Henüz #metoo hareketinin başlamasına altı yıl var.
14 Mayıs 2011 akşamı.
New York’un göbeğindeki lüks Sofitel Oteli’nin 2806 numaralı kral dairesinde yaşananlar ertesi gün bütün dünya medyasının manşetlerine çıktı.
Odada herkesin yakından tanıdığı bir isim kalıyordu.
62 yaşındaki IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, ya da ondan bahsedilirken kullanılan kısaltmayla DSK.
DSK’yı kamuoyu önce 68 gençlik hareketlerinde yer almış, Fransız sosyalist partinin gençlik yapılanmasında yetişmiş, Nobel Ekonomi ödülü alması konuşulan, televizyonlarda yıldızı parlayan sakallı, gözlüklü, ciddi bir solcu ekonomist olarak tanımıştı.
1981’de Mitterand’ın Fransa’nın ilk sosyalist cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle onun da kariyerinde yeni kapılar açıldı.
Önce halkla ilişkilerci olan ikinci eşi Brigitte Guillemette, sıkıcı solcu ekonomist görüntüsünü tümüyle değiştirdi.
Sakalını kesti, gözlüklerini çıkardı, şık takım elbiseler giymeye başladı.
1986’da 37 yaşında Sosyalist Parti’den parlamentoya seçildi.
Klasik bir Fransız sosyalisti gibi değildi.
80’lerde henüz yeni başlarda olan bilgisayar teknolojisiyle ilgilenen, satranç oynayan, seçim propagandası için klipler çeken, esprili, modern Amerikan tarzı bir profil çiziyordu.
1991’de Cumhurbaşkanı Mitterand’ın önerisiyle 41 yaşında ilk bakanlık koltuğuna oturdu.
Bu arada halkla ilişkilerci eşinin teşviğiyle, hattâ bizzat onun ayarladığı bir öğle yemeğinde tanıştığı, Fransa’nın meşhur televizyoncusu Anne Sinclair’le önce gizli aşk yaşamaya başladı; sonra ikisi de eşlerinden boşandı, evlendiler.
Kariyerinin zirvesi ise, Chirac’ın Cumhurbaşkanlığı ve sosyalist Jospin’in başbakanlığı sırasında 1997 yılında getirildiği Hazine Bakanlığı oldu.
İki yıl bu koltukta oturdu. Bütçe açığını kapattı, ülkeyi büyüttü, Avro’ya geçişe öncülük etti.
Fransız solunun gelecekteki lider adaylarından biri olarak görülürken, 2007 yılında sağcı Cumhurbaşkanı Sarkozy, onu IMF Başkanlığı’na aday gösterdi.
IMF başkanlığı sırasında 2008 finansal krizi patladı. Peş peşe ülkeler iflaslarını açıklıyordu. Onların imdadına da bir kurtarıcı olarak IMF’nin başkanı DSK koşuyordu.
Kurduğu iyi ilişkiler ve birikimiyle krizin aşılmasında öncü rol oynadı. Dünyanın “finans çarı” haline geldi.
Tabii dünya 1929’dan beri gördüğü en derin krizle çalkalanırken, kimse üç kez evlenmiş, dört çocuklu, yaşını başını almış IMF başkanının özel hayatıyla ilgilenmiyordu.
Para vermek için gittiği ülkelerde, otellerde onun için organize edilen özel partilerden henüz kimsenin haberi yoktu.
Ama IMF Başkanı olarak birlikte çalıştığı, altındaki evli bir uzmanla ilişkisi üzerine IMF’de başlatılan soruşturma, 2009’da Amerikan medyasına manşet olmuştu.
Üst düzey uzman olan kadın, DSK’yı pozisyonunu kullanarak kendisini ilişkiye zorlamakla suçladı, böyle birinin kurumun başında olmasının uygun olmadığını iddia etti, ama ortada bir şiddet, taciz, tecavüz suçlaması yoktu.
IMF Yönetim Kurulu da bir açıklama yaparak “olay üzücü, başkan ciddi bir hata yaptı” dedi, DSK, IMF yönetimiyle yaptığı toplantıda “işleri zorlaştırdığı için üzgün olduğunu” söyleyerek özür diledi ve zor zamanlardaki IMF başkanlığı görevine hiç bir şey olmamış gibi devam etti.
Yapılan yorumlarda da “Klasik bir Fransız erkeği işte” denip hınzırca gülünüp geçildi.
Bu olay popülaritesinden hiçbir şey kaybettirmedi.
