“Yeminli Türk düşmanı”, “Çirkin Amerikalı”, “Türkiye’yi sevmeyenler cephesi”, “Perakende terbiyesiz”, “Küstaha fırça”, “Rum kuklası”.
Bunlar ABD’nin 46’ıncı başkanı Joe Biden hakkında 80’li, 90’lı, 2000’li yıllarda Türkiye’deki gazetelerde atılmış başlıklardan bazıları.
Bu uzun yıllar boyunca yolunun Türkiye ile kesişmiş olması normal.
Çünkü karşımızda 12 gün sonra 78 yaşına girerek 244 yıllık ABD tarihinde yemin ederken en yaşlı ABD başkanı unvanı alacak, 1972 yılında 30 yaşında ABD tarihinin en genç altıncı senatörü olarak girdiği Senato’da Başkan Yardımcısı olduğu 2008 yılına kadar aralıksız 36 yıl kalmış ve Dış İlişkiler Komitesi’nde çalışmış bir siyasetçi var.
Ve bu hikayenin başlangıcında da Biden daha iki yıllık senatörken meydana gelen 1974’teki Kıbrıs harekatı var.
Biden, Delaware eyaleti senatörü. Başkanlık seçimi zafer konuşması için de bu yüzden 36 yıl boyunca temsil ettiği Delaware’in en büyük ve kalabalık şehri memleketi Wilmington’u seçti.
Wilmington,19’uncu yüzyıldan bu yana Yunanların göç ettiği, 1934’den beri bir Rum Ortodoks Kilisesi olan, her yıl festivaller yapacak kadar örgütlü ve kalabalık bir Yunan nüfusuna sahip bir şehir.
1974 Kıbrıs Harekatı olunca da Wilmington’daki Rum Ortodoks cemaati harekete geçti. Tabii ilk yaptıkları eyaletin kongre üyelerine ulaşmak oldu. Bunlardan biri de 32 yaşındaki genç senatör Biden’dı.
Genç Biden’a nasıl Kıbrıs’taki Rum tezlerinin anlatıldığı ve onların güçlü bir savunucusu haline geldiğini, Delaware’deki Yunan cemaatinin önde gelen isimlerinden biri olan eski askeri istihbaratçı Dean Lomis, “Joe Biden’ın Helenleştirilmesi” başlıklı makalesinde anlatıyor.
Yani Biden kendi seçim çevresinde etkili olan Yunan cemaatinin etkisiyle 1974’ten itibaren Kıbrıs konusunda Türkiye karşıtı bir çizgide yer almış. Hatta NATO ittifakı ve Sovyet tehdidi yüzünden Türkiye’ye yakın duran Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’la da karşı karşıya gelmiş.
Kıbrıs Harekatı sonrası ABD senatosundan geçirilen Türkiye’ye ambargo kararı için çalışan senatörlerden de biri.
Murat Yetkin’in yayınladığı 1980 yılının nisan ayında 38 yaşında genç bir senatör olarak geldiği Ankara’da dönemin muhalefet lideri Bülent Ecevit’le çekilmiş fotoğraf da aslında yine bir Yunan lobiciliği faaliyeti.
O ziyaret sırasında ABD Senatosu’nun Dış İlişkileri Komitesi’nin Avrupa Komisyonu başkanı olan Biden, kendisiyle birlikte Ankara’ya gelen üç senatörle Ecevit’ten önce 1 saat 20 dakika boyunca Başbakan Demirel ile görüşmüştü. Ardından Türkiye’nin o günlerde var olan senatosunun Dış ilişkiler Komitesi Başkanı’yla, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri ile ve son olarak da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile de görüşmüşlerdi.
Her ne kadar o günler Dışişleri Bakanlığı bu ziyaret için “Paskalya tatillerini geçirmek için Türkiye’ye geldiler” dese de senatörlerin bütün görüşmelerinde ana mesele NATO’ya dönmek isteyen Yunanistan’la ilgili Türkiye’nin NATO’daki veto hakkını kaldırmasıydı.
Nitekim o günkü gazetelerde bu görüşmeyle ilgili konuşan Başbakan Demirel ve CHP lideri Ecevit, Türkiye’nin hangi şartlarda bu vetoyu kaldırabileceğini senatörlere anlattıklarını söylemişler. Zaten Biden da Ankara’dan Atina’ya geçmiş.
Türkiye’nin NATO’daki Yunanistan vetosunu ise bu görüşmelerden altı ay sonra darbeyle işbaşına gelecek Kenan Evren kaldırmıştı.
