Belgin: Açık, anlaşılır…
1959 yılında doğmuşum. 1989’da öldürüldüm.
7 yaşındayken babam ortadan kayboldu. 17 yaşında konservatuarı bırakmış bir PTT memuruydum. Aslında amacım şarkı söylemekti. Söyledim de. Zamanın ünlü şarkıcılarıyla aynı sahneyi paylaştım: İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Bülent Ersoy…
Hayatım bana “aşık” adamların zorbalıklarıyla, dayaklarıyla, kıskançlıklarıyla, yalanlarıyla geçti.
23 yaşındayken “aşk” için yüzüme kezzap atıldı, tek gözümü, yüzümün yarısını kaybettim. O “aşk adamları” kovaladı, ben kaçtım. Fırsat bulduğumda hep sahneye çıktım, şarkı söylemeye devam ettim. “Çetin ceviz” dediler bana, öyleydim ama çok kırıldım, parçalandım. “Aşk”a inanmaya devam ettim. Yüzümün yarısını götüren adam hapiste diye de acı çektim. İsyan ederken de, kaderimi kabullenip boyun eğdiğim zamanlarda da…
Hiçbir şey yetmedi teselli bulmama. Sonunda altı kurşunla öldürüldüm. Sebebine yine aşk dediler… Kim neye inanırsa artık…
Aslında her şey açık ve anlaşılırdı. Bir ben anlamadım. Anlasaydım “aşk”a da, aşkın arkasına saklanan canilere de inanmazdım. Ama olmadı, gerçekten sevilebileceğime inanmayı çok istedim.
Bana boşuna “Acıların kadını” demediniz. Bense güzel bir şehir olduğu için Bergen denmesini istemiştim.
14 Ağustos Bergen’in ölümünün 31. yıldönümüydü. Hakkında çıkan birkaç yazıyı okurken içimden değişik evrelerine, acılarına geçmişte şahit olduğumuz bu acıklı hikayeyi, bu kelimelerle ve bu üslupla yazmak geldi. Çünkü Instagram’da samimiyetine hayran kalarak takip ettiğim “Hayatlarımıza dokunmuş kadınların hikayeleri” hakkındaki “onlyherstory” hesabında anlatılsaydı, buna çok benzer şeyler yazarlardı diye düşündüm.
Bergen’in hayatı çok acıklı, biliyoruz. Tüm bu korkunç olaylar gözümüzün önünde cereyan etti üstelik. Belli bir yaşın üstündeki kadınlardan Bergen’e çok üzülmemiş kimse yoktur. Adı gibi açık ve ne hikmetse anlaşılır şekilde geldi geçti gazete sayfalarından, korsan kasetlerden, pavyonlardan, gazinolardan Bergen. Herkesin eli kolu bağlı ama aşina olduğu bir hikaye.
Aslında kadınların uzaktan ya da yakından şahit olduğumuz ya da bizzat yaşadığımız zor hikayelerine hepimiz alışığız. Ama hepsi Bergen’in hayatı gibi gözümüzün önünde “açık” olarak yaşanmıyor. Bu hayatlar bize ne kadar tanıdık olursa olsun, zorlukların, mücadelelerin ve patriyarkal sistemde kadınların hayatlarının dillendirilmediğini de biliyoruz. Yok saymak bu sistemin en güçlü silahlarından. Derdini anlatan kadın makbul bulunmaz buralarda. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, her sınıftan kadın susmaya zorlanır hep. Hem erkekler tarafından hem de erkek bakışlı ve gücünü bu bakıştan almak zorunda kalmış diğer kadınlar tarafından. Konuşan arsızdır, rahatsız edicidir, hatta bazen ahlaksızdır. Oysa çaresizlik hissi ağırdır ve ifade etmek bu ağırlığı paylaşmak açısından, kadınların kendini suçlamaktan vaz geçmesi için çok önemlidir.
“Onlyherstory” projesinde, işte bu daha önce dillendirilmemiş zor hayatlardan bahsediliyor. Sıradan kadınların hep mücadeleyle dolu ama her biri eşsiz hayatları anlatılıyor. Bazen beş-on cümleyle, bazen biraz daha uzun. Türkçe ve İngilizce metinlerle, bazen de hikayenin ulaştırıldığı Türkiye’nin diğer lisanlarında.
