“…insanı siyasi bir varlık yapan sözdür.”
(H. Arendt, İnsanlık Durumu)
Elazığ ve Malatya’nın ardından deprem, bu defa da İzmir’i vurdu. Çok sayıda can kaybı ve yaralımız var. Yıkılan ve ağır hasar gören evlerin yanı sıra, ilk kez tsunamiye de şahit olduk.
Ülkenin dört bir yanından gelen resmi ve sivil kurtarma ekipleri, saatler ve günler boyu, nefes almadan yürüttükleri çalışmalarla, çok sayıda yurttaşı enkazların altından canlı kurtardılar. Şehir şimdi acılarını dindirmeye, yaralarını sarmaya çalışıyor.
Her deprem sonrasında gördüğümüz birlik ve dayanışma sahnelerini, haklı nedenlere dayanan duygusal anları bu deprem sonrasında da gördük. Hep birlikte üzüldük, mucizelere hep birlikte sevindik ve umutlandık.
Ancak zaman geçip, dikkatimiz yavaş yavaş binalara çevrilmeye başlayınca, yasa ve yönetmeliklere aykırı, çürük ve eksik malzemeyle yapılmış, ehil olmayan ellerden çıkmış, sorumlu kurumların denetiminden kaçırılmış, “mezar tipi” konutlar gerçeğiyle yine yüz yüze geldik.
Rant hırsına kurban edilmiş derme çatma kentlerin, alüvyonlu tarım arazilerinin üzerine ve fayların göbeğine oturtulan mahallelerin, diplomasız müteahhit işi yapıların, göstermelik yapı denetimlerinin, sayısı bile unutulan imar aflarının artık bir Türkiye klasiği halini aldığını bir kez daha hissettik.
Fayların üstünde yaşıyoruz ama…
Türkiye’nin dört bir yanı eski ve canlı faylarla kaplı. Depremsiz bir hayat mümkün değil. Her bölge ve şehir, büyük insani ve maddi kayıplarla sırasını savıyor. Günler böyle geçip giderken, korkuyla beklediğimiz ve sonucunun hepsinden daha vahim olacağı resmi yetkililer ve uzmanlarca açık açık söylenen, “İstanbul Depremi” için de zamanımız gittikçe daralıyor.
Son yıllarda kurtarma faaliyetlerinde uzmanlaşmış çok sayıda organize ve teçhizatlı ekip yetiştirdik. Bunların, nüfusu 20 milyona varan İstanbul gibi bir şehir için yeterli olup olmayacağını henüz bilemiyoruz, ama gün geçtikçe deneyim kazandıklarını görüyoruz. Bunlar iyi gelişmeler. Ama onların deprem olup bittikten sonra devreye girecekleri de bir gerçek.
İstanbul’da, özellikle kentsel dönüşüm, toplanma alanları ve acil ulaşım yolları konusunda, yürek ferahlatan adımların atılmadığı toplumun ortak kanaati. Hatta, deprem sonrası toplanma alanı olarak belirlenen birçok yerin, iktidar ve bazı belediyeler marifetiyle başına neler geldiğini, rant amacıyla nasıl binalar dikildiğini ve kimlere verildiğini büyük üzüntüyle izledik.
Lafı uzatmayayım, ne devlet, ne de İstanbul’da yaşayanlar yaklaşan büyük tehlikeyi henüz anlamış değiller. Bu depreme dair bütün bilgiler ortadayken, sanki kaçınılmaz kaderimizi bekler gibiyiz. On binlerce binayı yerle bir edecek şiddette bir deprem ihtimali söz konusu olduğu halde, iktidar ve yerel yönetimlerdeki bu rehavet, tam anlamıyla yüz binlerin hayatıyla kumar oynayan bir sorumsuzluk olarak görünüyor.
Hele öyle bir sorunumuz var ki, neresinden tutsanız elimizde kalıyor: Deprem vergileri!
“Bir defaya mahsus” vergi ne zaman getirildi?
