Geçen haftanın ilginç haberlerinden biri Türkiye’nin çıkarıldığı F35 programına geri dönmek için ABD’de bir lobi şirketiyle anlaşmasıydı.
ABD’de lobicilik resmi ve şeffaf bir kurum. Bu alanda çalışan şirketler yaptıkları sözleşmeleri Adalet Bakanlığı’na bildirmek zorundalar.
Bakanlık da lobicilerden gelen yeni başvuruları kamuoyuna açıklıyor.
Zaten bu sayede anlaşma haberi duyuldu. Yoksa Ankara, çok uzun süredir kamuoyunu bilgilendirmek gibi demokratik sorumluluklar hissetmiyor.
Haberlere göre, ABD’nin S-400’ler için yöneticilerine ABD’ye seyahat yasağı başta olmak üzere yaptırımlar uygulamaya başladığı Savunma Sanayii Başkanlığı’na (SSB) bağlı SSTEK Savunma Sanayi Teknolojileri şirketi Washington DC’deki hukuk ve lobicilik firması Arnold & Porter’la anlaştı.
Arnold & Porter, ABD Adalet Bakanlığı’na gönderdiği yazıda “halihazırdaki karmaşık jeopolitik ve ticari faktörleri göz önünde bulundurarak SSB ve Türk tedarikçilerin F-35 programında kalması yönünde stratejik danışmanlık” yapacağını söyledi.
Türkiye bunun için bu şirkete 750 bin dolar ödeyecek. 1 Şubat’ta başlayan sözleşme altı ay boyunca geçerli olacak.
S-400’leri alıp kurucu ortağı olduğu F-35’leri kaybeden ama günün sonunda hem 2.5 milyar dolar verdiği S-400’ü kullanamayan hem de 1.25 milyar dolar ödediği F-35’lerden olan Türkiye, şimdi kaybettiği eşeğini bulmak için 750 bin dolar daha verecek.
Ama 750 bin dolar Türkiye’nin imajını toparlamak için yeterli olur mu meçhul.
Türkiye bu orta büyüklükteki lobi firmasıyla anlaşırken, aynı günlerde Washington’un en etkili hukuk bürosu ve lobi şirketlerinden biri Türkiye’yi de yakından ilgilendiren başka bir anlaşma yaptı.
100 yılı aşkın bir zamandır faaliyette olan Covington & Burling firmasıyla lobicilik için anlaşan kuruluşun adı Justice for Kurds.
Yani Kürtler için Adalet.
Adını duyunca parayı Barzani ya da Talabani ailelerinin verdiği düşünülebilir.
Hayır değil.
Amerikan-Fransız Justice for Kurds’ün iki kurucusu var
Thomas Kaplan ve Bernard Henri Levy.
Adını ilk olarak 2019’da Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye karşı düzenlediği Barış Pınarı Harekatı sırasında New York Times’a verdikleri “Erdoğan’la köprüleri atma zamanı” başlıklı ilanla duymuştuk.
Türkiye’nin Suriyeli Kürtlere müdahalesine karşı ABD’yi göreve çağıran ilanın altında onlarca gazeteden Türkiye’nin dış politikasını eleştiren haber başlığıyla birlikte iki kişinin imzası vardı:
Bernard Henri Levy’yi biliyoruz. Fransızların aykırı düşünürü. Bosna Savaşı’nda Bosna’ya askeri müdahale için Aliya İzzetbegoviç’le birlikte mücadele etmiş, savaş sürerken Saraybosna’ya gidip belgesel çekmişti. Daha sonra onu 2011’de Libya’da Kaddafi karşıtı muhaliflerin yanında gördük. Yine belgesel çekti, yine askeri müdahale için lobi yaptı, Fransız kamuoyunu etkiledi, Fransa’nın Libya’ya askeri müdahalesinde etkili oldu.
Son zamanlarda kendisini Kürtlere adadı. Kürtlerin Batı medeniyetini IŞİD’den kurtardığını söylüyor. IŞİD’e karşı Irak’ta Peşmerge’nin mücadelesini anlatan “Peşmerge” ve “Musul Savaşı” adlı iki belgesel yaptı. Barzanilerle yakın ilişkileri var.
