“Bütün, onu oluşturan parçaların toplamından daha fazlasıdır.”
Psikolojinin önemli ekollerinden Gestalt’ın bu temel felsefesi, hayatın her alanına dair üzerinde düşünebileceğimiz patikalar açıyor, ilham veriyor.
Herhangi bir yapı, grup ya da toplum düşündüğümüzde onu oluşturan parçalar, farklılıkları ölçüsünde daha zengin bir senteze ulaşılmasına olanak sağlıyor. Ve işte o zaman, aralarındaki etkileşim sayesinde, tek tek o parçaların ifade ettiğinden daha fazlası ortaya çıkıyor.
Bir grup, bir takım, bir şirket, bir toplum… Her biri, içinde barındırdığı farklılıklar ölçüsünde daha zengin, daha yaratıcı, daha başarılı oluyor. Farklı özelliklerde bireylerden oluşan gruplar, birbirlerini tamamlayarak başarıya daha kolay ulaşabiliyorlar. Spor takımları birbirinden farklı özelliklere sahip üyeleriyle daha verimli olabiliyor. Farklı kökenlerden ve ırklardan oluşan toplumlar da daha yenilikçi, yaratıcı, gelişmeye daha açık oluyor.
Son zamanlarda bunun şirketler açısından da önemi anlaşılmaya başlandı. Yapılan araştırmalar, daha çeşitli insan kaynağına sahip şirketlerin finansal olarak da daha başarılı olduğunu kanıtlıyor.
Dünyanın önde gelen danışmanlık şirketlerinden Boston Consulting Group (BCG) ve McKinsey & Company dünyanın farklı ülkelerinde bu konuda düzenli araştırmalar yapıyor. Geçen yılın sonuçlarına göre, BCG araştırmasında, ortalamanın üstünde çeşitlilik barındıran şirketlerin daha inovatif olduğunu, bu sayede yüzde 19 oranında daha fazla gelir elde ettiğini ve bu şirketlerin toplam kârlılığının da yüzde 9 daha fazla olduğunu ortaya koydu.
Mc Kinsey ise her sene yinelediği çeşitlilik araştırmasında konuyu özellikle cinsiyet ve etnik köken temelinde ele alıyor. 2019 sonuçları, ülkeler arasında farklar olsa da, çeşitlilik bağlamında en tepede yer alan şirketlerin finansal sonuçlarının, en az çeşitlilik barındıran şirketlere göre cinsiyet çeşitliliğinde yüzde 25, etnik çeşitlilikte ise yüzde 36 oranında daha iyi olduğunu ortaya koyuyor.
Dahası en son yaşanan pandemi sürecinde iş dünyasının yaşadıkları da Mc Kinsey’in araştırmasında dikkatle izlenmeye başlanmış durumda. Henüz rakamsal verilerle desteklenmiş olmasa da, çeşitlilik barındıran şirketlerin sürece daha kolay adapte olduğunu, hem çalışanlarının, hem müşterilerinin ihtiyaçlarını daha iyi anlayıp, uygun çözümleri daha kısa zamanda ortaya koyabildiklerini gözlemlemiş durumdalar.
Sonuçlar hiç şaşırtıcı değil elbette. Uzun zamandır inovasyon ve kârlılık ile çeşitlilik arasında bağlantı olduğu zaten biliniyordu ama artık somut araştırma sonuçları tartışmaya yer bırakmıyor. Kanıtlar net: Yönetim katına her türden çeşitliliği dahil edebilen şirketler daha başarılı oluyor. Bu şirketler, sorunlara daha yaratıcı çözümler getiriyor ve pazarın dinamiklerini daha iyi okuyarak yenilikler sunabiliyor. Bu da finansal sonuçlara yansıyor.
Hep aynı düşünen, benzer geçmişlerden gelip, benzer hayatlar yaşayan; bu nedenle tercihleri ve algıları, dolayısıyla fikirleri de benzer olan insanlar yerine; farklı özelliklere sahip ve bu sayede değişik bakış açıları yakalayabilen insanlardan oluşan yapılar doğal olarak daha üretken, daha pırıltılı, daha zengin, daha zeki oluyor.
Bu iş dünyasını ilgilendiriyor gibi görünen sonuçlar bize çok daha fazlasını söylüyor tabii. İstişareye açık ve çevresindeki çeşitlilikten süzülen ortak aklı kullanan tüm yönetimlerin hayati konularda nasıl fark yarattığını da gözlemliyoruz. Üstelik bunu pandemi daha da açığa çıkardı. Örneğin, kadınların yönettiği ülkelerden, göreceli olarak daha iyi haberler alıyoruz. Kadınların süreci daha iyi yönetebilmiş olması, genellikle çevrelerinde daha fazla çeşitlilik barındırmalarından ve bu çeşitliliğe kulak vermelerinden kaynaklanıyor. Daha farklı sesler, daha farklı görüşler ortak akla hizmet ettikçe, sorunlara işe yarayan çözümler bulunması da kolaylaşıyor. Siyaset, yani ülkelerin yönetimi bu ortak aklın yansımasının en fazla fayda yaratacağı alan kuşkusuz. Toplumu oluşturan farklı kesimlerin ortaya koydukları bakış açılarından yararlanmayı bilen ve ortak aklı önceleyen, önemseyen yönetim anlayışı yeni dönemin en büyük ihtiyaçlarından. Dünyanın çeşitli ülkelerinde öne çıkan merkezi ve tekil aklın, hele de pandemiyle sarsılan yeni dünya düzeninde oyun kurucu olması çok zor. Dahası ihtiyaç bu yönde değil.
Sosyoloji de başka türlüsünü gerektiriyor ve artık zorluyor. Yeni dönem bu bağlamda bir paradigma değişiminin önemine de işaret ediyor. Farklılıklardan ve o farklılıkların beslediği ortak akıldan nasiplenen toplumların yükselişine tanık olacağımız zamanlar uzak değil. Zira bu toplumların barış içinde yaşaması da kolaylaşıyor. Birbirine kulak veren ve çözümleri birlikte arayan bireylerden oluşan toplumlar hem birbirini daha iyi anlıyor hem de yeni yaratıcı çözümler üretebiliyorlar.
Dünyanın da farklılıkları barındırmayı, dahası bundan anlamlı ve verimli sonuçlar çıkarmayı öğrenmeye ihtiyacı var.
Belki de yaşlı dünyanın içinde debelendiği sıkıntıları aşmasını da sağlayacak bu idrak, iş dünyasının rasyonel gerekçeleriyle beslenerek ekonomik hayatta yerleşirken, umuyoruz ki herkes için ilham kaynağı olacak ve giderek önyargıların azalmasına ve birlikte yaşamanın getirilerinden keyif alma boyutuna belki de hepimizi getirecek. Ortak akıl yükselecek. İnsanlığı da bir adım öteye taşıyacak.