Sevdiğim bir yazarın vefat haberini gördüğümde o an kafamda yazdıkları canlanır. Faniliğiyle hemhal olan insanların, ebedi olanın hazzını yaşamak için çareyi edebi eserlerde aramaları normaldir. O yüzden birçok yazar bu dünyadan gitse de ölümsüz eserlerini sürekli okuyup dururuz. Bu, onların ve haliyle bizim hala bu dünyada kalma biçimimizdir.
Fark ettim ki sevdiğim bir yazarın vefatının ardından sosyal medyada veya dost meclisinde ölümünü değil yine bir şekilde onu ve eserlerini anıyorum. Ölüm yıldönümlerinde de yine ruhlarının şad olmasını dilercesine eserlerinden birkaç sayfa da olsa okuyorum. Onları bu yolla düşünüyorum. Özgün ve özgür yazarların hayalleri ve hikayeleri bana bu dünyanın cenneti gibi geliyor.
Sevdiğim yazarlardan Füruzan’ın ölüm haberini de aniden öğrendim. Ölüm haberini alır almaz aklıma şu cümlesi geldi: “Artık günün orta yerinde de sevinivermeler kalmadı.’’
Rahmetli yazar, Sabah Eskimişliği isimli öyküsünde böyle diyordu. Haklı!
Füruzan haklı ama onun da kusuru eksik söylemek! Zira artık günün hiçbir yerinde sevinivermeler kalmadı sanki…
Füruzan ile 14-15 yaşlarında, parasız yatılıda okurken tanıştım. Zaten onu tanıma sebebim de Parasız Yatılı kitabıydı. O dönemde kader inancıma da son derece teslim bir haldeydim. İhsan Oktay Anar’ın diliyle söylersek; Batıl inançlarım da son derece sağlamdı. İşin garibi, o çocuk yaşta ve o gurbet şartlarında bu kitap sanki ruhumun tefsiriydi. Özellikle kitaptaki Parasız Yatılı isimli öykü beni çok mutlu etmişti. Kitap sanki kaldığım devlet yurdunu tarif ediyordu. Aradan yıllar geçti. Derken Füruzan’ın deyişiyle ‘havadan’ uzun uzun konuşup ayağım suya değinmişçesine kendimi üniversitede buldum.
Solculuk, somut koşulların somut tahlilleri, yemekhane zamları, Kürt meselesi, Ortadoğu… derken bu sefer Füruzan’ın Kırk Yedi’liler kitabını okurken buldum kendimi. Nedense bu defa Parasız Yatılı’dan daha çok beğendim. Kitap solcuların gelenek ve ‘insani’ duygular ile imtihanını 47 doğumlu gençler üzerinden anlatıyordu. Özellikle duygu ve ‘etik’ olan şeyler karşısında devrimcilerin çeşitli paradokslarını anlatıyordu. Yazar kitabını Kiraz, Emine, Haydar gibi karakter üzerinden kah işkence pasajlarıyla kah kaskatı ‘devrimci ahlak’ dogmalarını, kırılgan bir anlatı üzerinden ve yine ironik bir mesafeden kurgulamıştı. Bugünümden bakarken fazla etkilenmesem de o dönem bana yoğun hisler yaşatmıştı bu kitap.
Hasılı kelam haydi barikata, molotof şişesinin aydınlığı, devrimci aşk idealleri, danslı devrimler-devrimli danslar tartışmaları sürerken AKP siyaseti, ülkenin her yerinde katmerleşti. Baskılar arttı, sol mevzi kaybetti, derken edebi zevkler de değişti. İnsanlar sanata, edebiyata daha çok meyletti. 2017 yılında Füruzan’ın Berlin’in Nar Çiçeği ve Gecenin Öteki Yüzü isimli kitaplarını okudum. Berlin’in Nar Çiçeği kitabını pek beğenmedim ve etkilenmedim. Fakat Gecenin Öteki Yüzü beni adeta çarptı.
O zamana kadar Binbir Gece Masalları’nda geçen, “Gündüz, gecenin sözlerini siler’’ anlayışı benim mottomdu. Fakat bu kitap, bu sözü hayatımdan sildi.
Bilenler bilir, Füruzan’ın eserlerinde kadınların sesi gür çıkar. Gecenin Öteki Yüzü’ndeki kadın isimleri bile enteresan geliyordu bana; Durkadın, Kamburun Selime vs… Kitaptaki duygu tasnifi, isimsiz kadınların gecesi ve hep bir ironi mesafesi… Bu kitaptan sonra gündüzün, gecenin evladı olduğuna karar verdim. Gecesi iyi geçmeyen hiçbir insanın yeterince iyi bir gündüze kapı aralamayacağına da inandım.
Füruzan’ın bana en keyif veren yanlarından biri ironi sermayesiydi. Füruzan en büyük ironisini sevgi-akıl, kadın-erkek, gelenek-yenilik arasındaki gelgitlerde yapıyordu.
Batılılaşmaya ironik yaklaştığı Özgürlük Atları’nda ‘’Sevgisizliği savunmayı aklı yüceltmek sandık’’ diyordu. Özellikle Batılılaşma serüvenine başkoyup ama şekilcilikten başka bir şey bilmeyen insanlara, ‘’Aklı savunuyoruz ama güzellikten yanayız’’ diyordu. Batılılaşma öyküsünün o şekilci girdabında kendi ruhunun esiri olan, viski ve rakı arasında dönen Batılılaşma macerasının tüm neferlerine sadece ironiyle bakardı.
O, Adalet Ağaoğlu’nun alegorik, Leyla Erbil’in karnavalesk, Şule Gürbüz’ün gerilimli anlatımlarından farklı olarak gerçek bir ironi ustasıydı. Füruzan hep akıllı görünme çabasında olup ‘’çağımızın abartılmış tilciklerini’’ kullanan şekilcileri sağlam bir yerden ti’ye alarak yazdı eserlerini ve geçti bu dünyadan…
Füruzan olarak var oldu ve Füruzan olarak gitti. Anne ve babasının soyadlarını bile almadı. Ruhu şad olsun.