Sadece Barzanilerle yakın değil. Türkiye’nin YPG’ye karşı operasyonları sürerken Rojava’ya gidip Mazlum Kobani ile görüştü. Çektirdiği fotoğrafı Twitter hesabından “Sağımda, efsanevi bir general, Mazlum Abdi Kobane. Suriye Demokratik Güçlerinin baş komutanıdır. Erdoğan’ın 1 numaralı korkulu düşmanı olma onuruna sahip” notuyla paylaştı.
Justice for Kurds’ün fikir babası o. Ama New York Times’a tam sayfa ilanlar verip, Washington’un en prestijli lobi firmalarından birini tutacak parayı veren Thomas Kaplan.
Kaplan, 56 yaşında ABD’nin multi-milyonerlerinden biri. Bakır, nikel, çinko madenleri olan dev bir holdingin başında.
Ama vaktinin çoğunu siyaset ve sanatla geçiriyor. Hayranı olduğu Rembrandt’ın tablolarını topluyor, dünyanın her yerinde sergilerini yapıyor.
Aynı zamanda Oxford’dan doktorası var. Doktorası sırasında Molla Mustafa Barzani’nin hayatı, silahlı Malay direniş örgütleri üzerinde çalışmış. Yazdığı bir makalede Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal edeceğini 18 ay önceden bilerek sükse yapmış.
Harvard’da başında eski CIA Başkanı ve ABD’nin Kuzey Irak ve Afganistan güçleri komutanı David Petraeus’un olduğu programları finanse eden hevesli bir aktivist, uzman.
2018’de dostu Bernard Henri Levy onu Kürtler için mücadele etmeye ikna etmiş. Şimdi parasını ve itibarını bu mesele için harcıyor.
Justice for Kurds kamuoyu önüne Trump’ın Suriye’nin kuzeyinden ABD askerini çekip, YPG bölgesine operasyon için Türkiye’nin önünü açmasıyla çıktı.
Türkiye’de tam anlaşılamadı ama bu karar ABD’de hem Demokrat hem de Cumhuriyetçiler arasında IŞİD’e karşı savaşta binlerce kayıp vermiş müttefiki sırtından vurmak olarak görüldü ve büyük tepki çekti. Sadece elitler arasında değil, ilk kez Amerikan kamuoyunda da büyük bir Kürt sempatisi ve Türkiye karşıtlığı ortaya çıktı.
Tam o günlerde Justice for Kurds ABD’de New York Times, Fransa’da Le Monde’a tam sayfa şöyle başlayan bir ilan verdi:
“Tarih dünyanın en büyük devletsiz milleti olan Kürtlere şunu öğretti: ‘Kürtlerin dağlardan başka dostu yoktur.’ Bugün Kürt dostlarımıza şunu söylüyoruz: Biz Kürtlerin yanındayız.”
Aynı günlerde Kürt meselesini konuşmak üzere Yale Üniversitesi’nde yine eski CIA Başkanı David Petraeus, Obama’nın ABD Suriye temsilcisi Brett McGurk, eski Şam Büyülelçisi Robert Ford, BM’nin eski Suriye özel temsilcisi Staffan de Mastura gibi isimlerin konuşmacı olduğu paneller düzenlediler.
Türkiye’nin Suriye operasyonunun birinci yıldönümünde 2020 Ekim’inde New York Times’a ve Le Monde’a fonunda bir YPG’li kadın savaşçının fotoğrafının olduğu, “Erdoğan’la bağları koparmanın tam zamanı” başlıklı tam sayfa bir ilan daha verdiler.
Justice for Kurds’ün sayfasına Türkiye’den erişim yasağı getirilmiş. VPN ile siteye girip grubun danışmanlar kurulu listesini incelerken şaşkınlığa kapılıyor insan.
Kimler yok ki?
Harf sırasına göre sıralanan liste, Türkiye’de de sergisi açılan Marina Abramovic ile başlıyor. 2015 Nobel Edebiyat ödüllü Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç, Washington Post’un ünlü yazarı Anne Applebaum, babası ve ağabeyi ABD başkanlığı yapmış eski Florida Valisi Jeb Bush, ARTE France’ın başındaki Veronique Cayla, Clinton ve Bush dönemlerinde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev yapmış Richard Clark, Oscarlı oyuncu Glenn Close, Daniel Cohn-Bendit, Bosna Savaşı’nda Bosna Hersek ordusunun komutanlarından Jovan Divjak, ABD eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman, oyuncu Mia Farrow, ABD’deki Yahudi lobisinin en etkili isimlerinden, Erdoğan’a cesaret madalyasını da veren Abraham Foxman, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, satranç şampiyonu Garry Kasparov, eski Fransız dışişleri bakanı Bernard Kouchner, eski Fransa Başbakanı Manuel Valls, eski Demokrat senatör Joseph Lieberman, ünlü Amerikalı televizyoncular Bill Maher, Bill Kristol, eski CIA Başkanı David Petraus, ünlü filozof Michael Walzer ve hatta Sting…
Ünlüler geçidi gibi olan liste böyle uzayıp gidiyor.