2012’de yapılacak Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminde, popülaritesi hızla düşen Cumhurbaşkanı Sarkozy karşısında Sosyalistlerin en güçlü adayıydı.
Anketlerde ilk turda yüzde 34’le önde görünüyordu. İkinci turda ise Sarkozy karşısında yüzde 60 ile seçimi alacağına kesin gözüyle bakılıyordu.
Hatta Obama’nınkinden çalıntı sloganı bile hazırdı:
Yes we Kahn…
Ta ki 14 Mayıs 2011 akşamı yaşananlara kadar.
O akşam, katta 9 yıl önce Gine’den ABD’ye göçmüş oda görevlisi Nafissatou Diallo görevliydi.
Odanın boşaldığını zannederek üç kere “room service” diye kapıya vurdu. İçeriden bir cevap gelmeyince, anahtarıyla içeri girdi. Odada dolaşırken bir anda karşısında çıplak haldeki 62 yaşındaki IMF başkanını gördü.
Tabii kim olduğunu bilmeden…
Diallo’nun anlatımına göre DSK, kendisine zorla oral seks yaptırmıştı.
Diallo, başına gelenleri önce müdürüne, ardından otelin güvenlik sorumlusuna bildirdi ve otelin güvenlik sorumlusu 911’i arayarak New York polisine ihbarda bulundu.
Saldırıdan hemen sonra check-out yapıp oteli terk etmiş olan Kahn’ın nerede olduğu önce tespit edilemedi.
Ama o kadar rahattı ki cep telefonunu unuttuğu için oteli aradı. Havalimanındaydı.
Polis havalimanına gitti ve Kahn’ı bindiği Air France uçağından indirip gözaltına aldı.
Daha sonra yaşananları herkes hatırlayacaktır.
Bir anda IMF Başkanı’nı, Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayını elleri kelepçeli olarak polisler arasından çıkarken gördük.
DSK, en başından itibaren otel odasında olanların rızayla olduğunu iddia etti.
Elde esas olarak bütün dünyanın tanıdığı IMF Başkanı’nın sözü ve Gineli oda temizlikçisinin sözü vardı.
Deliller yetersizdi. Odanın içinde Diallo’nun anlatımını doğrulayan sperm örnekleri bulunmuştu. Diallo’nun vücudunda zorlamayı ispatlayan bazı morluklar tespit edilmişti. Olayın hemen ardından güvenlik kamerası görüntüleri Diallo’nun ağladığını ve bir sandalyeye oturtulduğunu gösteriyordu.
Ama çoğunluk için olay siyasi bir komploydu.
Parlak bir siyasetçi, seçim öncesi böyle bir skandalla ekarte edilip Sarkozy’nin önü açılmıştı.
Hattâ Türkiye’de konu hızlıca Sarkozy’nin Yahudiliğine bağlandı. (Halbuki DSK’nın hem annesi hem babası Yahudi’ydi.)
O günlerde yapılan anketlere göre, Fransızların yüzde 56’sı bunun bir siyasi komplo olduğuna inanıyordu.
Komplo iddialarını, olayın geçtiği Sofitel otelinin bir Fransız otel zinciri olması; otel zincirinin güvenliğinin başındaki ismin, Sarkozy’nin koruma müdürünün arkadaşı olması; Diallo’nun polise ifade vermeyi kabul etmesinden sonra güvenlik kameralarına yakalanan iki Amerikalı polisin kutlama dansı görüntüleri güçlendirdi.
Bunun bir komplo olduğuna inananlardan biri de DSK’nin çok varlıklı bir aileden gelen gazeteci eşi Anne Sinclair’di.
Eşini kurtarmak için paralar saçtı; New York’un en iyi avukatlarını, dedektiflerini tuttu.
Bir anda medyanın ilgisi DSK’dan, saldırıya uğrayan Nafissatou Diallo’ya çevrildi. New York Post, manşetten genç kadının hayat kadını olduğunu iddia etti.
Dedektiflerin ve avukatların bulguları savcılığın da kafasını karıştırmıştı. Diallo’nun hapisteki bir arkadaşıyla telefonda yaptığı, DSK’nın çok zengin olduğundan bahsettikleri bir konuşma ortaya çıkarıldı.
Savcılık, Diallo’nun ABD vizesi alırken anlattığı, Gine’de askerlerin tecavüzüne uğradığı hikayesinin yalan olduğunu tespit etmişti.
Amerikanvari bir hukuk mantığıyla, orada yalan söyleyen burada da yalan söylüyor olabilir diyerek iddianame geri çekildi. DSK tahliye oldu ve Fransa’ya geri döndü.
