü medyaya: “Vatan Partisi’nde 108 kişi partide ‘lider fetişizmi’ yapıldığını ileri sürerek istifa etti.” (https://t24.com.tr/haber/vatan-partisi-nde-108-kisi-partide-lider-fetisizmi-yapildigini-ileri-surerek-istifa-etti,928277)
Haber beni 20 küsur yıl önceye götürdü. O zamanki adıyla “İşçi Partisi-İP” üyesi, çok sevdiğim iki arkadaşımın düğününe gitmiştim. (Şimdilerde pek anlaşılamayan bir konu olabilir bu, siyasî görüşlerini paylaşmadığınız insanlarla iyi anlaşmak meselesi bu arada.) Hatırladığım kadarıyla en fazla 100 kişilik bir düğündü. Her türlü düğünde görmeye alışık olduğumuz “ortada koşuşan çocuklar” arasında birkaç tane Doğu isimli erkek çocuğu ve birkaç tane de Şule isimli kız çocuğu vardı.
Siyasî aidiyet konusunda ciddi sorunu olan birisiyim. Bir partiye, bir lidere bağlanmak bünyeme yabancı. Zaman zaman birkaç seçim boyunca aynı partiye oy verdiğim oldu ama hiçbir zaman gerçek anlamda bir bağlılık hissedemedim. Gündelik hayattaki gelgitleri saymasak bile, her seçim yeni bir heyecan anlayacağınız. Kime neden oy vereceğimi epey düşünmek zorundayım her zaman, çoğunlukla da oy vermemenin hiç mi hiç istemediklerimi desteklemek manasına gelebileceğini düşünerek gidip o “değerli” oyumu en az beğenmediğim için kullanıyorum. Huysuz kararsızların tipik davranışları işte…
Düğündeki bu, çocuğuna liderin ve hattâ lider eşinin ismini verme eğilimi, bu nedenle de olsa gerek, beni çok şaşırtmıştı. Gerçi taşra kökenli biri olarak, çocuklara dedelerin, anneanne babaannelerin vs isimlerinin verilmesine aşinayım. Artık çok görülmese de, bunu gayet makûl bulacak kadar da taşralıyım tabii. Ayrıca lider isimlerinin verildiği birçok insanla da tanıştım. Mustafa Kemal adında üç arkadaşım oldu, Ata’lar, Adnan’lar var, Bülent’ler ve hattâ Bülent Ecevit’ler bile var. Günümüze yaklaşırken, bizzat tanışmamış olsam bile, orada burada okuduklarımdan Recep’ler, Tayyip’ler de olduğunu biliyorum. Bir gazete haberinden hatırladığım Recep-Tayyip-Erdoğan üçüzleri bile vardı. Dolayısıyla Doğu’lar da olabilir tabii, sevgili eşleri Şule’ler niye olmasın?
Yine de 2000’li yıllara doğru giderken küçük bir örneklemde kendine “sol” ve hattâ “devrimci” diyen, dolayısıyla bu zihniyete yabancı olmalarını çaresizce beklediğim bir toplumsal grupta bu tip bir isim verme pratiği beni çok şaşırtmıştı.
Yukarıda bahsettiğim haberde de, istifa eden 108 partilinin arasında Doğu isimli iki kişi vardı; her ne kadar bu kişilerin yaşlarını, kim olduklarını pek öğrenemediysem de, bunların ikinci kuşak partililer arasında yer alan ve liderin isminin verildiği üyeler olduklarını düşündüm.
Doğu Perinçek 1942 doğumlu. 1970’lerin başlarından itibaren siyaseten aktif ve hep bir grubun ya da partinin başkanı. Türkiye İşçi Köylü Partisi, Sosyalist Parti, İşçi Partisi ve günümüzde de Vatan Partisi Genel Başkanı. Yani nereden baksak 50 yılı aşkın bir siyasî hayat. Ve neredeyse tamamını “lider” olarak geçirmiş. Olumsuz anlamda tipik bir “solcu”; yani kendisini öyle tanımlıyor, yaptıklarından, ettiklerinden ve fikirlerinden bağımsız olarak, o bir “solcu” ve hattâ “devrimci”. Üstelik, bir “sorgulanamaz lider”. Belki lider kelimesi eksik kalır; Türkiye tarihinde “ulu önder” sıfatını en çok hak eden ikinci kişi partililer nezdinde. Eee, insan hem ulu hem de önder olunca, mutlaka “hainler”le çevrili oluyor tabii.
Haberde, 108 Vatan Partilinin açıklamasında şöyle ifadeler geçiyor:
… Toplantıda Merkez Disiplin Kurulu üyelerinin içine düşürüldükleri durum hazindir. “Entrikacılıkla”, “komploculukla”, “ahlaksızlıkla”, “Parti düşmanlığı yapmakla” suçlanan bazı üyelerin özür üzerine özür dilemeleri, adeta yemin billah ederek Genel Başkan’a bağlı olduklarını söyleyerek sergiledikleri davranış üzücü olmanın ötesinde utanç vericidir.
