‘Bir tek şu kesindir, Delilik çeşnisi katılmadan hiçbir şey tadını bulamaz.’
Deliliğe Övgü – Erasmus
‘Marika: Paşam, size bulaşan hastalığı ben de isterim. Kötü günde sizi içeri almayacağıma ben öleyim.’
Veba Geceleri – Orhan Pamuk
‘Tuncay: Aşıkların dostu delilerdir.’
Deli – Cem Yılmaz
Cem Yılmaz Deli filmini yazarken ve çekerken Rosenhan deneyinden haberdar mıydı çok merak ediyorum. Eğer David Rosenhan’ın 1973 yılında yaptığı bu çalışmayı bilerek yazıp çektiyse helal olsun çünkü bilimli felsefeli bir eser çıkmış ortaya. Eğer bilmiyorduysa ayrıca helal olsun çünkü sezgisinin ne kadar güçlü olduğunu ve kolektif bilinçdışından aldığı payla ne kadar yaratıcı bir sanatçı olduğunu ilan etmiş oldu. Hoş eskiler bu durum için ne derler bilirsiniz; malumun ilamı. Evet ilan değil ilam. Yani bilinenin tekrar bilinmesi.
Psikiyatristlerden çekinmemizin ve hafiften tırsmamızın sebebi bizi aslı olmadığı halde deli diye mühürleyebilme güçlerinden mi kaynaklanıyor yoksa deliliğimizin bir uzman tarafından fark edilmesinden mi korkuyoruz bilmiyorum. Ben tamamımızın çeşitli şekillerde ve kategorilerde zaten delirmiş olduğumuza inandığım için ikinci seçeneğe daha yakınım. Nasıl delirdiğimiz yazının sonunda.
Deli filminde zavallı taksici Güven’in nasıl delirdiğine şahit oluyoruz. Aslında delirmiyor ama deli olmadığını da ispatlayamıyor gariban. Zaten kafası aşktan bir dünya olmuş, başına gelen ilginç olaylarla savrulup duruyor. Filmden beni Rosenhan’a götüren sahnelerden bahsetmeden önce kısaca deneyi anlatayım.
Stanford Üniversitesinde öğretim görevlisi psikolog Rosenhan yedi arkadaş buluyor kendine ve çeşitli mesleklerden sekiz kişi Amerikan Psikiyatri Derneği’nin Akıl Hastalıklarının Tanısı ve İstatistiği kitapçığını yani DSM’yi hacklemek üzere beş farklı eyalette başka başka akıl hastanelerine müracaat ediyorlar. Soru şu; bir akıl hastalığı tanısı ne kadar güvenilirdir. Her biri kimliklerini gizleyerek ve aynı şikayetlerle başvuruyorlar tabii. “Gaipten sesler duyuyorum” diyor hepsi de. “Bir ses bana ‘boş’ ‘boşluk’ diye fısıldıyor.” Hepsini yatırıyorlar hastaneye. Kimine şizofreni kimine manik depresif psikoz tanısı koyuyor doktorlar. Yatıştan sonra normal davranmaya başlıyorlar ve iyi hissettiklerini söyleyerek taburcu olmak istiyorlar. En erken taburcu olan yedi günde en geç taburcu olan elli iki günde çıkabiliyor. Ortalama yatış süresi on dokuz gün. Tabii çalışma yayınlanınca ortalık birbirine giriyor. Sistemdeki tanı ve teşhis kalitesi açık açık konuşulmaya başlıyor. Hatta hastaneler Rosenhan’a meydan okuyarak “bize üç ay boyunca sahte hasta yolla doktorlarımız bu defa hepsini bulacak” diyorlar. Üç ayda gelen yüz doksan üç hastadan kırk bir tanesinin sahte hasta olduğunu gururla ilan ediyorlar. David Rosenhan ne dese beğenirsiniz; “Üç ay boyunca size tek bir sahte hasta bile yollamadım.”
En ilgimi çeken de sahte hastaları doktorların ve hemşirelerin değil gerçek akıl hastalarının tanıması. Tıpkı filmde Tuncay adındaki deli karakterin, Güven’in aslında deli olmadığını anlayınca “Biz burada deliliğin onurunu ve şerefini kurtarmaya çalışıyoruz” demesi gibi. Ayrıca altını çizmek lazım Özkan Uğur’un Tuncay performansı Guguk Kuşu’ndaki Jack Nicholson’la kapışır. Jack bey Özkan beyi görse sopasını saklardı bence.
“Anormal nedir” diyorsun, “normal olmayan” diyorlar. “Peki normal nedir” dediğimizde de cevap; “anormal olmayan.” Tamam biraz daha açıyorlar ısrar edince; tipik olan normal, sıradan olan normal, alışıldık olan normal filan. Yani çoğunluk? Hadi ya! Kime göre neye göre? Bu meşhur DSM sizce Rosenhan deneyi sonrasında kusursuz hale gelmiş midir? Tabii ağır akıl hastalıklarını küçümsemek ve tıbbın imkanlarını göz ardı etmek gibi bir niyetim yok. Ama genellersek homosapiensın komple deli gibi bir şey olduğunu kim inkar edebilir? Teker teker psikiyatristlerle oturup bizi incelemelerine izin versek her birimizin ne kadar da ‘deli’ olduğum çıkmaz mı ortaya sizce de? Kim bilir ne tanılar koyarlar bize.
Nasıl delirdik diye düşündüm biraz;
Aşktan, tutkudan delirdik. Kıskançlıktan delirdik. Çok yemekten de delirdik bence, açlıktan da delirdiğimiz oldu. İştahtan delirdik, şehvetten delirdik. Fazla güçten mutlak güçten delirenlerimiz oldu. Sıkıntıdan delirdik. Düşünmekten delirdik. “Haklıyız kazanacağız” diye delirdik. Çaresizlikten delirdik. Yetmedi inanç bazılarımızı delirtti. Anlam peşinde koşarken de delirdik. Savrulduk delirdik, kaybolduk delirdik, tutunamadık delirdik. Dengeyi ararken delirdik. Dengeyi bulunca bulduk diye delirdik. Başarıdan delirenlerimiz oldu. Kimsesizlikten delirdik. Aklımızla övünürken delirdik. Delirdik başka çare yoktu. Kafamıza format attık delirdik. Kaybolan yılları da dosyaları da bulamadık delirdik. “Başa dön, eve dön” dediler dönecek ev bulamadık delirdik. Sevdik delirdik sevilmeyince delirdik. Deliliğimize çare ararken delirdik. Son akıllı kalanlarımız salgından karantinadan delirerek aramıza katıldı. Delilerin peşinden giderken arkamızda kaldıklarını, çünkü bizden daha hızlı delirip bize tur bindirdiklerini fark edince sevinçten delirdik. Çünkü dairesel küresel helezonik delirdik. Ekranlara bakmaktan delirdik. Dizi seyretmekten delirdik. Çalışmaktan delirdik. Maillere baka baka delirdik. Ağaçsızlıktan delirdik. Hayvan yiye yiye delirdik. Dağlara çıkamadık, denizlere giremedik delirdik. Ahlak diye diye delirdik. Geçmişimizle ayrı geleceğimizle ayrı delirdik. Siyaseten delirdik. Allahtan delirdik. Hiç yoktan delirdik. Çok geçmiş olsun.