1987 siyasi yasaklar referandumunda Özal’ın başını çektiği “Hayır” kampanyasının afişlerinden biriydi: “Bunlara mı evet diyeceksiniz.”
Kampanya sürerken ANAP, “Evet’i yükselten 4 popüler lider dışında 250’ye yakın eski siyasetçinin de yasaklı olduğunu keşfetmişti.
Onların arasında halkın pek de iyi olarak hatırlamadığı isimler de vardı.
“Bunlara mı evet diyeceksiniz” posterleri işte böyle ortaya çıktı.
Posterlerde epey korkutucu fotoğrafları eşliğinde, suçlamalarla dolu biyografilerine yer verilen isimler; Türkiye İşçi Partisi’nin sürgündeki son başkanı Behice Boran ve 30 yıl sonra her akşam televizyonlara çıkacağını o günlerde kimsenin tahmin edemediği Doğu Perinçek’ti.
Çocuk yaşlarda o afişleri duvarlarda gördüğümüzde adlarını ilk kez duyduğumuz bu isimlerle ilgili korkutucu hikayeler uydurulduğunu hatırlıyorum.
Tanıdık bir taktikti bu.
Bu radikal sol isimler gösterilip mesela Türkeş’in ya da Erbakan’ın siyasi yasağının kalkması için halkın “hayır” demesi isteniyordu.
Evet diyenler bu isimlere de evet demekle, onlarla yan yana gelmekle suçlanıyordu.
Neyse ki o referandumda kılpayı “Evet” çıktı da darbecilerin siyasi yasaklılar ayıbı bitti.
Ama az kalsın halk 80 öncesinin kötü hatıraları ve ANAP’ın bunu fena bir şekilde sömüren kampanyası yüzünden demokrasiye kalıcı bir darbe daha vuracaktı.
Türkiye gibi ilkesel tavır almanın pek popüler ve itibarlı olmadığı ilkesiz pragmatizm cennetinde büyük bir mucizeydi bu sonuç.
Bu referandum, önümüzdeki günlerde Meclis’te görüşülmesi beklenen dokunulmazlık fezlekeleri meselesine çok benziyor.
Yine taşınması ve savunulması kolay olmayan ilkesel pozisyonlarla, kolayca bayrak yapıp sallanacak pragmatizmler karşı karşıya gelecek.
Dokunulmazlık, Türkiye siyasetinde pragmatizmin en çıplak hallerinin yaşandığı bir tartışma.
İnanması kolay değil ama bundan 10 yıl öncesine kadar Türkiye’de milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı en net karşı çıkan kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.
Üstelik bunu çok güçlü argümanlarla savunuyordu:
“Milletvekili dokunulmazlığını tümüyle kaldırdığınız zaman bu ülkede siyaset yozlaşır, milletvekilinin özgüven içinde çalışma imkanı olamaz. Bir başbakan bile her an bir savcının, bir yargıcın yargılamasına açık, Demokles’in kılıcı her an boynunda sallanacak gibi hisseder. Şu anda sıkıntı çekiyoruz, o zaman nasıl bu görevi yapacağız.”
Yine bugün inanması kolay değil ama milletvekili dokunulmazlığına popülist bir söylemle en sert biçimde karşı çıkan kişi da CHP lideri Kılıçdaroğlu’ydu.
Her fırsatta dokunulmazlıkların kürsü dokunulmazlığıyla kısıtlanmasını istiyor, dokunulmazlık zırhını yolsuzluklarla birleştiriyordu.
10 yıl sonra iki lider yer değiştirdi.
Erdoğan, bugün dokunulmazlık oylamalarında “eller, iner kalkar” diyor. Kılıçdaroğlu ise 10 yıl önceki Erdoğan gibi konuşuyor:
“Yargı bağımsızlığının olmadığı bir ülkede milletvekilinin dokunulmazlık dışında bir güvencesi yoktur.”
Çünkü 10 yıl önce dokunulmazlıklar kaldırılırsa AK Partili siyasetçilere dokunmak için fırsat kollayan bir yargı vardı, bugün ise muhalif siyasetçilere dokunmak için fırsat kollayan bir yargı var.
Aslında yargı çok da değişmiş sayılmaz.
Yani dokunulmazlıkların kaldırılması hukuki bir tartışma değil, siyasi bir tartışma.
Ve partilerin de ilkesel bir tutum alması gerekiyor.
Mesele HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı.
Aslında 10 yıl önce de Meclis’te HDP çizgisinde milletvekilleri vardı, bugün haklarında fezleke olarak Meclis’e getirilen söz ve eylemlerin çok daha fazlası o günlerde de yapılıyordu ama dokunulmazlıkları kaldırılmamıştı. Ama o günlerde demokratik açılım, çözüm süreci, siyaset alanını açık tutmak denerek görmezden gelinen her şey bugün siyasi ihtiyaçlar nedeniyle suça ve fezlekeye dönüşmüş durumda.
İktidarın ne yapacağı iki ittifak ortağı arasında farklar olsa da belli.
