Türkiye, dünyanın geri kalanından negatif yönde ayrıştığı ‘koronavirüs verilerini paylaşma’ sistemini birkaç gün önce terk etti ve ‘hasta sayısı’ yerine bütün öbür ülkelerin yaptığı gibi vaka sayılarını açıklama düzenine geçti.
Türkiye’nin, dünyanın geri kalanından ‘negatif yönde’ ayrıştığı bir başka alan da gazetecilerle ilgili: Kimin gazeteci olduğuna dünyanın her yerinde gazetecilik meslek örgütleri karar verirken, Türkiye’de, başlangıçtan bu yana bu kararı devlete bağlı kurumlar veriyor. Gazeteci Aydın Engin’in dün (27 Kasım) Rudaw’a verdiği demeçte sözünü ettiği gibi:
“Türkiye’de oldum bittim çok komik ve ayıp bir uygulama vardır. Kimin gazeteci olup olmadığına devlet karar veriyor. Dünyanın birçok yerini gezdim. Afganistan dahil dünyanın her yerinde gazeteci sendikaları, örgütleri verir kartları ve kimse de biz bu kartları kabul etmiyoruz deme hakkına sahip değildir. Ama Türkiye’de eskiden beri devlet karar veriyor.”
Eskiden bu kartları Basın-Yayın-Enformasyon Genel Müdürlüğü veriyordu. Gerçi gazeteci örgütleri de burada temsil ediliyordu ama sonuçta ‘gazeteci ruhsatı’, ancak devletin ‘olur’ demesiyle kuvveden fiile çıkabiliyordu.
‘Ruhsat’ bu haliyle bile eleştirilirken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte basın kartı dağıtma işi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na devredildi ve iyice ‘devletleştirildi.’
Yetmedi, Türkiye’de gazetecilerin yıpranma hakkını, İletişim Başkanlığı’nın verdiği sarı basın kartı (artık turkuazmış, yeni öğrendim) sahibi olma şartına bağlayan kanun teklifi, Anayasa Mahkemesi’nin daha önce verdiği bir kararla (25 Aralık 2019) açıkça çelişmesine rağmen geçtiğimiz günlerde yasalaştı.
Yıpranma hakkı, gazetecilere tanınan özel bir hak. Bu sayede devletin ‘gazeteci’ saydığı gazeteciler öbür sigortalılardan beş yıl erken emekli olabiliyorlar.
Sarı (turkuaz) basın kartı sahibi olabilmek için bütün çalışanların tâbi olduğu 1475 sayılı yasaya değil 212 sayılı basın yasasına tâbi olmak gerekiyor. Ne var ki medya patronları, üzerlerine ek yük bindirdiği için bundan kaçınıyorlar. Sermayesi zayıf küçük yayın organları da çalışanlarını 212’den sigortalı yaptıramıyorlar ve böylece geniş bir gazeteci kitlesi iş daha karta gelmeden ‘yıpranma hakkı’ndan mahrum kalıyor.
DEVA Partisi lideri Ali Babacan, dün (26 Kasım) partisinin Adıyaman Birinci Olağan Kongresi’nde, sarı (turkuaz) kart alma koşulunu hatırlatırken şöyle dedi:
“Yeni yapılan bir düzenlemeye göre, gazetecilerin yıpranma hakkından faydalanabilmeleri için, basın iş kanunu kapsamında sigorta yaptırmaları ve İletişim Başkanlığı tarafından basın kartı almaları gerekiyor. İletişim başkanlığı dediğimiz de hani şu propaganda makinesi olarak çalışan kurum var ya, o.”
Düşünün, ‘dördüncü kuvvet’ sıfatıyla göreviniz gereği izlemeniz ve denetlemeniz gereken devasa bir kurum, devlet, size tanınmış bir haktan yararlanıp yararlanmayacağınıza, tamamen sübjektif ölçülerle tek başına karar verebiliyor.
Basın özgürlüğü konusunda dünyanın medeni bölümünden negatif ayrışmada bu keyfiliğin, bu garabetin de rolü var.