Bir süredir CHP’de bir hareketlilik var. Kılıçdaroğlu’nun giderek partiye damgasını vurmasıyla güç kaybına uğrayan ulusalcı ve solcu kesimler, parti yönetimini daha fazla ve daha sert tenkit etmeye başladılar. İlhan Cihaner, kurultayda Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıktı. Muharrem İnce, yeni bir hareket başlatacağını duyurdu. Mustafa Sarıgül de yeni bir siyasi parti kuracağının haberini verdi.
Kılıçdaroğlu’na karşı bayrak açanların dile getirdiği iki temel eleştiri var: Bir, CHP “sağcı” bir parti oluyor. İki, CHP Kürtlere hak ettiği kıymeti vermiyor. Yani gayri-memnun CHP’liler Kılıçdaroğlu’nu çok “sağcı” ama az “Kürtçü” bir portre olarak değerlendiriyorlar, ona ve ekibine bu iki konu üzerinden yükleniyorlar.
Sağcılık eleştirisi getirenlere göre, on yıllık Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP, Cumhuriyet ilkelerinden uzaklaştı. Parti, alamet-i farikası olan “ilerici” vasıflarını kaybetti. Kurumsal kimliğini yitirdi. Sol değerlere de arkasını döndü. Muhafazakâr kesimlere açılma stratejisi CHP’ye bir fayda sağlamadı. Genel Başkan’ın CHP’nin tarihine ters düşen söylemi ve aday seçimi, partinin doğasını bozdu. Ve sonuç itibariyle partide sağcı bir kimlik pekişti.
“Kürtlere teşekkür etmedik”
Kürtlere karşı izlenen siyasetin sığ ve yetersiz olduğunu ifade edenler ise, bilhassa 2019 yerel seçimlerinde CHP’nin ve Millet İttifakı’nın başarısının altında Kürtlerin verdiği desteğin yattığına dikkat çekiyorlar. CHP’nin, ortada olan bu gerçeğe rağmen, Kürtlere gereken değeri vermediğini belirtiyorlar.
Mesela Muharrem İnce, Kürtler olmasaydı bırakın büyük şehirleri bir ilçe bile kazanamayacağı belli olan CHP’nin Kürtlere açık ve ağız dolusu bir teşekkür etmemesinden yakınıyor. Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nu kastederek “Afrin’e atılan bombaya isim yazdıranı divan başkanı yaptık” diyen İlhan Cihaner, partinin vitrinine militarist politikaları savunanların konmasına isyan ediyor. Mustafa Sarıgül ise, CHP’nin aksine Kürtlerle daha sıcak bir ilişki tesis edeceğini göstermek için yeni parti çalışmalarına Şırnak’tan başlayacağını dillendiriyor.
18. yüzyılın kavramları
Kılıçdaroğlu kendisine yöneltilen “sağcılaşma” eleştirisine iki cevap veriyor: Bir yandan, eğer solculuk, iktisadi açıdan dezavantajlı grupların haklarını savunmaksa, partisinin bunu zaten yaptığını söylüyor. Emeklilerin, taşeron işçilerin, orman köylülerinin, işsizlerin ve dar gelirli bütün kesimlerin sorunlarını gündeme getirdiklerini ve bu anlamda gerçek bir “sosyal demokrat” parti olduklarını belirtiyor.
Diğer yandan da, siyaseti sağ-sol ikiliği üzerinden okumanın yanlış olduğunu savunuyor. “18. yüzyılın kavramlarıyla 21. yüzyılın sorunları çözülemez” diyen Kılıçdaroğlu, bu eleştirileri arkaik buluyor.
Zannımca “sağcılaşma” eleştirisi iki açıdan ele alınabilir: İlk olarak, CHP’yi sağcı olmakla itham edenlerin ağırlıklı bir kısmının -iktisadi politikalarından ziyade- partinin muhafazakâr seçmeni gözeten ve onlara ulaşmayı hedefleyen bir hatta girmesinden rahatsız olmalarıdır. Gürbüz Özaltınlı’nın tanımıyla “kendini Kemalist laikçilik üzerinden tanımlayan, Çağdaşlık/İslamcılık ikiliğini uzlaşmaz özlere sahip karşıt kimlikler olarak tasavvur eden ve solculuk iddiasını da buradan devşiren bir anlam dünyasına sahip” kesimler, CHP’nin dindar sosyolojiye nüfuz etme çabalarını “sağcılaşma” olarak etiketliyorlar.
İkincisi, “sağcılık-solculuk” dikotomisinin, Türkiye siyasetini anlamak için anlamlı ve yeterli bir çerçeve oluşturmamasıdır. İktidar olmanın seçmenlerin yarısından fazlasının oyunu almaya bağlandığı bir siyasi mücadele, farklı kesim ve grupların hassasiyetlerine azami bir dikkatle yaklaşılmasını mecburi kılıyor. Mümkün olan en geniş uzlaşmanın kurulmasının icap ettiği bir vasatta, partiyi eskimiş bir kategorizasyonun bir ucuna hapseden bir bakış ne bir sorun çözer ne de başarılı olabilir.
