Yüzyıllardır süregelen ve psikolojik olarak tutunduğumuz bir zihniyetin içinde yüzüyoruz. Her değişememe momenti, bir sonraki değişme fırsatının çıtasını yükseltiyor, değişime direnci artırıyor ve zihniyet değişimini bir kimlik ve kişilik kaybı olarak algılıyoruz. O nedenle ‘Diriliş Ertuğrul’u ‘Diriliş Erdoğan’ olarak izleyebiliyor, kendimizi değişmeyen bir büyük ve zaman dışı çatışmanın aktörü sanıyoruz.
Böyle bir arka plan varken iktidarın da önünde sonunda Kayınpeder-Damat siyasetine kayma ihtimali yüksekti. Yine de birçok insan az ihtimal de olsa değişim yönünde uğraştı, ancak etkili olamadı. Daha dirençli ve istekli olan Kayınpeder-Damat çevresi ağırlığını koyup ülkede (devletin de desteğini alarak) egemenliğini ilan etti.
İktidarın devamı basit bir koşula bağlıydı: Basit meselelerde vahim yanlış yapmamak. Ama (belki de ‘neyse ki’) bunu bile beceremediler ve bizim zihniyet yapımızda çok ender bir olay oldu… Damat Kayınpeder’den koptu.
Medyadan takip ettiğimize göre Kayınpeder ülkenin ne hale düştüğünü ilk kez öğrenmiş, Damat’ı telefonda sigaya çekmiş, Damat gelmek isteyince reddetmiş ve Damat da bir Pazar sabahı istifa isteğini Kayınpeder’in masasına bırakmış. Ne var ki Kayınpeder gün boyu Damat’a yüz vermemiş, onu muhatap almamış. Damat da (aşağıda göreceğimiz üzere büyük bir cesaret örneği vererek, ya da ruh halinin doğal sonucu olarak) istifasını sosyal medyada ilan edip kayıplara karışmış.
Sonrasında, 27 saatlik bir suskunluğun ardından Damat’ın ‘görevden af’ rica ettiği, Kayınpeder’in de (büyük bir anlayış ve alicenaplılıkla) görevden affı ihsan ettiği açıklandı. Bu arada Damat’ın babası da “çocuklarımı cihanşümul bir davanın neferi olarak yetiştirdim” diyerek hamaset alanını aileyi rahatlatacak şekilde genişletti. Tabii bu sözü duyan birçok kişi ‘cihanşümul davanın’ Pelikancılık olup olmadığını sorguladı ama işin bu tarafı (şimdilik) konumuzun dışında…
Bu olaydan zihniyet bağlamında ne öğrenebiliriz? Her ilişki belirli bir zihniyete oturur ve onun maddi koşullar çerçevesinde ürettiği bir kültüre, yani normlara, zımni kurallara, önceliklere, sınırlamalara tabidir. Damat-Kayınpeder ilişkisi de bu toplumun en kadim ve basmakalıp zihniyeti olan ataerkilliğe oturmakta.
Yaşananın niçin böyle yaşandığını ve niçin zaten böyle yaşanmasının beklenmesi gerektiğini kavramak için önce ataerkil zihniyeti tasvir etmek gerekiyor.
Ataerkil zihniyet temel gerçekliğin manevi bir gücün bilinçli iradesine dayandığını varsayar. Söz konusu gücün zihnimize ‘yansıması’ sayesinde gerçekliğin bir kısmını bilir hale geliriz. Zihnimiz bu güç ile aynı tözden oluştuğu için, yansıma zihnimizde doğru bilgilerin oluşmasını sağlar. Ancak herkesin deneyimi ve zihinsel kapasitesi farklıdır. Dolayısıyla bazı kişilerin gerçeklik bilgisi diğerlerinden daha derin olacak ve hatta derinleştikçe hakikate ulaşma ihtimali artacaktır. İnsanların geneli bu kişilerin rehberliğine muhtaçtır ve kendi zihinlerindeki gerçeklik bilgisini ancak rehberlerle sınayarak doğrulayabilirler veya ancak bu şekilde ‘doğru yolu’ bulabilirler.
Rehberliğin ima ettiği hiyerarşi tüm varlıklar için de geçerlidir, çünkü her varlığın manevi güçle ilişkisi farklı seviyededir. Canlılar üstü varlıklardan canlılara, oradan cansız varlıklara bir büyük hiyerarşi içinde yaşanmakta ve bu düzende her seviye net bir biçimde birbirinden farklılaşmaktadır. Bu anlayışın toplumsal uzantısı heterojen ama farklılıkların birbirinin içine girmediği, ayrımlaşmış olarak kaldığı bir yapıdır. Yani ne çoğulcudur, ne de çoğunlukçu… Nitekim bu farklılıklar kendi aralarında katı ve değişmez bir hiyerarşi oluştururlar.
Ataerkil zihniyet içinde şekillenen toplumlarda her şeyin yeri ve işlevi bellidir ve değişmesi makbul bulunmaz. Kendini bir büyük düzenin, planın (tuzağın?) neferi olarak gören rehberlerin kitleyi sürüklemesinin beklendiği bir anlam çerçevesi gelişmiştir. Bu yaklaşım eşitliği daha baştan anlamsız kılar, çünkü gerçekliğin eşitsiz olduğu ve olması gerektiği apaçıktır. Özgürlük genel nizamın çizdiği sınırlar içinde anlamlı olan bir uyum çabasını ifade eder. Kardeşlik (fraternity) herkesin kendi yerini bilmesi ve buna razı olması demektir.