Muhalefetin önemli bir kısmı dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkıyor.
Ne yapacağı merak edilen İYİ Parti’nin tutumu ise dosyalara bakarak karar vermek.
Akşener, bunun iktidarın siyasi bir hamlesi olduğunun farkında olduklarını söyleyen bir konuşma yaptı ve dosyalara bakarak karar vereceklerini söyledi.
Ama “dosyasına bakarak karar verme” pozisyonunun cevap vermesi gereken ciddi bir soru var:
İYİ Parti, doğmasına neden olan MHP kongresinin iptali için Gemerek ve Tosya’dan kararlar çıkarmış, Meral Akşener’in kendisiyle ilgili bile FETÖ soruşturması açabilmiş, evini basanlar hakkında beraat kararı vermiş, tarafsızlığından, bağımsızlığından her gün şikayet ettiği bir yargının elinden çıkmış dosyalara bakarak mı karar verecek?
Böyle bir yargıya mı haklarında adaletin tecelli etmesi için milletvekillerini emanet edecek?
Bu yargı her konuda taraflı ve siyasi, bir tek HDP’liler konusunda mı tarafsız ve bağımsız?
Aslında dokunulmazlık fezlekelerinin dosya kapakları açıldığında karşımıza mevcut yargıdan şikayet edilenler dışında yeni bir şey çıkmayacak.
9 HDP’li milletvekilleri hakkındaki dokunulmazlık fezlekelerindeki suçlamalardan biri 7 yıl önce meydana gelen Kobani olayları hakkında.
7 yıl önce olan olayların fezlekeleri 2021 yılında Meclis’e getiriliyor. Üstelik bu soruşturma yeni açılmadı. Yine Kobani çağrısı nedeniyle HDP MYK üyeleri 2015’de çağrı usulüyle ifade verdiler ve çözüm süreci bitmiş olmasına rağmen bu soruşturmada kimse tutuklanmadı.
2016’da darbenin ardından OHAL döneminde HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırılınca Ayhan Bilgen ve Meral Danış Beştaş bu dosyadan tutuklandılar, daha sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla serbest kaldılar.
Üstelik AİHM son Demirtaş kararında bu çağrıyı “hassas duruma uygun değildi” diyerek eleştirdi “ama şiddet olayları bu çağrının doğrudan bir sonucu olarak görülemez” dedi.
9 HDP’li hakkındaki fezlekelerde de o gün HDP’nin MYK üyesi olmak dışında bir suçlama bulunmuyor.
Hatta o gün HDP MYK üyesi olup, o çağrının yapıldığı toplantıya katılamayanlar hakkında bile fezlekeler hazırlanmış durumda.
Onlardan biri HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan.
Ama Kobani suçlaması zayıf olunca Paylan hakkında Meclis’e gönderilen fezleke bir torba fezlekeye dönüştürmüş.
İçinde yok yok.
Ortada ciddi bir hukuki araştırma ya da delil toplama olduğu zannedilmesin.
Savcı, önce Paylan’ın Twitter hesabını açmış ve suç aramış, bulduklarını da fezlekeye atmış.
Mesela Diyarbakır’da 31 Mart yerel seçimlerine beş gün kala yaptığı konuşmada “bu pazar da Sevgili Selahattin Demirtaş için, Figen Yüksekdağ için ve sevgili Leyla Güven için en güçlü dersi vereceğinize güveniyorum” demesi, onları, “ulusal ve uluslararası kamuoyuna masum şekilde lanse etmek, yaptıklarını teşvik etmek, eylemlerini meşru göstermeye çalışmak” olarak yorumlanmış ve Paylan hakkında “suçu ve suçluyu övmekten” fezleke hazırlanmış.
Paylan hakkında “Osman Kavala’dan özür dileyin ve serbest bırakın” tweeti için de benzer bir fezleke hazırlanmış:
“Osman Kavala isimli şahsın serbest bırakılmasına dair paylaşım olduğu, böylelikle suçu ve suçluyu övme suçunu oluşturan paylaşım olduğu.”
Ama daha ciddi suçlamalar da var.
Mesela Melih Bulu’ya ‘kayyum rektör’ demek!
Paylan’ın, Cumhurbaşkanı’nın Melih Bulu atama kararnamesini paylaşarak attığı “Boğaziçi Üniversitesi’ne de kayyım rektör atadılar” tweetini savcı evirmiş, çevirmiş bakın nasıl suç bulmuş: (Türkçe hataları fezlekeye ait.)
“Terör örgütleri ile ilişki ve iltisakları tespit edildikten kurum-kuruluş ve oluşumlara atanan kayyumların sonrası PKK/KCK silahlı terör örgütü olmak üzere atanan kayyumlar ile ilgili müzahir kitlesine-yapı-yapılanmasına kayyumların atanmaması, terör örgütlerinin kayyum öncesi kazanımlarının tekrar elde edilebilmesi amacıyla eylemlerin yapılması için talimat ve çağrılar yaptığı bunun ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan Rektör’ün yasal yollar ile atanmayarak bir kayyım olarak atandığı lanse edildiği, böylelikle vatandaşları kaosa sürükleyerek terör örgütlerinin ideolojileri doğrultusunda yapılan bir paylaşım olduğu.”
