Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet dönemi boyunca, siyasi tansiyonun yükseldiği dönemlerde muhalefet liderlerine ve milletvekillerine yönelik saldırı ve suikastlerin yapıldığını biliyoruz.
Bunların pek azı tesadüfiydi; kimi devletin derinlerinde planlanmıştı, kimi de özellikle muhalefeti sindirmek için iktidarlar tarafından yürürlüğe sokulmuştu.
Çoğunun bütün boyutları belli bir zaman içinde açığa çıksa bile, bazılarının azmettiricileri bugüne kadar öğrenilemedi.
Daha seyrek olsa da, siyasal kutuplaşmanın arttığı dönemlerde iktidar yöneticilerine de dikkat çeken saldırılar yapıldı.
Bunların politik amaç güttüğü, bazı koşullarla birlikte değerlendirildiğinde ülkeyi belli bir noktaya sürüklemek için tetiklendikleri yaşayarak görüldü.
Saldırılarda rol alan piyonlar ise, özellikle iktidar sözcülerince, genellikle “meczup, ayak takımı, uyuşturucu bağımlısı, sarhoş, raporlu, vb.” sıfatlarla kamuoyuna sunuldular. Bu olayları ise sıklıkla “münferit” olarak değerlendirmeyi tercih ettiler.
Çoğu zaman toplumsal muhalefet, bu yanıltıcı ve koşullandırıcı nitelemelere itibar etmeyip, işin esasının farklı olduğunu hissetti; saldırıya uğrayan kişilerin, bir plana göre seçildiklerine inandı.
Olaylar mahkemeye taşınıp sanıklar konuşunca ya da ilerleyen yıllarda hatıralar yayınlanınca, gerçeklerin iktidarların iddia ettiğinden çok farklı olduğu ortaya çıktı.
Yakın tarihin ibretlik olayları
Osmanlı’da yaşananları bir yana bırakıp, son 70 yıldır yaşadığımız şu çok partili döneme bakmak bile insanın ruhunu karartıyor.
Ülkenin kaderinde söz sahibi olup da saldırı ya da suikastle karşı karşıya gelmemiş kimse neredeyse yok gibi.
Türkiye, bu fazla uzun olmayan çok partili demokrasi yıllarına, İsmet İnönü’nün Uşak ve İstanbul Topkapı’da; yeni başbakan olmuş Süleyman Demirel’in Ankara’da; zamanın muhalefet lideri Ecevit’in Bolu Gerede meydanında ve İzmir Çiğli’de; Turgut Özal’ın partisinin 2. Kongresi’nde, Ankara’da; Mesut Yılmaz’ın Budapeşte’de; Ahmet Türk’ün Samsun’da; Taner Yıldız’ın Kayseri’de ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara Çubuk’ta saldırıya ve/veya suikast girişimine maruz kalmasını sığdırmış bir ülke, ne yazık ki!
Parlamento bünyesinde yaşanan itiş kakışları, kavgaları ve hatta ölümle biten olayları ise (TBMM’de DYP Şanlıurfa milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu’nun MHP İçel milletvekili Cahit Tekelioğlu’ndan yediği bir yumrukla kalp krizi geçirip ölmesi) bu kapsamın dışında tutuyorum.
Milletvekilinin dövülmesi bahane kaldırmaz
Fikirlerin gücünden çok, şişirilmiş pazuya ve namluya sürülmüş mermiye değer veren siyasal kültürün tavır ve söylemleri bizi sarıp sarmalamış ve önümüzde boylu boyunca uzanmış duruyor.
Bu bağlamda son vahim vukuat, 30 Ağustos günü saatler gece yarısını geçerken Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay’ın Kadıköy’de bir mekândan çıkarken kendisini takip eden beş kişi tarafından ara sokakta sıkıştırılıp dövülmesi olayıdır.
Hadisenin geri planında Barış Atay’ın, Batman’da İpek Er isimli genç kıza tecavüz edip intihar etmesine neden olan Jandarma uzman çavuşu (daha sonra ilişkisi kesildi) Musa Orhan’ın önce tutuklanıp sonra tahliye edilmesi nedeniyle, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu suçlaması var.
