“İstanbul Sözleşmesi” adıyla bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da düzenlenen Avrupa Konseyi 121. Bakanlar Komitesi Toplantısında imzaya açılmıştı. O gün toplantıya başkanlık eden dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Sözleşme’yi Türkiye adına imzalamıştı.
Daha sonra bu sözleşmenin onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun tasarısı, 11 Kasım 2011’de dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan imzasıyla Meclis’e sevk edilmişti. Tasarının gerekçesinde “Sözleşmenin, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığımız sırasında imzaya açılması ve ülkemiz tarafından imzalanmış olması da ayrıca sembolik bir önem taşımaktadır” denilerek Sözleşme’nin önemi vurgulanmıştı.
24 Kasım 2011’de Meclis Genel Kurulunda yapılan oylamada AK Parti, CHP, MHP ve BDP milletvekillerinin oylarıyla (246 kabul, 1 çekimser) kanun tasarısı Meclis’ten geçmiş ve 29 Kasım 2011 tarihinde de Resmi Gazete’de yayınlanarak kanunlaşmıştı.
Türkiye, ilk imzacı devletlerden biri olmasının yanında Sözleşme’yi onaylayarak parlamentosundan geçiren ilk ülke olmuştu. Sözleşme ile Taraf devletlerin sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütlerin bağımsız bir uzmanlar grubu tarafından izlenmesi ve denetlenmesi de hüküm altına alınmış ve kısa adı GREVIO olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu” kurulmuştu. Kurulun başkanlığını iki dönem Prof. Dr. Feride Acar yürütmüş, 2019’da Acar’ın görevi bırakmasından sonra üye olarak Kurula Türkiye tarafından 23. Dönem AK Parti Ankara Milletvekili ve 2011-2014 arası Aile ve Sosyal Politikalar Bakan Yardımcılığı yapan Prof. Dr. Aşkın Asan önerilmişti.
Söz konusu Sözleşme, uzun zamandır tarikat ve cemaat liderleriyle birtakım İslamcı gazetecilerin ve siyasetçilerin gündemindeydi. Bu isimler, sözleşmenin Türk aile yapısını bozduğunu iddia ediyor ve hükümeti sözleşmeden çekilmeye çağırıyorlardı. En son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Milli Görüş’ün önemli isimlerinden, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Oğuzhan Asiltürk’ü ziyaret etmesinden sonra Asiltürk, Cumhurbaşkanı’nın kendisine İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıracaklarını söylediğini iddia etmişti.
Bugün Resmi Gazete’de yayınlanan 3718 nolu Cumhurbaşkanı Kararı ile Sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedildi. Karara siyasi olarak tepki gösterenlerin yanında önemli hukukçular da bu kararın hukuken yok hükmünde olduğunu iddia ettiler.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku kürsüsünün emekli hocalarından Prof. Dr. Metin Günday twitter hesabından paylaştığı mesajında İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmesinin yürütmenin yasama fonksiyonunu gasbetmesi olarak yorumladı. Günday, bu kararın hukuken “yok hükmünde” olduğunu söylerken, bu aykırılığı saptayacak bir yargı yerinin var olup olmadığının da ayrı olduğunu belirtti.
Medeni Hukuk profesörü Prof. Dr. Mehmet Köksal da Twitter’da “Cumhurbaşkanı’nın bir gece ansızın ‘İstanbul Sözleşmesini kaldırdım’ kararı ile, benim bir akşam ‘Medeni Kanunu kaldırdım’ kararı almam arasında hukuken hiçbir fark yoktur. Çünkü ikisi de geçersiz ve yok hükmündedir” diyerek Günday’la benzer bir yorumda bulundu.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. H. Burak Gemalmaz ise, Türkiye’nin siyasi tarihinde ilk kez bir insan hakları sözleşmesinden ayrıldığını ve sözleşmeden çıkış kararının usul bakımından tartışmalı olduğunu ifade etti. Gemalmaz, 1961 Anayasası döneminden beri yürürlükte olan 244 sayılı Kanun’da andlaşmaları fesih yetkisinin Bakanlar Kurulu’na tanındığını, yeni sisteme geçişle birlikte bu kanundaki yetkinin 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığı’na tanındığını söyledi. Ancak, Meclis’in onay kanununa tâbi bir uluslararası insan hakları sözleşmesinin Cumhurbaşkanı’nın düzenleme yaptığı alanın dışında kaldığını da belirtti.
Bu durumda karar, iki noktada tartışmalı hâle geliyor. Birincisi, Cumhurbaşkanı Kararıyla bir uluslararası sözleşmeden çıkılabilir mi? İkincisi, temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir konuda Cumhurbaşkanının düzenleme yapma yetkisi var mı?
Anayasanın 87. Maddesine göre, milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak Meclis’in görevleri arasında sayılmış. Yine Anayasanın 90. Maddesinin birinci fıkrasına göre, “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.” Aynı maddenin son fıkrasına göre ise, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir” ve “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bunun yanında Cumhurbaşkanı’nın görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrası, Cumhurbaşkanı’nın kararname çıkarma yetkisine kısıtlamalar getirmiş. Buna göre, “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. (…) Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasa’nın 104. maddesi “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”nden bahsediyor. Bugün tartışma konusu olan ve Resmi Gazete’de yayınlanan ise bir “Cumhurbaşkanlığı Kararı”. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri tıpkı kanunlar gibi Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimine sahip. Cumhurbaşkanı Kararları ise idari nitelikte işlem oldukları için Danıştay’ın yargısal denetimine tâbiler.
Ulusal yargı sisteminde en üst yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimine sahip Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir düzenleme yapılamazken, Danıştay’ın yargısal denetimine sahip Cumhurbaşkanı Kararı ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenleme yapılıp yapılmayacağı da başlı başına bir sorun noktası teşkil ediyor.
Sonuç olarak, yukarıda yer verdiğimiz Anayasa’nın ilgili hükümleri, görüşlerine yer verdiğimiz hukukçuların ifade ettikleriyle beraber değerlendirildiğinde Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni kendisi açısından feshedebilmesi ancak kanunla olabilir. Ayrıca İstanbul Sözleşme’sinin 80. maddesine göre, taraf devletlerin Sözleşme’yi kendileri açısından feshedilmeleri için Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bir bildirimde bulunmaları gerekiyor. Bu bildirimden 3 ay sonra taraf devlet, Sözleşme’den ayrılabiliyor.