Enis Aydın’ın izlenimleri
Cuma namazına beni sahil yolundan yetiştirmeyi tercih eden taksici, daha memleket sormadan siyasete girdi. AK Partiliyim diyordu, İmamoğlu’nun dişe dokunur bir şey yapmadığını düşünüyordu, arada partisine de dokunduruyordu. Ayasofya? Pek ilgili görünmüyordu, “hayırlı olsun” demekle yetinip konuyu değiştirdi, nasıl iflas ettiği konusuna geçti.
Yenikapı tabelasının görüldüğü andan itibaren, yolun kenarına kurulan sistemden salavat sesleri duyulmaya başladı. Sıkışan trafikten ümidi kesip Kumkapı’da indim. Tarihi Hipodrom’a doğru tırmanmaya başlamışken, eski bir politik-kurgu romanından bir sahne gözümün önünde belirdi.
Çocukluğumda okuduğum bu kitapta Ayasofya’daki ilk cuma namazı, Laleli’den Yenikapı’ya kadar taşan insan seliyle tasvir edilmişti. Sadece bu romanda değil, geçmişte birçok yazarın tahayyülünde Ayasofya’yı cami yapmak, dışarıda çok büyük olaylara, çalkantılara hatta savaşa sebebiyet verecek bir hareketti. Tüm İslam dünyası herkese karşı kıyam edecek, milyonların katıldığı ilk Cuma namazı da bunun sembolü olacaktı. Dünkü manzara ise bundan çok farklıydı.
Dört müezzinin ayrı minarelerden seslendiği “mukabeleli ezan”, iki senedir Ayasofya ile Sultanahmet Camii müezzinleri arasında okunuyordu. Bu uygulamayı o bölgede gelenek haline getiren asıl ikili Sultanahmet Camii ile tramvay durağının dibindeki mütevazı Firuz Ağa Camii idi.
At Meydanı’nın hemen altındaki sokağa ulaştığımda, polis noktalarıyla kapatılmış girişlerin önünde yüz kadar insanı bekler gördüm. Mabede daha yakın bir yere ulaşılamayacağı, dolayısıyla cemaatle birlikte namaz kılınamayacağı anlaşılınca seccadeler serildi, saf tutuldu.
250 metre uzaklıktaki Ayasofya’dan iftitah (başlangıç) tekbiri duyulmadan, bir genç cemaate yaklaşıp ayrı bir imam bulmaları gerektiğini, kılacakları namazın kabul olmayabileceğini söyledi.
Cami içindeki namaza gelirsek… Burada İslam’da cemaatle namaz kılmanın bir koşulunu anlatmak gerekir. Cemaat her zaman imamın bulunduğu hizadan geride durmak zorundadır. Buradaki cemaat ise kıbleye, imamlığa geçen Ali Erbaş’tan en az 30 metre daha yakındı. Lakin artık iş işten geçmişti: “Allah-u Ekber!”
Namazdan sonra protokolün dağılmasını bekleyen vatandaşlar, ikindiye doğru 50’şer 50’şer Ayasofya’ya girmeye başladı. Durdurulan metro seferlerinden dolayı geciken insanların da toplanmasıyla yoğunluk arttı, ardından içeriden gelen haberle ikindi namazının da Ayasofya içerisinde kılınamayacağı anlaşıldı. Kulak misafiri olduğum diyaloglardan biri:
– Sultanahmet’e gidelim madem.
– Yok be abi ya!
Bitmek bilmeyen sıradan umudu kesip Gülhane’ye doğru inerken küçük bir piyade alayıyla karşılaştım. Selamımı aldılar..
Elinde Kayı boyu simgesini taşıyan gence (solda), etraftan laf atanlara dikkat çekip “İYİ partili mi sanıyorlar” diye soruyorum. O ise “Yoruldum abi açıklamaktan” diyor.
Cadde üzerindeki birçok dükkânın, rekor katılım beklenen bir günde kapalı olduğunu da not etmek gerekir.
Havanın kararmasına yakın camiye girişler artık daha kolaydı. Sırada saatlerce beklemekten bitap düşüp sessizleşen insanlar, Ayasofya’ya girdikçe canlandı. Öğleden beri duyulmayan tekbirler içeride tavanları titretir derecede yükseldi. Ayakkabıları çıkarıp bastığımda ilk fark ettiğim, yere serilen ördekbaşı yeşili halının güneş ışığının yokluğunda boz bir yeşile döndüğü oldu.
Kıble tarafının üst yarım kubbesindeki Meryem Ana ve İsa freski üçgen şeklinde kumaşlarla,
“Güzel Kapısı” olarak bilinen eserin dibindeki mermer çıkıntı ve basamak ise maalesef ayakkabılarla kaplıydı.
İçeride namaz kılmak yasak olsa da, fırsatını bulup kısıtlı zamanı iç nartekste iki rekatlık “ziyaret namazı” ile değerlendirmek isteyenler bir engel ile karşılaşmadı.
Bir müfettiş gibi eserlerde bir eksik gedik var mı diye etrafı gözlerken önümde başlayan küçük çaplı itişme, bir uyarıyla hemen son buldu:
“Beyler Allah’ın evindeyiz artık! Burada kavga olmaz!”
Gözlem için gelenlerin, turistlerin oldukça az olduğu bir gündü. Yatsı namazı, Diyanet’in davet listesinde olmayanların cemaatle kıldığı ilk namaz oldu. Kalabalık sabah namazına kadar devam etti. PTT’nin özel pul bastırarak ölümsüzleştirdiği tarihi 24 Temmuz günü işte böyle geçti.