Lordlar, büyükelçiler, eski bakanlar, emekli generaller, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar Kürtler için Adalet grubunun danışmanlar kurulunda yer almış, Türkiye karşıtı gazete ilanlarının altında adlarının yazılmasından rahatsız olmamışlar.
Listeyi okuyunca bir zamanlar ABD’de Ermeni soykırımı girişimleri başta olmak üzere kritik meselelerde Türkiye’yi destekleyen Yahudi lobisinin, net bir biçimde Türkiye karşıtı bir çizgiye geçtiği görülüyor.
Ama bunu bir Yahudi komplosu, “Çünkü ikinci İsrail kuracaklar” teorileriyle açıklamak yanıltıcı olur.
Özellikle Suriye’de ve Irak’ta IŞİD’e karşı verdikleri savaş nedeniyle Kürtler ilk kez ABD ve bütün Batı’da büyük bir sempati kazandı. Bir zamanlar Batı’da muhalif çevrelerin Filistinlilerle kurduğu dayanışma, artık Kürtlerle kuruluyor. Bu hikayede de mazlum millet Kürtler ve onlara saldıran Türkiye var. Peşmerge, YPG gibi bir ayrım da yapılmıyor.
Bunun son örneği Clintonlara yakın, bestseller kitapları olan bir yazar olan Gayle Tzemach Lemmon’un yazdığı Kobani’nin Kızları kitabı. Kitap çıkmadan Hillary Clinton’ın kızının kurduğu yapım şirketi televizyon haklarını satın aldı. Kitabı muhtemelen yakında bir platformda dizi olarak izleyeceğiz.
Kitabın arka kapağındaki övücü yorumlar listesinde de yine herkes var. Mesela BM’nin iyi niyet elçilerinden Angelina Jolie “Bu kitap, IŞİD’e karşı mücadelede başı çeken kadınların sıradışı ve mütevazı hikayesi” demiş.
Peki haydi bazı isimleri anlıyoruz da Angelina Jolie, Sting, Glenn Close, Gary Kasparov ve Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun Türkiye ile derdi ne olabilir?
Cevabı basit: Artık Batı’da Türkiye’ye karşı bir tavır almak maliyetsiz ve prestijli bir pozisyon.
Çünkü Türkiye çok uzun süredir dünyada demokrasi, hukuk ve medyada en geriye doğru giden ülke. Türkiye’den dünyanın okuduğu hikayelerin çoğu otoriterleşme, askeri operasyonlar, hapse atılan gazeteciler, entelektüeller, siyasetçiler hatta yabancılar hakkında.
Bu geri gidiş uzun zaman önce Batı’da Türkiye’nin tezlerini savunan, “bir dinleyin dediğiniz gibi değil” diyen insanların da havlu atmasına neden oldu.
Eskiden Demokratlara karşı Cumhuriyetçiler; Hıristiyan Demokratlara karşı Alman Sosyal Demokratlar; Fransa ve Yunanistan’a karşı İngiltere ve İsveç Türkiye’yi destekleyebilirdi.
Ama artık Türkiye’ye eleştirel bakma partiler üstü mutabık kalınan konulardan biri.
Tabii bunda dış politikada önümüze gelene bir tekme siyasetinin büyük katkısı var. Aynı anda hem İran’la hem İsrail’le hem de Körfez ülkeleriyle kötü ilişkiler kurmak büyük bir başarı.
Bütün bunlar Türkiye’ye maalesef lig düşürdü. Türkiye artık haklı olduğu konularda bile ne dediğine bakılmayan, her şeyin söylenmesi mubah, karşısında durulması maliyetsiz hatta prestijli ülkeler klasmanına düştü. Darbeci hocasını kainat imamı sanan Enes Kanter’i insan hakları aktivisti yapan da bu.
Böyle olunca da Türkiye artık karşısında Sting’den Angelina Jolie’ye kadar hiç tahmin etmediği yeni ‘düşmanlar’ bulabiliyor.