Ana SayfaHaberlerAnalizANALİZ - Bakan, sözlerinin beş saat içinde yanlışlanacağını bildiği halde neden öyle...

ANALİZ – Bakan, sözlerinin beş saat içinde yanlışlanacağını bildiği halde neden öyle davrandı?

Birkaç ay, bazen birkaç hafta, hatta bazen birkaç gün ve hatta birkaç saat içinde foyası ortaya çıkacak bir söz, sahibine faydadan çok zarar vermez mi? Galiba bu varsayım yanlış. Öyle olsaydı Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu sabah gerçeğin ortaya çıkacağını bile bile akşam o ‘müjde’yi verir miydi? Peki, hangi tecrübe siyasetçilere bu pratiğin ‘zararlı’ olmadığını öğretti?

Doğru olmadığını biliyorlar; dolayısıyla kısa bir zaman içinde işin aslının mutlaka ortaya çıkacağını da biliyorlar, fakat yine de ortaya salıyorlar…

Siyasetçilerin giderek daha büyük bir kısmını etkisi altına alan bu tuhaflığı açıklamak zor görünüyor. Öyle ya; birkaç ay, bazen birkaç hafta, hatta bazen de birkaç gün içinde foyası ortaya çıkacak bir söz, sahibine faydadan çok zarar vermez mi?

Anlaşılan siyasetçiler bu varsayımın doğru olmadığını kendi tecrübeleriyle anlamış durumdalar; zarar görmüyorlar ki devam ediyorlar.

Peki neden böyle oluyor, neden zarar görmüyorlar ve devam ediyorlar? Bu soruya biraz sonra gelmek üzere geçtiğimiz Perşembe değil birkaç ay, hafta, gün; sadece birkaç saat içinde foyası ortaya çıkacak bir ‘büyük müjde’yle halkın karşısına çıkan, böylece bu alanın rekorunu kıran bir siyasetçinin kayda geçirdiği örneği hatırlayalım.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz Perşembe, tam gece yarısında Twitter hesabından duyurduğu ‘büyük müjde’den söz ediyoruz. Serbestiyet’te “Bir gecelik coşku: ‘BM, Türkiye-Libya anlaşmasını tescil etti’” başlığıyla duyurulan haberin spotunda şöyle deniyordu:

“Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun dün (Perşembe) gece yarısı Twitter’dan duyurduğu ‘BM, Libya ile anlaşmamızı tescil etti’ müjdesiyle başlayan coşku havası, olan bitenin rutin, standart bir kayıt işlemi olduğunun ortaya çıkmasıyla hızla sönümlendi. Emekli büyükelçiler bakanın tweet’ine ironi yüklü tweet’lerle cevap verdi.”

Raconu, “Libya anlaşmasının ve Mavi Vatan projesinin mimarı,” emekli tümamiral Cihat Yaycı kesti. Bu işlemin anlamını kendisine soran Sputnik muhabirine şu cevabı verdi Yaycı:

“Birleşmiş Milletler’in mekanizmasında örgüte üye ülkeler yaptıkları anlaşmaları bildiriyorlar, BM de bu anlaşmaları kayıt altına alıyor. Yani bu gelişme, söz konusu anlaşmanın kayıt altına alınması anlamına geliyor. Dolayısıyla burada onay mekanizması diye bir şey söz konusu değil.”

Kısa gecenin kârı…

Mevlüt Çavuşoğlu gibi tecrübeli bir diplomatın bu kayıt-onay meselesini bilmiyor olması mümkün mü? Herhalde değil. Peki, hayatiyeti ertesi akşama kadar bile sürmeyecek (ki sürmedi, sabah olunca mesele anlaşıldı) bir ‘müjde’yi hangi hesaba dayanarak ilan edebildi?

Benim aklıma ilk gelen ve açıklayıcı olacağını düşündüğüm neden, ‘ilk etkinin gücü…”

Aslında bu, dezenformasyon kaynaklarının ‘güvendiği’ bir ilke. Buna göre: Dezenformasyon kaynakları, topluma ‘zerk ettikleri’ enformasyonun kısa bir zaman içinde ortaya çıkacağını bilirler fakat yine de ‘zerk etmekten’ geri durmazlar. Bunun nedeni, dezenformasyonun ilk etkisidir; gerçek olmayan bilgi neden sonra düzeltilse de dezenformasyona maruz kalanların çoğu bunu duymaz bile, duyanların bir bölümü de ilk duyduğuna itibar etmeye devam eder.

Siyasetçiler de gerçek olmadığını fakat bir süreliğine iş göreceğine inandıkları bilgileri paylaşırken aynı etkiden hareket ediyor olabilirler.

Örneğimize bakalım: Çavuşoğlu’nun Perşembe gece yarısında başlattığı coşku sabaha kadar sürdü ve sabah işin gerçeği ortaya çıktı. Çıktı da, acaba ‘kayıt’ın ‘tescil’ olmadığı bilgisi kaç kişiye ulaştı? Ulaşanların ne kadarı ‘Bunlar vatan haini, hoşlanmıyorlar Türkiye ile ilgili güzel haberlerden” deyip gerçeğe burun kıvırmaya, ‘müjde’nin tadını çıkarmaya devam etti?

Galiba post-modern siyasetin kutuplaşmış toplumla birlikte oluşturduğu zeminde ortaya çıkan bir siyaset pratiğiyle karşı karşıyayız. Ve muhtemelen siyasetçilerin aklı şöyle çalışıyor: “Ben koyvereyim gitsin sözü, bizimkiler coşar, bir süre sonra foyam ortaya çıkarsa da çıksın; nasıl olsa bizimkiler onları okumuyor, görmüyor, görenler de inanmaz zaten, eh, öbürleri de kudurmaya devam edebilir bu arada…”

Bu hesabın yanlış olduğunu söyleyebilir misiniz?

- Advertisment -