Biden bu ziyaret öncesi ABD senatosunda, Yunanistan vetosunu kaldırmaya ikna etmek için Türkiye’ye yönelik ambargonun kaldırılmasına destek veren senatörlerden de biriydi.
80’ler, 90’lar boyunca da Biden ABD’de Ermeni soykırımı tasarılarında imzası olan, Türkiye’yi Kıbrıs ve Yunanistan yüzünden sürekli eleştiren senatörlerden biri oldu.
O yüzden de gazetelerde adı ABD’deki “Türkiye’yi sevmeyenler cephesine” yazılmıştı.
Türkiye ABD’nin çok yakın bir NATO müttefiki olduğu için Biden’ın bu pozisyonu ABD dış politikasına da muhalif bir demokrat pozisyona tekabül ediyordu.
Genel olarak Biden, ABD dış politikasına muhalifti ve pragmatik değil demokrasi ve insan haklarına duyarlı idealist bir dış politikayı savunuyordu.
1991 Körfez Savaşı’na karşı Baba Bush’u en çok eleştiren senatörlerden biri olarak da o günlerde Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında duran Türkiye ile farklı cephelerdeydi.
Ama 1990’ların başında Biden ile Türkiye’nin aynı yerde durduğu bir mesele vardı: Bosna savaşı.
Biden, Joe Lieberman ve Robert Dole ile birlikte ABD senatosunda katliamlara maruz kalan Müslüman Boşnakların en büyük destekçilerinden biriydi. 1995’de ABD Senatosu’nun Bosnalı Müslümanlara yönelik silah ambargosunu kaldırmasına öncülük eden senatörler arasındaydı, Bosna’da Sırp mevzilerine yönelik askeri müdahaleyi hararetle desteklemişti.
O günlerde Senato’da yaptığı konuşmalardan birinde Sırpların Bosnalı Müslümanlara yönelik zalimliklerini anlatırken “Yahudilere yapılan şimdi Müslümanlara yapılıyor. Bu soykırımdır. Mladiç, Karadziç, Miloseviç savaş suçlusudur, Himmler’den farkları yoktur. Bunu izleyecek miyiz” demişti.
Promises to Keep adlı hatıralarına göre 1993 yılında görüştüğü ve savaş suçları mahkemesinde yargılanırken ölen Sırbistan lideri Miloseviç’e “Sen lanet olası bir savaş suçlususun ve yargılanmalısın” demişti.
Biden’ın esas olarak Türkiye’de “Yeminli Türk düşmanı”, “Çirkin Amerikalı”, “Perakende terbiyesiz”, “Küstaha fırça”, “Rum kuklası” diye manşetlere çıkması ise 1999 yılında yaşananlar yüzünden olmuştu.
1999’da ABD’yi ziyaret eden ve Türkiye için kredi arayan her ikisi de rahmetli olan Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, ABD senatörlerinin de katıldığı bir toplantıda Biden’la karşılaşmışlardı. İşte o toplantıda söz alan Joe Biden, Türkiye’deki gazetelerin haberlerine göre “ABD’ye muhtaçsınız. Ancak ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı yok. Kredi ihtiyacınızın da olduğunu biliyorum. Kıbrıs sorununu çözün, istenenleri yerine getirin, size yardımcı olalım. Aksi takdirde hiçbir yere varamazsınız” demişti.
Yine gazete haberlerine göre İsmail Cem bu sözlere “Kıbrıs’ta bir yere varamazsak varamayız. Buraya avuç açmaya gelmedik” demiş Ecevit ise “Kıbrıs meselesi 1974’te bitmiştir. Anladınız mı Sayın Senatör” diye Biden’ı terslemişti. Amerikan versiyonuna göre Ecevit’in “Bunu yapamazsınız” çıkışına Biden, “Öyle bir yaparım ki” manasında bir yanıt vermişti.
İşte bu diyalog sonrası ertesi günkü tüm gazetelerin manşetlerindeydi Joe Biden.
Fakat 2000’lerde artık hem Türkiye hem de Biden değişmeye başladı.
Türkiye’de artık Kıbrıs’ta çözümü savunan bir iktidar vardı. Biden da 11 Eylül sonrasının etkisiyle artık daha az muhalif bir Demokrat senatördü. Afganistan işgalini ve ardından Irak işgalini desteklemişti.
Sonra Irak’ın üç federatif bölgeye bölünmesini (Kürt, Sünni ve Şii) savundu. Kürt meselesiyle duyarlılığı da böyle başladı.
Guantanamo’nın kapatılması için ABD senatosunda mücadele etti.
