Ana SayfaManşet20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler - ikiyüzlüler

20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler – ikiyüzlüler

Batı’nın geçmiş ırkçılık-ulusçuluk günahlarını “İşte Batı bu” diye manşetlere çekenler, orada olup da burada olmayana, yani onların kendi günahlarıyla yüzleşme cesaretine bir sütunu bile çok görüyor. Bu ikiyüzlülüğün yeni vesilesi, Kanada’da, 1890-1970 arasında ‘medenileştirilmek’ üzere ailelerinden kopartılıp Kilise okullarında eğitilen yerli çocukların cesetlerinin fışkırmaya başladığı kilise bahçeleri.

Kanada bugünlerde kilise bahçelerinde bulunan yüzlerce yerli çocuk cesedinin utancını yaşıyor.

Sahne 28 Mayıs’ta açıldı. Serbestiyet haberi şöyle duyurdu:

“28 Mayıs günü, insan hakları ve demokrasi standartları açısından dünyanın en ileri ülkelerinden Kanada’dan gelen bir haber tüm dünyayı sarstı. British Columbia eyaletindeki Kamloops Yatılı Okulu’nun bahçesinde detektörlerle yapılan aramada 215 çocuğun kalıntıları bulunmuştu. Yaşları üçe kadar inen bu çocuklar asimile edilmek için bu yatılı okullarda toplanmış Kanada’nın yerli halklarının çocuklarıydı.”

Üzerinden bir ay bile geçmeden ikinci haber geldi:

“Kanada’da yerli çocuklarını asimile etmek için 20. yüzyıl boyunca açık kalan yatılı okullardan biri olan Marieval Yatılı Kilise Okulu’nun bahçesinde 751 çocuğa ait ceset kalıntıları bulundu.”

Bu büyük ulusal trajediye dair son gelişme 30 Haziran’da yaşandı:

“Kanadalı yerli çocuklarını ‘medenileştirmek’ için onları ailelerinden kopartıp ‘eğiten’ Katolik yatılı okul bahçelerinden çıkan çocuk cesetlerinin sayısına dün (30 Haziran) 200’e yakın yeni ceset daha eklendi.”

Son haber böyleydi ama devamının geleceği, hatta belki böyle daha onlarca haberin geleceği kesin. Haberlerin içinde kısa bir tur bu kesinlikte konuşmayı mümkün kılıyor (böylece nasıl bir zalimlikle karşı karşıya olduğumuzu da anlayabileceğiz):

“Kanada’da yüz yılı aşkın bir süre görev yapan ve ülkenin çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren bu yatılı okulların 150 bin çocuğa ev sahipliği yaptığı tahmin ediliyor.

“19’uncu yüzyılın sonlarına doğru kurulup varlıklarını 1970’lere kadar sürdüren bu yatılı okulların amacı Kanada’nın yerli halklarının çocuklarını ‘medenileştirmek’ti.

“Kanada’daki yerel halkların çocukları için yatılı okula yolculuk, resmi bir mektupla başlıyordu. Yerlilerin evlerine giden bir rahip onlara, çocuklarını bu okula göndermelerini ‘tavsiye eden’ resmi bir mektup veriyordu. Resmi mektuptaki tavsiyeye uymayan aileler hapis cezasıyla ve devlet yardımını kaybetmekle tehdit ediliyordu.

“Bu okulların yatılı olmasının tek bir sebebi vardı: Çocukların aileleri ve kültürleriyle temasını en aza indirmek. Çocuklar zorla ailelerinden alınıyor ve alındıkları evden, olabildiği kadar uzak bölgelerdeki bir okula götürülüyordu. Pek çok çocuk bu okullardan mezun olduktan sonra ailelerinin izini kaybediyordu.”

“Bir yüzyıl boyunca bu okullarda 3200 ile 6000 arası çocuğun öldüğü tahmin ediliyor.

“Ülke genelindeki 139 okulda yüzeyden yere nüfuz eden radar taramalarıyla başlatılan aramalarda yeni mezarlar keşfediliyor.”

Özür (2008) ve yüzleşme raporu (2015)

Aslında Kanada, pek çok devletin yaptığı gibi kendi tarihinin bu utanç verici dönemini inkâr edebilir, “kilise bahçelerindeki sözde yerli çocuk mezarları” konusunda özür gerektiren bir şey olmadığını durmaksızın dile getirebilirdi.

