Ana SayfaDış HaberAbdullah Gül: “Ortadoğu dinamiklerini derinlemesine kavramasıyla tanınan Hakan Fidan'ın katkısı da barışçıl...

Abdullah Gül: “Ortadoğu dinamiklerini derinlemesine kavramasıyla tanınan Hakan Fidan’ın katkısı da barışçıl çözüme ulaşılmasında büyük önem taşıyacaktır”

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Project Syndicate’e Gazze’yi yazdı: “2007 yılında kendimi Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne giden bir arabanın içinde buldum. Ne yazık ki bu iyimser arzular, İsrail'in o yıl Gazze'ye kara, deniz ve hava ablukası uygulama kararıyla daha o zamanlar sönüp gitti. On altı yıl sonra, 7 Ekim ve sonrasında yaşananlara tanıklık etmiş biri olarak, kalıcı barış için kaçırılan bu fırsatın yarattığı hayal kırıklığı ve üzüntüyü bir kez daha yaşıyorum. İsrail'in eylemlerini körü körüne destekleyenler kendilerine sormalıdır: Eğer Filistin'in toprak bütünlüğünü savunmazsak, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü nasıl ikna edici bir şekilde savunabiliriz? Uluslararası hukuka saygı göstermezseniz, nasıl güvenilir kalacaksınız? BM Genel Sekreteri António Guterres'in, Gazze'de devam eden insani krize dikkat çekme çabaları takdire şayan. Ayrıca, Ortadoğu dinamiklerini derinlemesine kavramasıyla tanınan Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın katkısı da barışçıl bir çözüme ulaşılmasında büyük önem taşıyacaktır.”

Abdullah Gül’ün yazısının çevirisi şöyle:

2007 yılında kendimi Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giden bir arabanın içinde buldum. Ankara’ya yaptıkları ve benim de ev sahipliği yapma ayrıcalığına sahip olduğum tarihi ziyaret sırasında her iki lider de Türk parlamentosuna hitap ederek iki devletli çözümü ve barışı savunmuşlardı. Bu, Türkiye’nin Gazze’deki Erez sanayi parkını rehabilite etmeyi amaçlayan “Barış için Sanayi” projesini başlatmasından yalnızca iki yıl sonraydı. Filistinli ve İsrailli mevkidaşlarımla birlikte bu girişimi desteklediğimizde, Filistin ekonomisinin geliştirilmesinin bölgede sürdürülebilir barışa giden yolu açacağı konusunda hepimiz oldukça iyimserdik.

Ne yazık ki bu iyimser arzular, İsrail’in o yıl Gazze’ye kara, deniz ve hava ablukası uygulama kararıyla daha o zamanlar sönüp gitti. On altı yıl sonra, 7 Ekim ve sonrasında yaşananlara tanıklık etmiş biri olarak, kalıcı barış için kaçırılan bu fırsatın yarattığı hayal kırıklığı ve üzüntüyü bir kez daha yaşıyorum.

7 Ekim, İsrail-Filistin ilişkilerinde geniş kapsamlı yerel, bölgesel ve küresel etkileri olan önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Bu kritik dönemeçte kendimize şu soruyu sormalıyız: Ortak değerler üzerinde yükselen, ve kurallara dayanma ilkesiyle hareket eden bir uluslararası düzeni sürdürmeye gerçekten kararlı mıyız, yoksa kendimizi bu değerlerin geçersiz olduğu parçalanmış ve kutuplaşmış bir dünyaya mı hazırlanıyoruz?

Hiç kuşkunuz olmasın: Her iki tarafta da sivillerin hayatını kaybetmesini kesin bir dille kınıyorum. Hamas’ın İsrailli sivilleri öldürmesi ve kaçırması hiçbir koşulda tasvip edilmemelidir. Bununla birlikte Netanyahu hükümetinin orantısız tepkisi sadece bölgede daha fazla şiddet ve acıya yol açmakla kalmayacak, dünya çapında nefret ve bölünmenin yayılmasını da körükleyecektir. Nihayetinde tüm bunların sonuçlarına katlananlar masum siviller olacaktır.

Gazze’de yaşanan trajik olaylar sürpriz olmamalıdır. İsrail-Filistin çatışmasını görmezden gelmek, özellikle de Filistinlilerin durumu her geçen gün daha da kötüleşirken, hiçbir zaman sürdürülebilir olmamıştır. İsrail’in Filistin topraklarında devam eden işgali, Batı Şeria’daki yerleşimlerin yasadışı ve tehlikeli bir şekilde genişletilmesiyle daha da ağırlaşmakta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı düşmekte, uluslararası hukukun temel ilkelerini baltalamakta ve yerleşik insan hakları normlarını ihlal etmektedir.

