1 Ağustos 2024 tarihli Resmî Gazete ’de yayımlanan kararında Anayasa Mahkemesi, Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY’ın milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunun tespitine, Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talepleri karşısında “karar verilmesine yer olmadığına” hükmetti. Bu kısa yazıda söz konusu kararın kısa bir değerlendirmesi yapılmıştır.
Ne olmuştu?
Hatırlanacağı üzere, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 8 Kasım 2023 tarihinde verdiği kararla hukuk tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir kriz yaratmış, Can Atalay’ın yaptığı bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararına uyulmamasına hükmetmişti. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi 21 Aralık 2023 günü yeniden ihlal kararı verdi. Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi ikinci ihlal kararının gereğini yine yerine getirmediği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde anılan Daire Başkanlığı yazısının okunması suretiyle Atalay’ın milletvekilliği Anayasa’nın 84’üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca düşürüldü. Bu yazıya konu olan Anayasa Mahkemesi kararı da Atalay’ın milletvekilliği bu şekilde düştükten sonra yapılan başvurunun ardından verilmiştir.
Milletvekilliğinin düşmesi kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak mümkün mü?
1982 Anayasası’nın 84. maddesinde milletvekilliğinin düşme sebepleri sınırlı sayıda düzenlenmektedir. Bu çerçevede istifa, kesin hüküm giyme, kısıtlanma, milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar etme ve devamsızlık milletvekilliğinin düşme sebepleri olarak sayılmaktadır. Bu sebeplerden kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşme bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle gerçekleşirken, diğer sebeplerden dolayı milletvekilliğinin düşmesi için TBMM Genel Kurulunun bir karar alması gerekmektedir. Atalay’ın milletvekilliği de kesin hüküm giyme sebebiyle, bu hükmün TBMM Genel Kurulu’nda okunması suretiyle düşmüştür. Haliyle ortada alınmış bir Genel Kurul kararı yoktur. Anayasanın 85. maddesinde de milletvekilliğinin düşmesine Genel Kurul tarafından karar verildiği hallerde Meclis Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekilinin, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceği düzenlenmektedir. Dikkat edilirse istifa, milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar etme ve devamsızlık sebepleriyle milletvekilliğinin düşmesi için TBMM Genel Kurul kararı gerekmekte ve bu kararlara karşı Anayasa Mahkemesine başvurulabilmektedir. Kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde ise bir Genel Kurul kararı gerekmemekte, bu konudaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle milletvekilliği düşmektedir. Anayasa uyarınca bu durumda ortada bir Genel Kurul kararı da olmadığından Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkün değildir. Tam da bu sebepten dolayı “normal şartlarda” Anayasa Mahkemesinin önüne gelen başvuruyu yetkisizlik sebebiyle reddetmesi gerekirdi (Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki bir kararı için bkz.: AYM, E.2021/33, K.2021/23, 31/03/2021). Ancak Anayasa Mahkemesi çok daha farklı bir karar verdi.
Anayasa Mahkemesi: Ortada kesinleşen bir hükmün varlığından söz edilemez
Karara bakıldığında Anayasa Mahkemesi ilk olarak tüm süreci incelemiş, milletvekilliğinin düşmesi sonucunun doğmasının ancak milletvekili seçilmeye engel nitelik taşıyan ve kesinleşmiş bulunan bir mahkûmiyet kararının varlığına bağlı olduğunu vurgulamıştır. Devamında Mahkeme, Anayasa uyarınca milletvekilliğinin düşmesi işleminin varlığından söz edilebilmesi için kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının bulunmasının zorunlu olduğunu ifade ederek iptali talep edilen işleme konu kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün bulunup bulunmadığının incelenmesi gerektiğini ve Anayasa’nın yukarıda da değinilen 85. maddesi kapsamında denetlenebilir bir işlemin hukuk aleminde varlık kazanıp kazanmadığının ortaya konulması gerektiğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesine göre somut olayda Can Atalay ile ilgili TBMM Genel Kurulunda okunması mümkün olan, kesinleşen bir hükmün varlığından söz edilemez. Zira Anayasa Mahkemesinin, kesinleşmiş mahkûmiyet kararının okunması suretiyle gerçekleşen düşme işlemlerine karşı yapılan iptal başvurularını incelediği önceki olayların hiçbirisinde “okuma” işlemi öncesinde verilmiş bir ihlal kararı söz konusu değilken eldeki iptal talebinde farklı bir durum söz konusudur. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi kararından doğrudan alıntı yapılmasında fayda bulunmaktadır:
“Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihinde verdiği hak ihlali kararı sonrasında Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY ile ilgili kesinleşen bir hükmün varlığından söz etmek hukuken mümkün değildir (…) Anayasa Mahkemesince Anayasa’yı ihlal ettiği tespit edilen bir yargısal kararı mahkemeler dâhil hiçbir kamu otoritesi esas alamaz ve Anayasa’ya aykırılığı sabit olan bir karara hukuken geçerlilik tanınamaz. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararları yol gösterici veya tavsiye mahiyetinde kararlar olmayıp bağlayıcı ve gereğinin yapılması konusunda ilgili otoritelere takdir alanı bırakmayan kararlardır. Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesinin ihlalin kaynağı olarak tespit ettiği önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemelerinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır (…) Sadece mahkemeler değil ihlal sonucunun oluşmasına yol açan veya ihlalin giderilmesi sürecinde etkin konumda bulunan diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür. Bu bakımdan yasama organının da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25/10/2023 tarihinde tespit ettiği ihlalin giderim sürecinin bir parçası olduğu kuşkusuz olup söz konusu karar yasama organı yönünden de bağlayıcı niteliktedir (…) Öte yandan derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamış olmaları bu anayasal gerekliliği ve gerçeği değiştirmemektedir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı karşısında Yargıtayın Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması yönünde verdiği karara hukuki değer atfedilmesi mümkün olmadığı gibi Yargıtayın bu kararından hareketle kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının varlığını sürdürdüğünün kabulü de mümkün değildir. TBMM Genel Kurulunda okunan metinde yer alan Dairenin 3/1/2024 tarihli ve 2024/1 Değişik İş sayılı kararı da Anayasa Mahkemesinin anılan bireysel başvuru kararına uyulmasına yer olmadığına ilişkin Türk hukukunda verilmesi mümkün olmayan, Anayasa’nın tamamen dışında kalan ve hukuki dayanağı bulunmayan bir karardır. Dolayısıyla Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY ile ilgili kesin bir mahkûmiyet içermediği açık olan kararlara yer verilen Daire yazısının TBMM Genel Kurulunda okunmasıyla Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY’ın milletvekilliğinin düşmesine yönelik işlem tesis edilmiş ve böylece fiilî (de facto) bir durum oluşturulmuştur.”(Vurgular bana ait).
Devamında Anayasa Mahkemesi TBMM Genel Kurulunda iptal talebine konu edilen Daire yazısının okunması suretiyle oluşturulan bu “fiilî durumun” Anayasa’nın 84. maddesi kapsamına giren bir yasama işlemi olarak değerlendirilmesine imkân bulunmadığını belirterek Can Atalay hakkında kesin hükmün varlığından söz edilmesi hukuken mümkün olmadığından TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının Başkanlıkça okunmak suretiyle Genel Kurula bildirilmesi işlemi ile oluşan fiilî durum hakkında Anayasa Mahkemesince karar verilmesinin mümkün olmadığına hükmetmiştir. Diğer bir deyişle “hukuken var olmayan işlem ile ilgili söz konusu talebin incelenebilmesine imkân” bulunmamıştır.
Karara katılmayan 4 üye ise yazdıkları karşı oyda, somut davaya konu yasama işleminin, TBMM kararı alınarak tesis edilmediğini, dolayısıyla ortada Anayasa Mahkemesinin inceleyebileceği bir işlemin bulunmadığını belirterek görevsizlik nedeniyle ret kararı verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi kendisine yöneltilen talebi ne kabul ne de reddetmiştir. Karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Ancak bu karar başlı başına şunu göstermektedir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının hukuka bariz bir şekilde aykırı olan Yargıtay 3. Dairesi kararını Genel Kurulda okutarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine sebebiyet vermesi Meclisin de Anayasayı göz göre göre çiğnediği anlamına gelmektedir. Ortada kesinleşmeyen bir hükmün varlığına rağmen TBMM Başkanlığı bu hükmü Genel Kurulda okutmak suretiyle Anayasayı çiğnemiş ve hukuki değil fiili bir durum yaratmıştır. Anayasa Mahkemesinin son kararı hepimiz için aşikâr olan bu durumun bir kez daha teyidi anlamına gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca Atalay’ın milletvekilliğinin düşmediği sonucuna ulaşılabilir. Bu aşamadan sonra yapılması gereken, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar gereği Atalay’ın derhal serbest bırakılması ve milletvekili olarak görevine başlamasıdır. Bunun için de Türkiye Büyük Millet Meclisinin derhal toplantıya çağırılması ve Anayasa Mahkemesinin “ortada kesinleşen bir hükmün varlığından söz edilemeyeceğine” dair tespitini içeren kararının Genel Kurula bildirilmesiyle başlanabilir. Anayasaya sadakatten ayrılmayacağına büyük Türk Milleti önünde namusları ve şerefleri üzerine ant içen milletvekillerinin ve gayet tabii TBMM Başkanlığının dikkatine sunulur…