Ana SayfaManşet(CHP+HDP) + (İYİ PARTİ+DEVA+Gelecek)= Genişletilmiş Millet İttifakı

(CHP+HDP) + (İYİ PARTİ+DEVA+Gelecek)= Genişletilmiş Millet İttifakı

HDP’nin, içinde İYİ Parti’nin olduğu bir ittifakın asli ortağı olarak kabul görmeyeceği açık. Fakat problem şurada ki, Kürt oyları muhalefetle birlikte hareket etmezse seçimi Cumhur İttifakı’nın adayı kazanıyor. HDP oylarının muhalefet blokunda konsolide edilebilmesinin yolu, CHP ile HDP’nin oluşturacağı, fakat İYİ-DEVA-Gelecekle de birlikte hareket eden ‘üçüncü ittifak’tan geçiyor olabilir.

“CHP, HDP konusunda tabanını ikna edemezse buradan çıkış yok” başlıklı son yazımın (Serbestiyet, 10 Nisan 2021) devamı niteliğindeki bu yazıya bir yanlış anlamayı gidererek başlamam gerekiyor. Yanlış anlama o yazının şu son paragrafından kaynaklandı:

“(…) HDP’yi muhalefetin asli unsurlarından biri yapma görevinin neden CHP’de olduğunu anlatacak, sonra da bütün bu hikâyenin doğal bir sonucu olarak CHP ve HDP’den oluşan yeni bir ittifak (adı Demokrasi İttifakı olabilir mesela) önereceğim. Yani benim ittifak modelim şöyle: Demokrasi İttifakı (CHP-HDP), Millet İttifakı (İYİ Parti-DEVA-Gelecek) ve Cumhur İttifakı (AK Parti – MHP).”

Bir arkadaşım, bu son paragrafı işaret ederek, önerdiğim ittifak yelpazesinin iktidarın işine yarama ihtimalinin yüksek olduğunu imâ eden şu notu gönderdi bana:

“Önerdiğin ittifaklarda son viraja Cumhur ve Demokrasi adayları girer. Bu durumda millet ittifakı ne yapar? Nötr kalırsa Cumhur kazanır… Acaba iktidar da böyle üçlü ittifak istiyor olabilir mi? Olsa bile demokrasi ittifakı ne ve nasıl yaparsa millet ittifakının en az yüzde 75 oyunu alabilir?”

Notu alır almaz yaptığım hatayı anladım. Çünkü bu haliyle ‘Demokrasi’ ve ‘Millet’ ittifakları birbiriyle ilişkisiz ve rekabet halinde iki ayrı ittifak olarak tanımlanmış oluyordu. Oysa kafamda hiç böyle bir şey yoktu. Nitekim arkadaşıma hemen şu cevabı yolladım:

“Ben bunu genişletilmiş Millet İttifakı gibi düşündüm. Yani onlarla da (İYİ, DEVA, Gelecek) konuşarak girişilmiş bir iş. Son viraja, ilk turda kimin adayı öndeyse o desteklenecek hesabıyla… Bu varsayımla… İkinci yazıda bunları anlatacağım.”

Sonra Oral Çalışlar’ın yazısını görünce (Serbestiyet, 14 Nisan), o son paragrafın daha da vahim yanlış anlamalara kapı aralayabileceğini anladım. Çalışlar, “CHP seçmeni ve HDP ile ittifak” başlıklı yazısında şöyle diyordu (ikinci bölümdeki eleştiriyi üstüme alındım):

“CHP lideri Kılıçdaroğlu, ikili basınç altında. İktidar sözcüleri ve medyadaki yazarlar, CHP’yi, ‘Terörist HDP’yle gizli ittifak yapmakla suçluyor, “İtiraf et itiraf et” diye tempo tutuyorlar. Böylece CHP ile İYİ Parti arasındaki ‘Millet İttifakı’nı sarsmak amaçlanıyor. İkinci basınç, ‘sol liberal’ sayılabilecek bazı çevrelerden geliyor: “Haydi CHP, İYİ Parti’yi bırak, HDP ile ittifak için milliyetçi tabanını dönüştür…”

Buraya yeniden dönmek üzere bir daha söyleyeyim: CHP-HDP ittifakını geniş Millet İttifakı’nın bir parçası olarak ve HDP oylarının muhalefet içinde konsolide edilebilmesinin en risksiz yolu olarak düşünüyorum.