Dahası, Gazze’de devam etmekte olan abluka, bölgenin 2.3 milyon sakinini temel ihtiyaçlardan mahrum bırakarak ayrıştırmış ve travmatize etmiştir. Daha da kötüsü ise Batı ve hatta Arap dünyasının artık bu acımasız statükoya alışmış olması. Yapılan bu tarihi hata, Filistinlilerin öfkesini körükleyerek mevcut çatışmanın zeminini hazırladı.

1999 yılında, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından Gazze Şeridi’ne gönderilen bir inceleme heyetinde yer alan bir milletvekili olarak, Filistinli çocukların ve kadınların gözlerindeki çaresizliği bizzat gördüm. Raporumuz, Filistin halkı arasındaki dayanılması mümkün olmayan yaşam koşullarını ve artan hayal kırıklığını vurguluyordu. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olarak yaptığım müteakip ziyaretlerde durumun daha da kötüye gittiği ve süregelen çatışmaya neden olan siyasi ayrılıkların daha da kökleştiği açıkça görülüyordu.

Geçtiğimiz elli yıl boyunca uluslararası toplum tek uygulanabilir çözüm olan İsrail ve Filistin’in yan yana barış içinde yaşayacağı iki devletin kurulmasını desteklemekte başarısız oldu. Fırsatlar elden kaçtıkça, sahadaki koşullar da hızla kötüleşti. Bugün her yerde Filistinli çocukların, bir İsrail bombardımanında hayatlarını kaybetme ihtimaline kendilerini hazırlarlarken ailelerine veda mektupları yazdıkları bildiriliyor. Bu durum daha da fazla umutsuzluğa ve daha fazla düşmanlığa sebep olacaktır.

İsrail’in Gazze’de uyguladığı taktikler savaş hukukunu açıkça ihlal etmektedir. Gazzelileri elektrik, su ve gıdadan mahrum bırakmanın yanı sıra yerleşim bölgelerini, hastaneleri, camileri, kiliseleri, okulları ve mülteci kamplarını hedef almak Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleriyle kesinlikle bağdaşmamaktadır. Bu saldırılar savaş suçundan başka bir şey değildir ve tarih hiç şüphesiz sorumlulardan hesap soracaktır.

İsrail’in bu tutumu göz önünde bulundurulduğunda, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin sarsılmaz desteğini korumayı başarmış olması şaşırtıcıdır. İsrail’in eylemlerini körü körüne destekleyenler kendilerine sormalıdır: Eğer Filistin’in toprak bütünlüğünü savunmazsak, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü nasıl ikna edici bir şekilde savunabiliriz? Uluslararası hukuka saygı göstermezseniz, nasıl güvenilir kalacaksınız? Bu çifte standart, kurallara dayalı küresel düzenin altını oymakta ve bu tür tutarsızlıkları istismar ederek gelişen otoriter liderlerin, aşırılık yanlısı hareketlerin ekmeğine yağ sürmektedir.

Bu senaryodan kaçınmak için uluslararası hukuka ve ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına bağlı kalınması gerekmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından onaylanan ve özellikle İran tarafından da benimsenen 2002 Arap Barış Girişimi, ileriye dönük uygulanabilir bir yolu temsil etmekte ve Filistinlilerin haklarını ve onurunu korumak için gerçekçi bir çerçeve sunmaktadır.

Ancak öncelikle akan kanı durdurmalıyız. Derhal ve koşulsuz ateşkes talep etmeliyiz. BM Genel Sekreteri António Guterres’in, Güvenlik Konseyi’ndeki “veto savaşlarının” tam ortasında Gazze’de devam eden insani krize dikkat çekme çabaları takdire şayan. Ayrıca, Ortadoğu dinamiklerini derinlemesine kavramasıyla tanınan Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın katkısı da barışçıl bir çözüme ulaşılmasında büyük önem taşıyacaktır.

Daha fazla şiddet ve acıyı önlemek için İsrail-Filistin çatışmasına dürüst ve yapıcı bir yaklaşım şarttır. Güçlü bir bölgesel sorumluluk duygusuyla desteklenen etkili diplomasi, ileriye dönük en iyi yolu temsil etmektedir. Gazze’deki mevcut savaş, kurallara dayalı bir uluslararası düzene olan bağlılığımızın sınandığı büyük bir sınavdır. Eylemlerimize rehberlik etmesi için uluslararası hukukun ahlaki pusulasına her zamankinden daha çok güvenmeliyiz.

Çeviri: Hasan Ayer.

Kaynak: https://www.project-syndicate.org/commentary/international-hypocrisy-on-gaza-helps-authoritarian-leaders-by-abdullah-gul-2023-11

- Advertisment -