Hikâye bu ya; bir ramazan günü sokakta sigara içen birinin karşısına Erzurumlu iki ‘yiğit delikanlı’ çıkar. “Vay sen misin ramazanda sokakta sigara içen” diyerek adama girişirler. Yediği dayaktan yüzü kanlar içinde kalan adam, bir süre sonra kendisini döven iki kişiyi sigara içerken görür. Yediği dayağın öfkesiyle, “Az önce beni oruç tutmadığım için tekme tokat dövdünüz, şimdi siz sigara içiyorsunuz…” Diye çıkışır. Dayakçılardan cevap: “Biz tutmirik, tutturirirk.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salgınla ilgili açıkladığı son önlemleri dinlerken aklıma ilk gelen şey bu hikâye oldu. Öyle ya; devlet oruç tutmayacağına göre Erzurumlu iki arkadaşın yaptığı gibi ‘sopasıyla’ vatandaşa zorla oruç tutturacak, tutmayanların görünür olmasını önleyecek. Ramazan ayının başladığı ilk güne kadar ‘salgının yayılma tehlikesinin’ olmadığı için açık olan kafe ve lokantaların, ramazan başlar başlamaz kapatılmasının başka bir izahı olmaz herhalde.
Dünyada pandeminin başladığı günden itibaren ülkemizi yönetenlerin aldıkları önlemler sayesinde şu anda Avrupa ülkeleri arasında birinci sıraya yükseldik. İstikrarsızlığın istikrarının getirdiği büyük bir başarıdır bu! Ülkemiz baştan sona kırmızıya boyanırken, hemen her şehir alarm verirken mavi kalan birkaç şehri de kaybetmeyi başardık. Bir yılı aşkın sürede yeni vaka sayısının 39 bine ulaşmasıyla rekor kırdık. Hal böyleyken alınan yeni önlemlerin, özellikle 10 gün sonra başlayacak ramazan ayında kafe ve lokantaların kapatılmasının amacı herhalde vakaların yayılmasının önlenmesi olmasa gerek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti kongrelerinde salonların ‘lebaleb’ dolu olmasıyla övündüğü günlerde, uzun süredir kapalı olan lokanta ve kafelerin sahiplerinin isyanını dindirmek için onlara kısa süreli bir ‘ulufe’ bahşedildi. Dükkânlarını yeniden açanlar belki de mesafe kuralına en çok uyan kesim oldu. Mekânları denetlendi, santimle ölçüyü kaçıranlar ağır cezalar yedi. Hal böyleyken, virüs önlemleri kapsamında yeniden kapatılmalarının ‘dinin gereğinin’ devlet eliyle topluma dayatma olmadığını kim iddia edebilir.
Her alanda freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağıya giden bir ülkede ramazan ayı boyunca kafe ve lokantaları kapatarak mı önleyeceğiz pandeminin yayılmasını? Şehirlerarası otobüslerde yüzde elli şartının kaldırıldığı, bu vesileyle şehirlerin birbirlerine virüsü geçirme yarışına girdiği şu günlerde alınan bu kararların insan aklıyla açıklamasının yapılması mümkün değil. Zaten ortada akıl falan da kalmadı, memleketin başında bir tek huni eksik.
Ramazan ayı boyunca kafe ve lokantaların kapalı kalacak olması yetmemiş olacak ki bir de ona teravih namazı eklendi. Gün içinde kafe ve lokantalar kapalı ama gece teravih namazı kılmak için camilere gitmek serbest! Aslında dinen kılınması farz olmayan, evlerde de kılınabilen teravih namazını camilere taşımanın mantığı, ramazan ayında dini hassasiyetleri tavan yapan halkımıza devletlünün verdiği bir ulufe olsa gerek. Özellikle batı şehirlerinde teravih namazları sokağa çıkma saatlerine denk gelecek. Haliyle sokaklar dolup taşacak. Bu yasakları ihlal edenler gitsin ya da gitmesin ‘teravih namazından geliyorum ya da teravihe gidiyorum’ dese ne denilecek. Belki de bu kararı alanlar, gün içinde kafe ve lokantaların yayacağı bulaş hızının boşluğunu bu şekilde dolduracak. Ne de olsa hikmetinden sual olunamayacak, olunsa dahi yüksek sesle dile getirilemeyecek ‘yüce’ bir devlet yönetimimiz var!
Bizim halkımızda özellikle ramazan ayında yükselen bir dini hassasiyet var. Küçük şehirlerde bu çok belirgindir. Gençlik yıllarımı Rize’de geçirdiğim için çok iyi bilirim bunu. Sanki 11 ay işlenen günahlar ramazan ayında affolunacak. Bu hassasiyetin en önemli noktası sadece kişinin kendi ibadetini yapması değil; başkalarının da ona uyması istenir. Başkası da oruç tutup ibadetini yaparsa cennete daha çabuk ulaşacağı inancı yaygındır. Bu nedenle toplumsal baskı artar. İşte devletin de virüs önlemleri bahanesine sığınarak yaptığı bu.
Başta anlattığım hikâyedeki iki arkadaşın attığı dayağı bu kez devlet sopasıyla dayatıyor halka. Devlet oruç tutmaz ama zorla da olsa tutturur. Tutmayanların da toplumda görünür olmasını engeller. İleri demokrasinin geldiği son noktanın hali ve ahvali budur…