Bu arada, ABD’deki dava sürerken Fransa’da da eski bir cinsel taciz hikayesi patlak vermişti.
Sosyalist partiden bir milletvekili televizyonlara çıkıp, 2002’de DSK’nın 22 yaşındaki kızına cinsel saldırıda bulunduğunu anlattı.
2002’de 22 yaşında olan Tristane Banon genç bir gazeteciydi. Paris Match için çalışmaya başlamıştı. Siyasetçilerin büyük hataları üzerine bir kitap yazıyordu.
Bu yüzden görüştüğü DSK, onu daha ayrıntılı bir röportaj için parlamento yakınlarındaki bir eve çağırmıştı. Eve gidince DSK, önce genç kadının elini tutmuş, sonra kayıt cihazını kapatmış ve ardından ona saldırmaya çalışmıştı.
Genç kadın evden zor kendini dışarıya atmış ama polise gitmemişti. “Polise gidip DSK bana tecavüz etmeye kalktı deseydim evine git derlerdi” diye anlatıyor bunun sebebini.
Aslında başına gelenleri, 2007 yılında kitabı çıktığında Fransız devlet kanalında katıldığı popüler bir talk show’da anlatmıştı.
Ünlü Fransız televizyoncu Thierry Ardisson’un, yemek sofrasında içkiler içilirken çekilen show’unda, genç kadın konu DSK’ye geldiğinde başından geçeni bir hatıra olarak anlatırken sofradaki herkes gülüyordu; hattâ bir ara tecavüze yakın bir durumu tarif ederken Ardisson “Bayılırım” bile demişti.
Sadece 13 yıl önce bile cinsel saldırı ve taciz konusundaki duyarsızlığı gösteriyor o televizyon programı.
Yazının şu ana kadarki kısmında anlatılan bütün bu ayrıntıların kaynağı ise, Netflix’in DSK skandalı üzerine olan yeni belgeseli “2806 Numaralı Oda.”
Belgeseli izlerken, insan önce ciddi bir ahlaki sorunla yüzleşiyor.
Özellikle de belgeselde konuşan DSK’nın Sosyalist partiden yakın arkadaşlarının anlattıklarına bakarken.
Fransa’da uzun yıllar sosyalist hükümetlerde Kültür Bakanlığı yapmış Jack Lang, belgeselde bütün olan biteni “Aşk şeytani bir komplo değildir. Belki de işin romantik kısmına daha fazla yoğunlaşmıştır, ne var bunda, ne var bunda. Şehvetli biri devlet başkanı olamaz mı” diye meşrulaştırıyor.
Fransa’nın eski sosyalist adalet bakanı olan Elisabeth Guigou ise, bir kadın olarak DSK’nın kadın avcısı ve çapkın olduğunu bildiklerini ama çapkınlıkla şiddet arasında büyük bir fark olduğunu söylüyor.
“Böylesine zeki, çekici bir adam cinsel saldırıya neden ihtiyaç duysun ki” diye iddialara neden inanmadığını açıklıyor.
Başka pek çok solcu gazeteci, siyasetçi de 2011’de skandal patlak verdiğinde tvlere çıkıp “Onun bunlarla bir ilgisi olamaz,” “Bu hikayenin bizim tanıdığımız DSK ile hiçbir ilgisi yok,” “Onu 30 yıldır tanıyorum şiddet içeren en ufak bir hareketini görmedim” gibi cümlelerle DSK’yı aklamaya çalışmışlar.
Sahiden de onların tanıdığı DSK bunu yapabilecek biri olmayabilir. Hattâ buna ihtimal vermeyen gazeteci eşi de bu yüzden iddialara en başta inanmamış olabilir.
Ama bir insanın iç dünyasını, cinsel arzularını, bir odanın içinde yapabileceklerini kim bilebilir?
Kimi bu kadar yakından tanıyabiliriz?
Nitekim, Fransa’ya dönmesinden kısa bir süre sonra DSK’nın adı bu kez Lyon’daki bir otelde katıldığı bir seks partisinde bir hayat kadınına cinsel şiddet uyguladığı iddialarında geçti.
Yine yargılandı ve yine bir hayat kadınına cinsel şiddette suç bulunamadı ve beraat etti.
Ama bu skandalla, herkesin gördüğü dışında bir dünyası olduğu ortaya çıktı. Gittiği ülkelerde düzenlediği otel partileri deşifre edildi.
Nihayet ona sadakatle bağlı eşi de gerçeği gördü ve boşandı.