Seçmen kitleleri, liderlik, ikna

“Bir partinin siyasi yönelimini seçmenlerin belirlediği”; yönetimlerin ve liderliklerin “seçmene paralel olarak siyaset oluşturduğu”; liderliğin ve yönetimin bu açıdan ikincil olduğu düşüncesi çok eski bir ezber. Biraz Marksist teorideki alt yapı – üst yapı tartışmalarını andırıyor.

Fakat teoriye hiç gerek yok, Türkiye’nin iki büyük partisinin; AK Parti ve CHP’nin liderliklerinin, tabanlarını, kendi haline bıraksanız asla taviz vermeyecekleri ideolojik ve duygusal takıntılarından nasıl uzaklaştırdıklarını (ya da onları nasıl askıya almaya razı ettiklerini) hep birlikte izlemedik mi?

Bunların ne olduğunu iki parti örneğinde hatırlatmadan önce birinci yazıda söylediğimi bir daha söyleyeyim: Seçmen kitlelerini derin ideolojik ve duygusal bağlarından sıyrılmaya ikna etmekten söz etmiyorum burada. Bu çok zordur ve nesiller boyu sürer. Çok daha kolay, çok daha yüzeysel bir şeyden; tabir caizse stratejiden değil taktikten söz ediyorum, o da şu: Bir seçimi kazanmanın olmazsa olmaz bir koşulu varsa ve fakat aynı anda seçmen kitleniz bu koşulla ideolojik-duygusal bir çatışma içindeyse, liderliğin yapması gereken ilk şey kitlesini bu konuda ikna etmektir. Seçmen kitlesi ideolojisini, duygusunu temel bir değişikliğe uğratmaksızın liderliğe yol verir, böylece kitlelerle liderlik arasında zımnî bir anlaşmaya varılır ve artık o andan itibaren seçimi kazanmak için olmazsa olmaz diye bakılan koşul seçimi kazanmanın önünde bir engel olmaktan çıkar.

Erbakan’ın yapamadığı, Erdoğan’ın yaptığı; Baykal’ın yapamadığı, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı

Parti liderliğinin seçim kazanmak için tabanıyla zımnî bir anlaşma yapmasının en etkili örneği hiç kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan ile İslami kesim arasında yaşandı. Bunu açığa çıkarıp teorize eden kişi iletişimci, siyasi kampanya yöneticisi Ateş İlyas Başsoy oldu. Başsoy, ünlü kitabı AKP Neden Kazanır CHP Neden Kaybeder’de anlatır: AK Parti yönetimi, 2000’lerin başında Milli Görüş gömleğini çıkardığını ilan etmiş olsa da kendi katı seçmen çekirdeğinin dışında kalan kitlelerden oy almasının pek mümkün olmadığını biliyordu. O nedenle propaganda gücünün neredeyse tamamını kendi çekirdek seçmeninin dışında kalan seçmenleri ikna etmek için kullandı, dilini de ona göre ayarladı. Bu tavır, bu dil, kendi çekirdek tabanının hoşuna gidecek, onların yüreğini soğutacak bir dil değildi, fakat o taban liderliğine hiçbir itirazda bulunmadı. Çünkü, der Ateş İlyas Başsoy, AK Parti liderliği, tabanını seçimi kazanmanın başka bir yolunun olmadığı hususunda ikna etmiş, liderlikle taban arasında zımnî bir anlaşma yapılmıştı.

Erbakan bunu becerememişti; o sadece kendi kitlesinin hoşuna gidecek şeyler söylüyor

O esnada CHP liderliği (Baykal ve ekibi) ve CHP tabanı

AK Parti’de bunlar olurken CHP’de işlerin nasıl yürüdüğünü de hatırlayalım…

Orada işler bunun tam tersinden yürüyordu. Parti programı neredeyse tek maddeden ibaretti: İrticayla mücadele… Üniversiteli öğrencilerin bile okullarına örtüleriyle girmesine izin vermeyen bir bakış ve buna uygun tavizsiz, katı bir dil.

Bu, AK Parti lehine öyle bir haksız rekabet yaratıyor, kendi tabanını kendisinin gayretine hiç gerek kalmaksızın öylesine güzel ikna ediyor, bu sayede başka tabanlardan seçmenleri ikna için ona o kadar çok zaman ve enerji bahşediyordu ki, AK Parti liderliği o CHP liderliğine ne kadar teşekkür etse azdı.

Tabana gelince; o da bir hayal âleminde yaşıyordu. Liderliğinden sadece yüreğini soğutacak laflar duymak istiyor, o laflarla liderliğinin kendisinden başka kimseyi ikna edemeyeceğini biliyor, yine de seçimler geldiğinde “bu defa başka” diyerek partisinin seçimi kazanacağını umuyordu.