“Ben de oradaydım. Hepimiz oradaydık. Gezi’yi savunmak için Silivri yolundayız” tweeti için de bir fezleke gelmiş: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetim şekli ve var olan hükümetine yönelik gerçekleştirilen eylemleri benimsediği ve destek verdiği”
Ve tabii bir fezleke de 24 Nisan 2020’de attığı “Ermeni soykırım kurbanlarını saygıyla anıyorum” tweeti için var: “Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik uluslararası platforma sürekli olarak 1915 yılında yaşandığı lanse edilen Ermeni Soykırımı’nın Türkiye cumhuriyeti devleti tarafından tanınması ve tanınma sonrası cezalandırılması şeklindeki dayatmalara destek olma adına yapılan paylaşım olduğu.”
Sonra savcı Paylan’ın twitter hesabından çıkmış, VPN’e bağlanmış ve PKK’ya yakın ANF haber sitesine girmiş. Türkiye’de kapalı olduğu için VPN’le girmiş olması gerekiyor.
Search kısmına Garo Paylan yazmış, ilk haberin çıktığı 2012’den bu yana Paylan’ın adının geçtiği haberlerde suç aramış.
Mesela Paylan 2012 yılında Taxim Hill Hotel’de DSİP’in düzenlediği Marksizm 2012 toplantısında “24 Nisan’da ne olmuştu, 19 Ocak’ta ne oldu” başlıklı oturumda konuşmuş, bunun ANF’de çıkan haberi delil olarak dosyasına girmiş.
(Halbuki aynı yıl o otelin hemen karşısında Taksim Meydanı’nda şimdi aralarında iktidara çok yakın köşe yazarlarının da olduğu yüzlerce kişi ellerinde 24 Nisan 1915’de tutuklanan Ermeni aydınlarının fotoğraflarıyla Ermeni Soykırımı anması yapmıştı.)
ANF’de bulunan diğer suç haberleri de şöyle: 6-7 Eylül katliamının araştırılması için Meclis’e verdiği araştırma önergesi vermek, Diyarbakır Belediyesi’ne kayyım atanınca belediye önünde yapılan basın açıklamasına katılmak, Dünya Anadil Günü vesilesiyle Meclis’te “Dil Yaşamdır” dövizi tutmak ve basın toplantısına katılmak…
Bir de 2015 yılında bir PKK’lının cenazesine katılmak. Ama ANF’nin haberine göre. Diğer yasal gazetelerin haberlerine bakılınca Paylan’ın bu cenazeye de katılmadığı görülüyor.
Ama savcılar fezlekelerini Türkiye’den girilmesi yasak olan, terör örgütüne ait ANF sitesinin haberlerine itibar ederek yazmışlar.
Bütün bu suçlamalar, tweetler ve haberlerin içine atıldığı fezlekenin sonunda savcı Paylan hakkında şu kanaate varmış:
“Garo Paylan’ın farklı tarih ve zaman dilimi içerisinde yapmış olduğu çağrı, talimat ve açıklamaların PKK/KCK silahlı terör örgütünü destekleyici, övücü, yüceltici ve eylem çağrıları yaptığı, bunun ile birlikte terör örgütü ile iltisaklı olarak çağrı, açıklamaların yapıldığı, KCK sözleşmesinin siyasi alan yapılanması içerisinde faaliyet gösterdiği değerlendirilmektedir.”
Fezleke hazırlamak işte bu kadar basit.
Biraz Twitter’ını karıştır, biraz haber sitesinde search yap sonra sihirli iltisak ve irtibat kelimeleriyle terör örgütüne bağla, buyurun terörist oldunuz!
Sadece Paylan’ın değil, diğer HDP’lilerin fezlekeleri de böyle.
Suçlamalar tweetler, konuşmalar, basın açıklamalarından her şey çuvalın içine atılmış.
Ama fezlekelerin içinde koster tutup İmralı’da Öcalan’ı ziyaret etmek, ondan alınan mektup ve talimatları Kandil’deki PKK’lılara götürmek ve o mektupları Diyarbakır meydanında ve Dolmabahçe Sarayı’nda canlı yayında okumak gibi suçlamalar yok.
Ama o gün onlar suç değilken, bugün Melih Bulu’ya kayyum diyerek bile terör örgütü propagandası yapıyor olabilirsiniz.
Yani özetle fezlekelerde Türkiye’deki yargının şikayet edilen, düzeltilmesi için iktidarın İnsan Hakları Eylem Planı hazırladığı bütün uygulamaların HDP’lilere de uygulanmasından başka bir şey yok.
O uygulamalar ya herkes için kötüdür ya da değildir.
HDP’liler söz konusu olduğunda yargı bir anda adil ve tarafsız oluvermiyor.
İşte burada ilkeli davranmak gerekiyor.
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sormak gerek.
Bunlara mı evet diyeceksiniz?