Dolayısıyla ataerkil zihniyete dayanan toplumlarda adalet kavramı öne çıkar ve her konumun ve ilişkinin var olduğu biçimiyle korunup sürdürülmesini ifade eder. İnsanlık bir büyük nizamın içindedir ve kendi toplumsal ilişkiler ağı da bu büyük nizama uyumlu olmak zorundadır. Bu nedenle ataerkil bir toplumda adaletin işlevi eşitsizliği yapısal ama katlanılabilir hale getirmek, özgürlüklerin ahlaki ve ‘beşeri’ normların sınırlarını ihlal etmesini önlemek ve yetki/sorumluluk alanlarını sürtüşmeleri asgariye indirecek şekilde düzenlemektir.
Böyle bir zihinsel arka planın eşliğinde temel soru haliyle rehberlerin nasıl davranacağı konusunda düğümlenecektir. Çünkü bu tür toplumlar rehberlere muhtaçtır, onlar olmadan hareket edemez, kendinden emin olamaz, kendini rehbere ‘teslim’ eder ve onun başarılı olmasını ister. Söz konusu mahkumiyet rehberlerin yanlışlarının görünmesini, irdelenmesini engeller. Toplumun ataleti sabır ve tevekkül olarak değerlendirilir ve rehberlerce takdir edilir.
Rehberler ise kendilerini ‘üstün’ görmeye eğilimli olmanın ötesinde çevreleri tarafından da bu yönde desteklenirler. Kendi deneyimlerini gerçekliği bilme yolunda ‘biricik ve benzersiz’ addeder, giderek hikmet sahibi olduklarına inanma istidadı gösterirler. (Türkiye’de birçok iş yerinde patronların basmakalıp sözlerinin duvarlara asılı olduğunu görürüz. Atatürk’e atfedilen her türlü sözün de dağa taşa yazılmasının nedeni budur. Atatürk ataerkil zihniyette değildi… Ama biz toplum olarak öyleyiz).
Hikmet sahibi rehberler her konuda esas bilginin kendi uhdelerinde olduğuna inanırlar, herkese had bildirirler ve ‘doğrular’ yapıldığında da kendilerine şükran duyulmasını beklerler. Ataerkil zihniyet toplumsal konumu ne olursa olsun herkesin (hiyerarşideki yerine göre) başkalarından saygı ve övgü beklediği bir ilişki sistemidir. Buna karşılık insanlar ‘biriciklik’ vasıflarını kaybetme, sıradanlaşma endişesi yaşarlar. Bu endişe saygı talebini artırır. Gördükleri saygı yükseldikçe psikolojik olarak sıradanlık endişesi de artar.
Söz konusu rehberlik duygusu ve onu kuşatan saygı/sıradanlık ikilemi, ataerkil zihniyete sahip kişilerin diğer insanlar üzerinde hakimiyet arayışına neden olur. Bu nedenle de ataerkil toplumlarda bu zihniyetin en görünür olduğu yer siyaset ve ailedir. Bazen bu ikisi birleşip aynı ‘şey’ olduğunda ise durum bir aşk/nefret ilişkisi halini alabilir. Böylesine yoğun ilişkilerde en fazla görünen duygu hali gurur ve küsmedir…
Nihayet genel ilişki ağı, yani rehberin çevresi açısından iletişim modalitesinin temeli hamasettir. Hamaset sayesinde rehbere rehberliği anımsatılır. Rehber de buna büyük bir şefkat ve ‘tevazu’ ile sahip çıkar. Aynen Kanuni’nin iltifat eden vezirine ‘beni bana hatırlattığın için…’ diyerek teşekkür etmesinde gördüğümüz gibi…
Ataerkilliğin bu özelliği ilişki ağlarının oportünizme açık hale gelmesine neden olur. Oportünist zihniyete sahip kişiler, rehberi allayıp pullayarak, ‘beyefendi ne öğrendiysem sizden öğrendim’, ‘aydınlattığınız yolda izinizden giderek başardım’, ‘iyi ki varsınız’, ‘siz göklerden gelen bir imkansınız’ türü sözlerle sisteme dahil olurlar.
Yozlaşma ataerkil yapıların kaçınmasının zor olduğu bir nihai haldir. Öte yandan bu tür yapılar, diğer zihniyetlere nazaran çok daha uzun süreler kalıcı olabilir ama ihya edilmeleri mümkün olmaz. İhya bir zihniyet değişimini ima eder…
Damat-Kayınpeder ilişkisi de hem ailesel hem siyasi olma hasebiyle ataerkilliğin en yoğun halini yansıtıyor. Kendinden mülhem hikmetiyle Kayınpeder, kendince bir başka hikmete sahip olduğuna inanan Damat, etraflarında oportünist kuşatma, yanlışların görülmemesi ve hatta etrafça teşvik edilmesi, gerçeklerin ortaya çıkması ile birlikte kopuş, had bildirme, küsme ve kaçış…
Bu olay hem Damat, hem Kayınpeder için tüm hayatları boyunca alt edemeyecekleri bir utanç ve travma olarak kalacak. Çünkü ataerkil anlamlandırma çerçevesi içinde böyle bir olayın yeri yok…
Bu zihniyet en azından beş yüz yıldır bizimle. Ve bizler bu zihniyeti kendi kimliğimiz, kişiliğimiz sanıyor, onun etrafında beka meselesi inşa ediyoruz… Çok derin bir sorunumuz var. Yüzleşmek istemeyecek, her karşımıza çıktığında kaçacak kadar derin bir sorun…