Yaşananlar, devrimci bir partide “Parti ve lider fetişizmi”nin insan aklını nasıl dumura uğrattığının ve bir siyasi partinin nasıl intihar ettiğinin resmidir.
… Kendi üyelerinin hukukunu savunamayan bir Parti, başkaları için, halk için, ülke için hiçbir şey yapamaz.
Bütün bunlardan dolayı bir devrimcinin Vatan Partisi saflarında yapacağı bir şey de kalmamıştır.
Bu komediye artık bir son vermek gerekiyor…
Bu komedinin ne zaman başladığını bilmiyorum, ama ben de bu partiyle ilgili aynı kelimeyi kullanırdım, bu partinin, diyelim ki, son 30 yılını hayretle izlemiş biri olarak. Hayretimi saçma bulabilirsiniz, kimden ne bekliyorum diye. Ama inanın ki, her insan en açık hakikat karşısında bir an uyanabilir gibi geliyor bana. Bu kadarını kimseden esirgememek gerek. Hepimiz herhangi bir şeyi geç de olsa anlayabiliriz, bir yerinden acı gerçeklere çarpmamız her zaman ihtimal dahilindedir.
İP, sonrasında VP, bildiğimiz milliyetçi reflekslere sahip, üzerimize Türk bayrakları sallayan, Kürtlerle ilgili “siyaseten doğru” olmayı bile umursamayan, sabit ama her nedense üyeleri tarafından “devrimci” addedilen partilerdir. Herhangi bir evrensel kavramı ya da fikri hakkıyla tartışabildiklerini gören olmamıştır. Partililer ile olan tesadüfî karşılaşmalarımda sorabildiğim her soruya cevap vermek yerine emperyalist güçler tarafından kandırıldığım, ayrıca Doğu Perinçek’in bu sorulara çoktan vermiş olduğu cevapları anlayamamış olduğum bana hatırlatılmıştır. Makûl basit cevapları ara ki, bulasın!!!
Doğu Perinçek’in son yıllarda AK Parti evrensel demokratik ilkelerden uzaklaştıkça girdiği “aşırı muhabbet” de, tabii ki, AK Partinin bu sabiteye yaklaşması ve hattâ bu kendinden menkul hakikati VP’nin elinden alıvermesindendir. Kendisi artık sık sık ekranlarda boy göstermekte, şahsında somutlaştırdığı VP’li olmanın tipik refleksiyle en ufak bir karşı çıkışta parmağını sallayıp en hafifi “terbiyesiz” olan ithamlarla karşısındakilere haddini bildirmektedir. Muhtemelen bu betonlaşmış düşünce biçimini parti içinde de en katı haliyle beklemektedir. Herhangi bir itiraz yolunun açılması, azıcık da olsa farklı düşünme imkânının o büyük ama içini kimsenin doldurma gayretine girmediği “tuhaf gerçeklik”e dokunması ihtimali, başta lider olmak herkeste bir terör hissi yaratmaktadır belki. Sonrasında gelsin hainler, gitsin komplocular… Artık 2 kere 2’nin kaç ettiğini bile gidip parti dokümanlarından öğrenmeniz gerekebilir. Bir yanlış olmasın, partinin görüşüne aykırılık olmasın tabii. Zaten komplocu hain olmamak için mecbursunuz bir yerde.
Bu arada madem Pazar yazısı, madem eğleniyoruz, Birikim dergisinin 1996 yılı Ocak sayısında “Postdüşünürler Yanılmaz” yazısında ilk kez okuduğum ve iktidarın diğer ortağı, aritmetik sever Bahçeli’ye parmak ısırtacak şu İP hesabını anlatan kısmı da buraya almak isterim: “…İP’nin seçimden binde 2.2’lik bir oy alması üzerine hiçbir yanılmışlık emaresi taşımadan konuşan, “yanılmazlık” postundaki Perinçek’in postnişi Hasan Yalçın buyurmaktadır ki: “İP oylarının belki de bin misli büyüklükte bir kitleyi kendi programı üzerinde düşündürttü.” Hamasete takılmayın, zavallı matematiğin başına gelene bakın! Binde 2.2’nin bin misli… yani seçmenlerin iki katı. Matematik, bu 1=2’ye benzeyen hakikat formülü karşısında sus pus olmak zorundadır…”
“Ama neden?”, “peki nasıl?” gibi hain soruları sormanın yasak olduğu “solcu” ve “devrimci” partimizin konfor alanı sonsuzdur. Matematik bile burada ince ve gereksiz bir detay gibi kalakalır. Artık, sonunda, nihayet, bundan rahatsız olan partililer çıkıyor demek ki. İnsan aklı için küçük, partililer için büyük bir adım…