CHP’nin eski mutlu günlerine dönmesini “solculuk” olarak kodlayan bir eğilim, ancak kutuplaşmayı azdırır. Toplumsal yarılmayı derinleştirir. Uzlaşma olanaklarının dibine kibrit suyu döker. Demokrasiyi bir adım ileriye taşıyamaz. Dolayısıyla da Türkiye’nin siyasi ve iktisadi dertlerine bir merhem olmaz, olamaz. Böyle bir siyaset en fazla AK Parti ve Cumhur İttifakı’na yarar sağlar, onların ekmeğine yağ sürer.
Garip bir durum
Kürtlerle ve Kürt meselesiyle gerektiği gibi alakadar olunmamasından ötürü getirilen eleştirilerin de sahiplerine bir fayda vermesi ihtimali çok düşük. İki sebepten:
Birincisi, yakın bir zamana kadar CHP, Kürt meselesinde müspet bir pozisyon almaktan imtina ediyordu. Hatta çözüm süreci döneminde olduğu gibi, çoğu kez menfi ve/veya istikrar bozucu bir duruşu temsil ediyordu.
2015’ten sonra tablo değişmeye başladı. Çözüm süreci sona erince AK Parti ile HDP arasında köprüler atıldı. AK Parti’nin güvenlik siyasetine teslim olmasıyla birlikte iktidar ile Kürt seçmenler arasındaki mesafe açıldı. CHP de 2016’dan itibaren Kürt meselesiyle daha yakından ilgilenmeye başladı. 2017’deki hükümet sistemi değişikliğine ilişkin halk oylamasında CHP ve HDP aynı cephede buluştu. 2019 yerel seçimlerinde ise iki parti arasında gayri resmi bir ittifak kuruldu.
İttifakın başarılı olması da CHP’nin Kürt meselesi üzerine daha fazla eğilmesini sağladı. Şüphesiz bu konuda atması gereken birçok adımı, aşması gereken sınırları ve bir an önce tamamlaması gereken eksiklikleri var.
Eleştiriler böyle bir ortamda yapılıyor. Dün tablo çok daha kötü iken CHP’yi yapıcı bir tutuma zorlamayanlar, bugün Kürt meselesinde esnek bir tutum almaya çalıştığı bir zamanda CHP’yi köşeye sıkıştırıyorlar. Garip bir durum bu; Kürt seçmenin bunu fark etmemesi düşünülemez.
İttifak karşıtlığı
İkincisi ise, Kılıçdaroğlu’nu topa tutanlar onun geniş ittifak siyasetine karşı duruyorlar; “dostlarla birlikte seçim kazanmak” şeklinde formüle ettiği siyaseti kabul edilemez buluyorlar. İttifak yoluyla olsa bile CHP’nin dışında bir ismin seçilmesinin, CHP’nin başarısı veya zaferi olarak nitelendirilemeyeceğinin altını çiziyorlar.
Ancak bu yaklaşımın ne seçmenlerin genelinde ne de Kürt seçmeninde bir karşılığı var. Çünkü ittifak bir zorunluluk, bunu herkes biliyor. Keza yakın dönemlerdeki seçimlerde Kürtler de ittifakları benimsediklerini ve kapının her daim ittifaklara açık tutulmasını istediklerini gösterdiler.
Mesut Yeğen’in belirttiği üzere “Başta HDP’liler olmak üzere Kürt yurttaşların önemlice bir kısmı Kılıçdaroğlu’nun yönettiği geniş ittifak siyasetine yakın duruyor. Bu itibarla Kılıçdaroğlu yönetimine yönelik eleştirilerin Kürt meselesiyle ilgili olanlarının da genel olarak geniş ittifak siyasetine yönelik olanlarının da Kürt yurttaşlar tarafından ilgi görme ihtimali yok. Çünkü CHP yönetimini eleştirenlerin geniş ittifak siyaseti olmadan Cumhur İttifakından nasıl kurtulabileceğine dair bir önerileri yok.”
Hülasa Kürt seçmenlerinin önemli bir bölümü, ülkedeki sorunları içinden çıkılmaz hale getirdiğine inandığı AK Parti ve MHP ortaklığına karşı en doğru yolun muhalefet zeminini güçlendirmek olduğunu düşünüyor. CHP’ye sınırlarını ve açmazlarını bilerek verdiği desteğin altında da bu düşünce yatıyor. Bu nedenle, CHP içindeki bazı ulusalcıların ve solcuların Türkiye’nin gerçekleriyle bağdaşmayan ittifak karşıtı siyasetine Kürt seçmenlerin gönül indirmesi beklenemez.
(*) Kurdistan 24, 26.08.2020