Biliyorsunuz, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde Doğu Marmara’da iki yüksek şiddetli deprem yaşamıştık. Düzce ve Körfez’den başlayıp Gölcük, Yalova üzerinden Armutlu’ya ve karşıda Avcılar’a kadar etkisini en ağır şekilde hissettiren depremlerdi.
Zamanın Bülent Ecevit hükümeti, özellikle devlet hazinesinin mali bakımdan milletin desteğine ihtiyacı olduğunu ileri sürerek, halk arasında “Deprem vergisi” olarak bilinen bir vergiyi, 26 Kasım 1999’da Resmi Gazete’de yayınlanan 4481 sayılı kanunla “Özel İletişim Vergisi” adıyla getirmişti. Bu kapsamda gelir, kurumlar, emlak, özel işlem ve motorlu taşıtlar gibi alanlara da ek vergi konulmuştu.
Bir defaya mahsus alınacak bu vergiyle, halkın depremdeki maddi kayıpları karşılanacak, yeni konutlar ve yerleşim yerleri inşa edilecekti. Yani, millet kendi parasıyla, kendi yaralarını saracaktı. Milletçe beklenti buydu.
AK Parti sürekli vergi yaptı ve genel bütçeye kattı
Araya birkaç yıl girdi, seçimler yapıldı ve iktidar olan AK Parti, 31 Temmuz 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınladığı 5228 Sayılı Kanun ve Gider Vergileri Kanunu’nun 39’uncu maddesine yaptığı ekle, bu vergiyi devamlı hale getirdi. Vatandaşın zorlu ve acılı deprem günlerinde gösterdiği bir dayanışma, iktidarın yaptığı kanun değişikliğiyle sürekli bir vergiye dönüştürülmüştü.
İş bununla da kalmadı; 1 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5018 sayılı kanunun 13/g maddesiyle, deprem için alınan verginin hazineye aktarılması ve toplanma amacı dikkate alınmaksızın, iktidarın gerekli gördüğü bütün kamu hizmeti alanlarında kullanılması kararlaştırıldı. Böylece, vatandaştan depremin hasarlarını onarma ve yeni depremlere hazırlık için bir kereye mahsus toplanan dayanışma amaçlı vergi, önce sürekli hale getirilmiş ve ardından toplanma amacının dışında, genel bütçeden her alanda kullanılabilmesi için kapılar sonuna kadar açılmıştı.
İktidarın verdiği sözün ömrü bu kadardı. Artık, deprem için alınan vergi her alanda kullanılabilirdi.
Vergiyi veren hesabını sorar
Eğer, 24 Ocak 2020 günü Elazığ’da gerçekleşen yıkıcı depremin ardından, Kızılay Genel Başkanı vatandaştan kurumlarına bağış yapılmasını istemeseydi, “Deprem vergisi olarak toplanan paralara ne oldu, nerelere harcandı” diye sorulması ve tartışmanın başlaması belki biraz daha gecikecekti. Şüphesiz vatandaş da, “Sahi bizim deprem için verdiğimiz dayanışma vergilerine ne oldu” diye soramayacaktı.
Başlangıçta oranı %25 olan bu vergi, cep telefonu ve sabit telefon, kablolu ve digital TV yayınları ve internet hizmet faturaları üzerinden en son %7,5 gibi bir oranda alınıyordu. Vergi oranları ve söz konusu iletişim cihazlarının nüfusa yaygınlığı düşünüldüğünde, bu haliyle de çok büyük bir meblağa karşılık geldiği görülüyor.
Bazı uzmanların ve muhalefet partilerinin yaptığı hesaba göre, geçtiğimiz Eylül ayı itibariyle toplanan paranın 71,7 milyar TL’yi (ya da 35 milyar doları) bulduğu ifade ediliyor.
Muhalefetin denetleme görevi, bu değilse ne?