22 Ağustos’ta yayımladıkları Diyarbakırlı Naciye Hanımın hikayesi örneğin, Türkçe, Kurmancî ve İngilizce olmak üzere üç ayrı dilde şu kelimelerle başlıyor:
“Naciye: Kurtulan, selamete kavuşan…
Naciye: Rizgarbûyî…
Naciye: One who survived, reached safety…”
Her dilde ayrı ifade edilse de kadınların hüzünlü ama gönülden ortak lisanı ile devam ediyor hikayeler…
Projenin kurucuları Derya ve Duygu Atlas kardeşler ve Mesut Alp. Derya ve Duygu Atlas, İzmirli bir ailenin, babaları onlar küçük yaştayken öldükten sonra çok sayıda kadınla ve onların hikayeleriyle büyümüş kızları.
Kadınlarla ve onların hikayeleriyle büyümüş çocuklar başka olur. Kadınların dünyasında yetişmiş çocukların içine kadınların sıradan hikayelerinin bile ne kadar mücadele dolu olduğu kazınmıştır. Hayatın ne kadar umutlu olabileceği de yanına eklenir, kadınlar umutsuz olamazlar çoğunlukla, bu da büyük bir güçtür tabii ki.
Derya ve Duygu Atlas da kendi ailelerinden kadınların hikayelerini anlatarak başlatmışlar projeyi. Daha sonra okurların yakınlarındaki kadınların hikayeleriyle devam etmişler. Mesut Alp de projeye katılmış. Şimdi hepsi yurt dışında yaşayan üç kişiler.
Duygu Atlas tarih doktoru. Başta Yahudiler olmak üzere Türkiye’deki azınlıklar üzerine çalışmalar yapıyor. Derya Atlas, İngiltere’de devlet inovasyon ajansında proje yöneticisi olarak çalışıyor, aynı zamanda yazar. Mesut Alp de deneyimli bir arkeolog. Bu aralar, Duygu Atlas ile birlikte “öteki”nin hikayesini anlatabilecekleri belgesel ve film prodüksiyonları yapma projesinin de peşindeler.
“Ses Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu”nda projenin kurucularından Derya Atlas ile yapılan görüşmeye rastladım. (http://esitlikadaletkadin.org/onlyherstory-siradan-kadinlarin-hikayesini-anlatmak/) Toplumsal Tarih dergisinin Temmuz sayısında da bu üçlü ile yapılmış bir röportaj var.
“Kadın mücadelesi bu hikayelerin tam ortasında. Bir kere her kadının mücadelesi hep aleyhlerine işleyen ve onu bir gruba koymaya çalışan patriyarkal düzene karşı. Doğdukları dönem, yaşadıkları coğrafya, konuştukları dil ve sahip oldukları inançlara göre daha katmanlı mücadelelere dönüşüyor bu hikayeler. Daha kapsayıcı bir kadın dayanışması için tek tip değil, daha çok farklı kadın deneyimlerini konuşmaya ihtiyacımız var. Onlyherstory’nin ulaştığı kitlenin büyüklüğü ve çeşitliliği görünce bunu bir nebze başarabildiğimizi düşünüyoruz.”
“Onlyherstory” hesabının Instagram’da 62 bin civarında takipçisi var. Yakında web sayfasını da açmayı, bu konuyla ilgili sergi düzenlemeyi ve hatta bu güzel kadınların zor hikayelerini kitaplaştırmayı da düşünüyorlar.
Kadın cinayetlerinin günlük yaşamın bir parçası olduğu, kadına şiddetin en güçlü olduğunu sandığımız kadınlar açısından bile tehdit oluşturabilecek kadar yaygın olduğu bir ülkede yaşamanın ağırlığı var üzerimizde. Kadınları duymak, hayatlarını bilmek, anlamak hepimize iyi gelebilir. “Onlyherstory” projesindeki kendilerini duyuramadan yaşayıp gitmiş kadınların hikayeleri de bazılarımıza çok şey anlatabilir. Popüler sosyal medya etiketindeki ifade ile “kadın kadının yurdudur” ve bu hikayeler biz kadınların ortak hikayeleridir.