AK Parti iktidarıyla en yakın ilişkileri ise 2008’de Başkan yardımcısı olduktan sonra kurdu. Özellikle de Arap baharı sonrası Türkiye’nin bir demokrasi modeli olduğu zamanlarda.
Bu iyi ilişkilerin zirvesi 2011’deki Türkiye ziyaretiydi.
O günlerde ameliyat olan evinde dinlenen Başbakan Erdoğan’ı Kısıklı’daki evinde ziyaret etmiş, ziyaret sırasında terlik giyerek ertesi günkü gazetelerin manşetlerine çıkmıştı.
Samatya’da balık pazarında alışveriş yapması, Balık pazarındaki esnafla sohbet etmesi, bir şarküteriden peynir, zeytin ve bal aldıktan sonra tarihi Develi Restaurant’da kebap ve baklava yemesi, boğazı izlemek için Boğaz Köprüsü’nden arabasını 10 kilometreyle sürdürmesi, “Türkiye’de huzur içinde yaşıyorsunuz” açıklamalarıyla bir anda halkın, siyasetin, medyanın sempatisini kazanmıştı.
Bir anda 90’ların “Çirkin Amerkalı”sı, sempatik Amerikalı’ya dönmüştü.
Ziyarete ilişkin New York Times’ın haberini hatırlayalım:
“Biden ve danışmanları terlik giyip Erdoğan tarafından oğlu, kızı ve damadı ile tanıştırıldılar. 1952 yılından beri NATO müttefikleri olan Türkiye ile ABD arasında Obama Yönetimi döneminde zengin ama karmaşık bir ilişki var. Biden, İstanbul’daki zirvede Başbakan Yardımcısı Babacan’ın krizdeki Avrupa’ya yönelik “Türkiye’deki hükümet gibi güçlü bir hükümet olsa sorunlar çözülür” sözlerini yanıtsız bırakmadı. Babacan’ın “Küçük balığı büyük balık değil, hızlı balık yer” sözleri üzerine Biden iğneli bir üslup ile “Bizim ekonomimizin, bizden sonraki en büyük ekonomiden 3.5 kat ve sonraki 4 ekonominin toplamından daha büyük olduğu gerçeği, dünyada olup bitenlere karşı bize bağışıklık sağlamaz” diyerek genç köpekbalıkları denizinde ABD’nin hala balina olduğunu anımsattı.”
Bugün Trump’la ilgili söylenenlerin o gün Obama ile ilgili söylendiği günlerdi: “Erdoğan Obama ve Biden ile kişisel dostluğuyla sorunları çözüyor.”
Peki daha sonra Türkiye’ye ve Biden’a ne oldu? Neden ilişkiler bozuldu?
Türkiye’de demokrasi konusunda geri adımlar atıldı. ABD’de Suriye meselesi üzerinden Türkiye’ye bakış değişti ve ilişkiler geriledi.
Buna Biden’ın Amerikan tarzı rahat üslubu da tuz biber ekti.
2014’de Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşma büyük bir krize dönüşmüştü:
“Bölgedeki müttefiklerimiz, Suriye’deki en büyük problemimizdi” diyerek şunları söylemişti: “Türkler, ki çok iyi dostumuzdur ve benim de uzun süre vakit geçirdiğim Erdoğan’la harika bir ilişkim var. Suudiler, Emirlikler vs… Ne yapıyorlardı? Esad’ı devirme ve bir Sünni-Şii vekalet savaşı çıkarmada çok kararlıydılar. Ne yaptılar? Esad’la savaşacak herkese yüz milyonlarca dolar para ve on binlerce ton silah akıttılar, El Nusra, El Kaide için destek olacak, dünyanın diğer yerlerinden gelen cihadistlerin aşırı unsurlarını kabul ettiler.” Biden ayrıca “Birden bire herkes uyandı” diyerek, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, ki eski bir dosttur, bana dedi ki, siz haklıydınız, çok fazla insanın (Suriye’ye) geçişine izin verdik, şimdi sınırı mühürlemeye çalışıyoruz”
Bu konuşmadan sonra Biden, arayıp Erdoğan’dan özür diledi.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında ABD yönetiminin ortada kalan tavrıyla gerilen ilişkileri de darbeden bir ay sonra Ankara’ya gelen Biden tamir etmeye çalışmıştı.
Erdoğan’la düzenlediği basın toplantısında söylediği “Yeterli düzeyde empati gösterilmediği konusunda düşünceler var. Darbe girişimine gerektiği gibi tepki veremediğimiz için şahsen Türkiye’ye geldim.”