Sonrasını biliyoruz; Baykal gitti, Kılıçdaroğlu geldi ve birkaç yıllık bir bocalama döneminden sonra partinin dili ve seçim taktikleri değişti, eski dönemin özeleştirisi yapıldı ve ilk kez CHP’nin (de) seçim kazanabilecek bir parti olduğu çıktı ortaya.

Kimsenin şüphesi olmasın: Her iki partide de liderliklerin inisiyatifi olmasaydı, seçmen kitlelerindeki yaşadığımız değişmeler olmayacaktı.

Değişme deyince bir kez daha hatırlatalım, köklü bir ideolojik değişiklikten söz etmiyoruz burada, sadece seçim kazanmak için kabul edilmiş (hatta razı olunmuş) bir değişimden söz ediyoruz. Yoksa görüyoruz işte, her iki taban da kritik anlarda bildiğimiz eski reflekslerine dönüveriyor.

Tabanını ikna etmiş bir CHP, İYİ Parti’yi de ‘HDP ile ittifak yükü’nden kurtarabilir

Bu örneklerle, parti liderliklerinin tabanlarını ikna etmelerinden söz ederken neyi kast ettiğimizi açtıktan sonra asıl meselemize gelebiliriz.

Bugün, CHP ve Millet İttifakı için seçimi kazanmanın ‘olmazsa olmaz’ koşulu Kürt seçmenlerin ve HDP’nin oylarını kazanmak. Matematik ortada. HDP’ye oy veren Kürtler değil Millet İttifakı’na oy vermemek, nötr bile kalsalar seçimi Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan alıyor.

Şimdi burada ahlaki bir veçhesi de olan iki yaklaşım söz konusu.

Birinci yaklaşım: Kürtler, elleri mahkûm, ne olursa olsun yine oylarını AK Parti’yi zayıflatmaya hizmet edecek tarzda kullanacaklar. O nedenle onları kazanmaya çalışmak için ilave bir enerji harcamaya gerek yok, o enerjiyi şu anda Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin dayanışmasını güçlendirmek için harcamak daha makuldür.

Bu anlatılan ahlaki olarak problemli, siyasi olarak da, Kürtlerdeki kızgınlığı hesaba katmadığı için risklidir.

İkinci yaklaşım: Bu yaklaşımda HDP işbirliği yapmaktan utanılacak bir parti olarak değil, asli ortak olarak benimsenir.

Millet İttifakı içinde bu rol ancak CHP tarafından oynanabillir. Evet, İstanbul seçimlerinde bunun mümkün olduğunu gördük, fakat sonrası “oylarımızı aldılar sonra da sırtlarını döndüler” duygusunu öne çıkartan gelişmelerle geldi. Bu noktada CHP yönetiminin olan bitenden ders çıkartıp daha atak bir siyaset izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

(Kayyım atamalarında, dokunulmazlıkların kaldırılmasında, Gergerlioğlu hadisesinde çok iyi bir sınav verildiği söylenemez, bunlar hep HDP seçmenini Millet İttifakı’ndan uzaklaştıran şeyler).

CHP tabanı, laiklik hassasiyetini korusa da, seçimin “kahrolsun irtica” ile kazanılamayacağını görüp parti liderliğiyle zımni bir anlaşma yaptı, aynısını HDP ve Kürtler için de yapabilir. Hatta laiklik hassasiyeti milliyetçilik hassasiyetinden daha güçlü bir kitle olarak bunu daha da kolaylıkla yapabilir.

CHP-HDP + İYİ Parti-DEVA-Gelecek ya da genişletilmiş Millet İttifakı

Aynı şeyi İYİ Parti tabanından bekleyemeyeceğimizi biliyoruz. Orası çok fazla esneyemez. İşte bu nedenle İYİ Parti’yi ‘HDP yükü’nden kurtaracak böyle bir formülün, bir yandan da HDP’yi dolaylı olarak Millet İttifakı’na dahil edecek yönüyle gayet işlevsel olacağı kanaatindeyim.

Seçim öncesinde ‘Demokrasi İttifakı’ (CHP-HDP) ve ‘Millet İttifakı’ (İYİ Parti-DEVA-Gelecek) oturur anlaşır: İki ittifak da ayrı adaylarla seçime girer, ilk turda hangi ittifakın adayı öndeyse ikinci turda o aday desteklenir.

Benim ‘üçüncü ittifak’ modelim de bu.

- Advertisment -