[31 Ağustos – 1 Eylül] Marksist teorinin, düşünsel bütünlüğü ve zenginliğinden kaynaklanan olağanüstü gücü, evet, nesiller boyu inancı ve gururu besledi. Kendimden biliyorum; âdetâ Plato’nun mağarası gibi, orada yaşayanlar için kendi içinde son derece tutarlı — dışarısını düşündürtmeyecek kadar tutarlı — ayrı bir âlem yarattı.
Ben gözlerimi dünyaya bu çok özel ortamda açtım. Terazinin bir kefesinde mağduriyet varsa diğer kefesinde üstünlük vardı. 1950’lerde babam girdi çıktı. 1970’lerde ben girdim çıktım. 80’lere kadar da devam etti, militan sola aidiyetim. Neden? Kısmen namus belâsı. Vicdan borcu. Mahalleden ayrılamamak. Ama kısmen de, teorinin bağlayıcılığı. Tarihsel yenilgiyi telâfi etme kapasitesi. Geçmişin hem kanlı hem şanlı anıları. Biz doğruyuz. Bizim büyük bir sırrımız var. Biz biliyoruz işin (her şeyin) aslını.
Bu elit, teorisist, entellektüel damardan ötürüdür ki, ben (“örneğin ben” demem lâzım, belirli bir “tip” olduğumdan) ancak teorik bir hesaplaşmayla kopabilirdim militan sol aktivizmden. Teori doğru, paradigma doğru, çizgi doğru, ama ben artık yapamıyorum… diyemezdim. Şu 31 Ağustos akşamı ay yeni doğmuşken, çalıştığım balkonun altında uzanan denizin bırak-da-gel çağrısı gibi, doğruluğuna inandığım sürece teori de habire çağırmaya devam edecekti devrim mücadelesine. Yanlış anlaşılmasın; kopabilmek için zoraki bir teori eleştirisi icat ettim demiyorum. Kendimi de biraz daha iyi tanımış olarak son 35 yılıma dönüp baktığımda, demek ancak böyle olabilirmiş, başka türlü olamazmış kanısındayım.
Şöyle bir şey de oldu tabii bu süreçte; önce Maoist, sonra Stalinist, sonra Leninist, giderek asıl Marksist teoriyle hesaplaşmak suretiyle, ben teorik kibiri de bıraktım geride. Kişilik deformasyonlarımı bir yana koyuyorum. Ama solculuğu bir paye, bir kimlik, bir üstünlük, bir madalya gibi taşımayı bıraktım. Gelmeyen (ve galiba gelmeyecek) devrimi beklemekten de vazgeçtim. Artık asla iktidar hedefli bir harekette yer almak veya herhangi bir şekilde iktidara bulaşmak istemeyen, hep muhalif ve eleştirel bir sol demokrat olarak kalmayı kabullendim. Devrimin ikamelerini, ersatz versiyonlarını da aramıyorum.
Yahudi İncili’nde (veya Ahd-i Atik’te) “örselenmiş bir saz” veya “en zayıf, en kırılgan kamış” diye bir ifade geçer (İşaya 42:3). Bir zamanlar Boris Kagarlitsky (d. 1958; şimdi 62-63 yaşlarında) bunu almış ve “düşünen kamış”a dönüştürüp Sovyet rejiminin muhalifleri için kullanmıştı (The Thinking Reed, 1988). Kagarlitsky’nin özellikle 2014’ten, Ukrayna krizinden beri nerede durduğu bir yana. Sanırım bana da uydu, uyuyor bu “zayıf – örselenmiş – kırılgan – düşünen kamış” tarifi. Benimsiyorum, en azından. Evet, budur mesele. Haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı çıkacaksam da böyle çıkacağım.
2010 referandumu sırasında “Yetmez Ama Evet” pozisyonunu benimsemiş olmam, keza bu anlayışla tutarlıydı. Ne pahasına olursa olsun AK Parti’nin önünü kesmek (yani makro planda iktidara oynamak) değil, halk ve demokrasi için azıcık yararlı ne varsa onu kazanmak peşindeydim. Tıpkı, 19. yüzyıl sonunun reformcu sosyalist ve sosyal demokratları gibi. Ama dönemin boykotçuları farklı kafadaydı ve hâlâ farklı kafada, anlaşılan.
Bu tavrı tamamlayan bazı ek önermeler de söz konusu. Hayatımın her yeni dönemecinde otobiyografimi bir kere daha traşlamaya (ve kendimi hep en doğru yerde durmuş, ya da hiç olmazsa değişimin yönünü çok önceden farketmiş) gibi göstermeye yeltenmiyorum. Bütün yanılgı ve yenilgilerimi sindiriyorum içime. Çok düşmüş kalkmışlığımı. Çamura bulanmışlığımı. Kollektif ve bireysel ayıplarımı. Kirliliğimi. Dolayısıyla kendimi bir “kategorik temiz solcu” türü olarak kurgulamaya da kalkmıyorum.
Yani ne kadar beceriyorum bilemem ama bu ahlâka uygun yaşamaya uğraşıyorum. Başka bir yığın namuslu insan da böyle yaptı kuşkusuz. Dürüstçe yüzleştiler kendileriyle, geçmişleriyle, örgütleriyle. Sessiz, alçakgönüllü bir solculuk katmanı olarak uzanıyorlar Türkiye sathında. Fakat herkes de böyle yapmadı ve yapmıyor. Kimlik siyasetinden çok şikâyet ediyoruz. Kimlik siyaseti sırf AKP, MHP ve CHP ile sınırlı değil. Bir zamanlar Marksist solun kapladığı alanda da, saf şekliyle değilse bile karmaşık ve dolaylı türevleriyle çok yaygın. Birileri habire gelmeyen devrimin reel veya psikolojik ikamelerini arıyor. Bu da belirli düşünce ve davranış kalıplarının, işte R.Ç. örneğinde olduğu gibi, biteviye tekrarlanmasına yol açıyor.