Önce Barış Atay, İçişleri Bakanı’na “Sen bir seri tecavüzcüyü korudun, kolladın” şeklinde itham edici sert ve sivri bir tweet attı. Bakan ise cevaben, partisi HDP’den ihraç edilmiş olan milletvekili Tuma Çelik’i hatırlatıp “…benden tecavüzcü kollayıcısı olmaz da, senden tam tecavüzcü olur. Tuma’nın kollayıcısı, dikkat yakalanma” deyip, hem tehdit ima eden, hem de ağır kişisel hakaret kapsamına giren cümleler kullandı.
Barış Atay’ın o mesajıyla aceleci davrandığını, iktidarın asayiş ve adalet konularında en fazla öne çıkan mensubunu söz konusu olayda eleştirirken dilinin ölçüsünü kaçırdığını ileri sürenler şüphesiz olacaktır.
İpek Er’in ölümünden duyulan infial görülmeliydi
Tecavüz, intihara teşebbüs ve günlerce süren yaşam savaşının sonrasında gelen haksız bir ölüm. Üstelik genç mi genç bir ölüm!
Hayatının baharında göçüp giden bir genç kadını ve elini kolunu sallayarak aramızda dolaşan o kişiyi düşündüğümüzde, bir milletvekili tarafından gösterilen infial ve sınırları zorlayan sert sözlerinin karşılığında, yurttaşın mal ve can güvenliğinden sorumlu bir bakanının yapacağı ilk iş böyle tehdit iması ve daha ağır, hakaret içeren sözler olamaz.
Bakan toplumdaki infiali görmeliydi.
Bakan Soylu, isteseydi tahliye konusunda bir dahlinin olmadığını, davanın henüz yeni başladığını filan söyleyip Atay’a karşı ağır sözleri nedeniyle mahkeme yoluna başvurabilirdi. Kimse kusura bakmasın, ama Sayın Bakan kabadayıları aratmayacak sözler söyleyip, el yükseltmeyi tercih etti. Zemin tamamen değişti. Sonuç ortada. Bunun mazereti olamaz.
19 yıllık bir iktidardan daha toleranslı olması beklenirken bunların yaşanması, içine girmekte olduğumuz riskin bütün ipuçlarını veriyor.
Rahatsız olan yargıya gider…
Neyse ki TBMM Başkanı, ötesine berisine bakmadan olayı kınadı ve milletvekilini sahiplendi. Meselenin takipçisi olacaklarını açıkladı.
Buna karşılık AK Parti’nin sözcüsü Ömer Çelik’in değerlendirmesi, olan bitenin üzerine tüy dikti. “Atay’ın o sözleri hak ettiğine” benzer şeyler söyledi. Barış Atay’ı düelloya çağırmadığı kaldı. Bu, Türkiye’de demokrasinin geleceği adına tam bir hayal kırıklığıydı.
Olayın bir başka yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum: Sizce İçişleri Bakanı Soylu ve AK Parti Sözcüsü’nün meseleyi adli mercilere taşıma konusuna burun kıvırmalarında bir gariplik yok mu?
Hadi biz vatandaşlar, adaletten, yargı kurum ve uygulamalarından, diyelim ki umudu kestik. Her şey tek elde toplanmış ve pek bir beklentimiz yok. Bu yönüyle Türkiye’deki mevcut rejimi ayıplı bir rejim olarak değerlendiriyoruz. Ama iktidar mensuplarına ne demeli? Her şey ellerinin altında, ama bir milletvekilinin kendilerince uygun bulunmayan sözlerini neden yargıya götürmekten sakınıyorlar?..
Şunu da belirtmeden bitirmek istemem. Barış Atay ve partisi hakkında değişik düşüncelere sahip olmak mümkün. Ciddi eleştirilere konu da olabilirler. Ama ona vurulan bir fiske, ona iradesini teslim eden seçmene, muhalefete, halka vurulmuştur. Hiç unutulmamalı. İktidar bunu görmeli. Bu vaka-i âdiyeden değildir. Böyle şeyler iktidarın ayağına dolanır.
İçişleri Bakanlığı saldırganların yakalandığını ve üçünün tutuklandığını yeni duyurdu. Bakalım, gece yarısı bu beş kişi nasıl bir araya gelip milletvekilini dövme kararı almışlar? Bu çapta bir suçun kendilerine getirmesi muhtemel ağır hukuksal yükleri, bu kadar kolaylıkla taşımayı nasıl göze almışlar, öğreneceğiz. Belki…