“Kişisel olarak buraya geldiğimde de başkanı temsil eden birisi olarak tüm ülkenize ve meslektaşlarınıza ne kadar üzgün olduğumuzu aktarmak istiyorum. ABD halkı, ABD olarak yanınızdayız. Özür dilerim, keşke daha erken burada olabilseydim. Sizin halkınıza hayranız” sözleriyle bir kere daha ertesi günkü gazetelerde sempati yaratmıştı.
Ve nihayet herkesin bildiği son krizde başkan adaylığı sırasında, New York Times’ın “endersoment”ını kapmak için “Türkiye’deki iktidarı darbeyle değil, sandıkta devirmek için muhalefete destek verilmesi gerektiği”ni söyledi ve Ankara’da hem iktidarın hem de muhalefetin haklı ve sert tepkisini çekti.
Bu konuda bir açıklama yapmadı, en son İzmir depreminden sonran Trump’ın yapmadığını yapıp Türkiye’ye geçmiş olsun mesajı yayınladı. Belki de bu konuşmasının mahcubiyetiyle.
Peki bu 48 yıllık kariyerden sonra dört yıllık Biden döneminde Amerika ile Türkiye’nin ilişkileri nasıl olur?
Aslında Biden’ın şu ana kadarki dış politika konuşmaları, yazıları ve hazırladığı dokümanlarda Türkiye’nin adı geçmiyor.
Yani bizde zannedildiği gibi yatıp kalkıp Türkiye ile uğraşmıyor.
Nisan ayında Foreign Affairs dergisinde çıkan ve dış politikasını anlattığı “Neden Amerika Yeniden Liderlik Etmeli” başlıklı makalesinde de Türkiye adı geçen ülkelerden biri değil.
Ama bu Türkiye için harika bir haber değil.
Çünkü makalede 45 kez demokrasi kelimesi geçiyor.
Dış politika üzerine yazılmış bir makalede demokrasiden bu kadar sık bahsedilmesi tuhaf değil.
Çünkü bütün Demokratlar gibi Biden da dış politikasını iç politikasının bir devamı olarak kurgulayacak.
Ama özellikle bu dört yılda bunun tonu artacaktır.
Çünkü içeride Trump’ın anti-demokrat, popülist siyasetiyle mücadelelerini dışarıda da benzer popülist liderlere karşı devam ettirmek isteyeceklerdir.
Özellikle Trump döneminde ABD’nin “özgür dünyanın lideri” olma sıfatını kaybetmesinden, bunu bazen Macron’a, bazen Merkel’e kaptırmasından da büyük bir rahatsızlık var.
Tekrar bu liderliği kazanmak için demokrasi ve insan hakları konusunda daha müdahaleci bir ABD görebiliriz.
Biden ve çevresinin Trump’a en büyük eleştirilerinden biri de otoriter liderlerle olan muhabbeti.
Listenin başında Putin var. Zaten Foreign Affairs makalemesinde de Putin ve Rusya’ya özel bir yer ayrılmış.
Türkiye bu açıdan da ABD ve Rusya arasında bir tercih yapmaya zorlanabilir. Özellikle S-400 meselesi bunun bir testine çevrilebilir.
Özellikle Trump’ın Suriye’den çekilme tarzını ve Kürtleri yüzüstü bıraktığını söyleyen Demokratlar, Biden iktidarında bunu telafi etmeye çalışacaktır. Bu da Türkiye ile gerilimleri artırabilir.
Biden, seçim öncesi açıklamalarında Ortadoğu’da ABD’ye sadece IŞİD ve El Kaide ile mücadele rolü biçmişti. Bu Kürtlerle olan ittifakı artırabilir ama aynı zamanda Türkiye ile bu konuda işbirliği kapılarını da açabilir.
Yani Türkiye, Trump döneminden çıkış heyecanıyla tüm dünyada demokratik değerlerin savunucusu bir Amerika’yla sorunlar yaşayabilir. Tabii demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaşan bir Türkiye için problem bu.
Nitekim Biden Wilmington’daki zafer konuşmasında “Bu akşam bütün dünya bizi izliyor. İnanıyorum ki ABD, dünya için bir yol göstericidir. Gücümüzle değil, örnekliğimizin gücüyle önderlik edeceğiz” sözleri buna işaret.
Ama Biden’ın pragmatizmi ile Erdoğan’ın pragmatizmi birleşip voltranı da oluşturabilir.
Yani sadece ABD başkanının ne yapacağı değil, Türkiye’nin de ne yapacağı ve nasıl bir yol izleyeceği önümüzdeki dört yılı belirleyecek.