Ama siyasi itibarını kaybetmiş de olsa DSK hâlâ Rusya ve çeşitli Afrika ülkelerinde danışmanlık hizmetleri veren itibarlı bir ekonomist olarak yaşıyor. Yeniden evlendi. Verdiği röportajlarda yaşadıklarının suç değil, özel hayatı olduğunu anlattı.
Konuşmayı reddettiği Netflix belgeseli sonrası attığı tweette “Benim de kendi cephemden olan biteni anlattığım belgesel Ocak 2021’de yayınlanacak” dedi.
Belgeselde anlatılan olaylar sadece 9 yıl önce oldu. Ama izlerken insan, tecavüz gibi ceza yasalarına suç olarak girmiş fiiller dışındaki cinsel taciz, cinsel saldırı ve zorlamaların affedilemez suçlar olduğu fikrinin ne kadar yeni bir fikir olduğunu keşfediyor.
Yapan kişi vazgeçilmez bir görev yapan, çok insanın tanıyıp kefil olduğu IMF başkanı olunca, Gineli isimsiz bir oda görevlisinin iddiası hükümsüz kalabilmişti.
İnsanların çoğunluğu böyle bir olay için önemli bir siyasetçinin harcanmasından hoşlanmamıştı. O yüzden de Gineli oda görevlisinin görmezden gelinebilir mağduriyetine değil, daha büyük bir siyasi komploya inandılar. Oda görevlisinin hayatında bulunmuş bir yalanı onu bir anda itibarsızlaştırmaya yeterken, DSK hakkındaki onca iddia görmezden gelinebildi.
Belgeselde, DSK skandalından çıkan cezasızlığın #metoo hareketlerinin de ilham kaynağı olduğu söyleniyor.
Kanunlar ve toplum cinsel taciz ve hukuktaki tecavüz tanımına girmeyen cinsel saldırı suçlarında gerekli cezayı vermeyince, toplum da ahlâken bunu çok fazla sorun etmeyince, kadınlar ifşa gibi bir yöntemle hak aramaya başladılar.
Özellikle güçlü insanlara, belli alanlarda başarılı olmuş erkeklere, böyle bir suçlamayla karşılaşınca bir anda mensubu oldukları ideolojik, dini, siyasal, kültürel cemaatlerin koruma kalkanı altına girenlere karşı, ancak bu gerilla yöntemiyle bir sonuç alınabildi.
Sosyal medya bunu hem kolaylaştırdı, hem de ifşaların çok ses çıkarmasını sağladı.
Ama aynı zamanda masumiyet karinesi, kirletilmeme hakkı, insanlık onuru gibi temel ilkelerin zorlandığı sonuçlar da doğurdu.
Aslında dünya tarihinde her yeni hak mücadelesi, en başta toplumsal normlara, verili hukuki ve siyasal statükoya karşı veriliyor. Bu zorlu iş, hak mücadelesini verenleri de radikalleştirebiliyor, sertleştirebiliyor.
En son, hakkındaki taciz iddiaları üzerine intihar eden kişinin ardından bazı yazılanlar bu ideolojik sekterliği gösteriyordu.
Ama trajik bir sona rağmen, “mahallenin abisi” olduğu için kendisinin bile itiraf edip özür dilediği cinsel taciz iddialarının bu kadar rahat görmezden gelinmesi ve FETÖ’ye bağlanma hızı da aynı derecede korkutucuydu.
İnsanları farkında olmadıkları ahlaki bir norma ve hassasiyete uyandırmak kolay değil.
Özellikle de mücadele edilen, bütün kültürlerde var olan, on binlerce yıllık, yerleşik bir ataerkillikse.
Bir de bunun üzerine mahallelerin, cemaatlerin, kültürel ve siyasi grupların koruma çemberleri de eklenince iş daha da zorlaşıyor.
Ama dünyanın 2011’den daha iyi bir noktada olduğuna kuşku yok.
9 yıl önce IMF başkanı olmak bir oda temizlikçisine cinsel saldırıdan yırtmaya yetebiliyordu.
Ama bugün Netflix’teki belgeseli izlerken nasıl yırttığına şaşırıyoruz, ileri sürülen meşrulaştırıcı argümanlardan iğreniyoruz.
2007’deki tv programında anlatılan cinsel saldırıya “bayıldım” diyen tv programcısı, 2020’deki belgeselde telâşla aslında öyle demek istemediğini anlatmaya çalışıyor.
Bu da durup dururken değil, #metoo mücadelelerinin sonunda oldu.