Fakat Kanada 2008’de bu tutumundan vazgeçti. 12 Haziran 2008’de Kanada Parlamentosu’nda düzenlenen, yerli temsilcilerin de katıldığı dramatik bir törende Kanada tarihinin bu utanç verici sahnesi için özür diledi. Öncesi de var: Kanada hükümeti bu politikanın hayatta olan kurbanlarına tazminat ödemeyi daha önce kabul etmiş ve bir de devlet ve kilise arşivlerinde araştırma yapma yetkisi ile donatılmış “Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu” oluşturulmuştu.

Başkanı yerli hâkim Murray Sinclair olan o komisyon, yedi yıllık bir çalışmanın ardından, 2015’te raporunu tamamladı ve açıkladı. O günlerde yayında olan Al Jazeera Turk, haberi şöyle duyurdu:

“Komisyon başkanı hakim Murray Sinclair, başkent Ottawa’da düzenlediği, yatılı okullarda kalmış ve bugün hayatta olan yerlilerin de katıldığı basın toplantısında, 1840-1996 yılları arasında faaliyette olan bu okullarda 5 bin 995 çocuğun hayatını kaybettiğini açıkladı. Sinclair, ‘Trajediyi anlatacak kelime yok. Yaşananlar için sadece özür dilemek yetmez. Eğitilecek diye anne-babalarının kollarından zorla alınan çocuklar, oyun bahçeleri yerine isimsiz mezarlara konuldular. Birçoğunun neden öldükleri, ölenlerin çoğununsa isimleri bile bilinmiyor’ dedi.”

Habere göre, raporda, federal devletin 1883 yılında “yerlileri çocukken yok edin” prensibinin uygulama merkezleri haline geldiği savunulmuş, okullara kaydedilen çocukların yüzde 24’ünün kısa süre sonra öldükleri belirtilmişti.

Kilise bahçelerinden fışkıran cesetler geç de olsa yüzleşmeye karar vermenin ürünü

İşte Kanada kiliselerinin bahçelerindeki yerli çocuk cesetlerinin bulunması, Kanada’nın geç de olsa tarihinin bu karanlık dönemiyle yüzleşmeye karar vermesinin ürünü…

Peki burada, bizim ülkemizde ne oldu? Kendine dönüp bakma, kendiyle yüzleşme erdemine sahip olmayanlar burada da öncekilerde olduğu gibi Batı’nın geçmişteki günahlarını iştahla görürken, bugünkü yüzleşme çabalarına gözlerini kapadılar.

‘Soykırım’ kelimesini şöyle serâzâd, ‘sözde’siz kullanma şansını geri çevirmeyenler mi istersiniz (“Kanada’da kilise okulları soykırım merkezi olmuş”); “Bir de utanmadan bizi soykırımla suçlarlar” diyenler mi istersiniz; Batı basınındaki çarşaf çarşaf haberleri görmezden gelip “Katliam Batı’da olunca üç maymun” diyenler mi istersiniz, hepsi vardı.

Aslında, düşünürseniz Kanadalılar bu tavırlarıyla bir anlamda kendileri için, kendi iyilikleri için bir şey yapıyorlar.

Ne mi demek istiyorum. Bunu, yıllar önce kaleme aldığım bir 1915 yazısından satırlarla anlatmak istiyorum:

“Suçun fail tarafından inkârı, bazı durumlarda suçun kendisinden bile daha yaralayıcı olabilir; böyle bir inkârla karşılaşan her mağdur, bütün enerjisini ‘inkâr’ın ‘ikrar’a dönüşmesi yolunda harcar; meğerki bütün yaşam enerjisini tüketerek bir kenara çekilmiş olsun…

“Böyle bir insanın başat duygusu kaçınılmaz biçimde ‘öfke’ olacaktır.

“Öte yandan suçu inkâr edenlerin, bu ‘öfke’nin asıl müsebbiplerinin kendileri olduğunu unutarak, öfkeden neredeyse hastalanmış bir insanı bu halinden dolayı suçlamaya kalkmalarında büyük bir ahlaki problem vardır.

“Affetmek, affedilenden çok affedene iyi gelir.

“İnkârı ısrarla sürdürenler ise kurbana ‘öfke’den başka bir duygu edinme fırsatı vermedikleri, böylece kendisine kötülük edeni affederek iyileşme imkânını dahi kurbanın ellerinden aldıkları için çok ağır bir sorumluluğun altına girmişler demektir.”

“İşte Batı medeniyeti bu” diyenler biraz da dönüp kendi medeniyetlerine bakabilseler keşke. Biraz da geçmişte o kötülükleri yapan Batı’nın bugün yaptıklarıyla yüzleşme çabasına…

- Advertisment -