Muhalefet bir süredir bu paranın akıbetini açığa çıkarmak için, AK Parti iktidarına sorular yöneltiyor ve vatandaşa hesap verilmesini istiyor. En son, CHP parti sözcüsü Faik Öztrak ve İyi Parti TBMM Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu konuyu yeniden gündeme taşıdılar.
Muhatap ve yanıt bulamamaktan şikayet eden muhalefetin, değişik zamanlarda sorduğu sorular kabaca şu noktalarda toplanıyor:
*Depremde meydana gelen maddi kayıpları karşılamak için ne kadar harcanmıştır?
*Korunmak için alınan tedbirler ve maliyet tutarı nedir?
*Önleyici harcamaların tutarı, hangi kurum ve kişilerce harcandığı?
*Bu kaynak başka alanlarda kullanıldı mı, kullanıldıysa meblağı nedir?
*Depremle ilgili kaç kalem vergi toplanıyor?
*Toplanan miktar nedir?
AK Parti cephesinden kafa karıştıran değerlendirmeler
Bu sorular iktidar cephesinde genellikle kızgınlıkla karşılanırken, Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak bir soru önergesini, “Depremden korunmak için alınan önlemler ve depremin zararlarını gidermek için yapılan harcamalara ilişkin bilgiler, İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı uhdesindedir” diye cevaplandırdı. Bu yanıt şaşkınlık yaratırken, İçişleri Bakanlığı’ndan herhangi bir ses çıkmadı.
Muhalefet aradığı cevabı tam bulamazken, AK Parti iktidarının bir zamanlar Maliye Bakanı olan Mehmet Şimşek’in, deprem için toplanan paraların duble yol yapımında harcandığını açıklaması, o dönemde çok dikkat çekti. Ondan önceki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise daha açık sözlü davranıp, “Bu vergiler deprem için getirilmiş olsa, alınır biterdi. Bütçenin ihtiyacı olduğu için toplandı; milleti aldatmanın alemi yok” diyerek, muhalefetin sorularına bir anlamda haklılık kazandırmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, Elazığ ve Malatya depremi sonrasında, 31 Ocak 2020 tarihindeki AK Parti İl Başkanları Genişletilmiş Toplantısı’nda bu konuyu ele almış ve ”yapılan harcamaların toplanan paraların beş katı olduğunu” ifade etmişti.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ise deprem yaşanan bölgelerde (Düzce ve Gölcük, Bingöl, Van-Erciş, Kütahya, Afyon-Dinar, Manisa, Elazığ ve Malatya) TOKİ kanalıyla yapılan 150 bin konuta, AFAD’ın uhdesinde yapımı süren 49 bin konuta, kira, hibe, faiz ve kamulaştırma için ödenen bedellere dikkat çeken genel bir açıklama yaptı.
Demokrasilerde denetleme olur
Aradan yıllar geçtikten sonra yapılan bu kısa ve ayrıntıya inmeyen açıklamaların, muhalefeti ve kamuoyunu yeterince tatmin etmediği görülüyor.
Milletvekilleri özü itibariyle vatandaşın devlete ödediği verginin bir tür bekçisidir. Ona sahip çıkmak ve yasalara uygun harcanmasını denetlemek onların görevidir. Bu çerçevede, vergiyi verenin bu paranın nereye, ne kadar ve kimin tarafından harcandığını sormak demokratik hakkıdır ve yurttaşlık görevidir. Demokratik ülkelerde zaten aksi düşünülemez ve ardında başka niyetler aranamaz.
O nedenle, AK Parti iktidarının toplanan para miktarını, harcanan yerleri ve harcayan kurumları ayrıntılarıyla açıklaması hem bir görev, hem de toplumsal güven açısından zorunluluktur.
Bugün TBMM’de partilerin ortak kararıyla “Deprem Araştırma Komisyonu” kurulmuş bulunuyor. Diğer konuların yanı sıra, deprem vergilerinin akıbeti konusunun da bu komisyon vasıtasıyla açıklığa kavuşturularak yurttaşların bilgilendirilmesi yerinde olacaktır.