Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDevlet dersinde can veren ‘sivil’ gazetecilik

Devlet dersinde can veren ‘sivil’ gazetecilik

Devleti kutsal bilip eleştiriden muaf tutan bir gazetecilik, varoluşunun anlamını kendi eliyle dinamitlemiş bir gazeteciliktir. Bizim devlet gazetecilerimiz bari tutarlı olsalar; başka ülkelerde kendi devletlerinin haksızlığını haykırabilen gazetelere övgüler düzmeseler… Kendilerini “madem güzel, siz de yapın” eleştirilerine açık hale getirmeseler… Sormak lazım onlara: Haaretz’i İsrail devletini eleştirdiği için çok seviyorsunuz, 12 İsrail askeri bir mağarada metan gazından can verseydi Haaretz sizin yaptığınızı mı yapardı?

Gazeteciliğin ‘demokrasinin dördüncü kuvveti’ olarak tarif edilmesi, onun eleştirel potansiyelinin esasen hangi güce karşı harekete geçirilmesi gerektiğini de söyler. Gazetecilik, toplumsal yaşamı düzenlemekle görevli ve yetkili üç gücü (yasama, yürütme, yargı) denetlemekle görevli ‘dördüncü’ güçse ve önceki üç güç devletin parçalarıysa, bu tariften amaçlanan şey açık demektir: Gazetecilik her şeyden önce toplum adına devleti denetlemek için vardır. Bunun mefhumu-ı muhalifinden çıkan sonuç da şudur: Görevini hakkıyla yapan bir gazetecilik devletle uyum içinde olamaz.

Stern dergisinin kurucusu Henri Nannen “Gazetecilik rahatsızlık vermiyorsa terk edilmelidir” demişti, buradaki gizli öznenin ne olduğu da açık.

Tanımı gereği (sivil) toplumun bir parçası olması gereken medyanın gerçekte ve pratikte devletin neredeyse organik bir uzvuna dönüşmüş olduğu düşünülünce bütün bu laflar manasızlaşıyor tabii; hele ki düzeyi buradaki kadar pespaye olmasa da dünyada da benzer bir eğilimin olduğu düşünüldüğünde…

Yine de zaman zaman bazı ülkelerde bu gidişata zıt şimşekler çakmıyor değil. En güzeli -ve ironiği- de gazetecilerin, böyle örneklerden ‘bizim’ devletimizin sevmediği devletlere karşı gerçekleştirilmiş olanlarını seçip onları gizli-açık ‘helal olsun’ göndermeleri arasında okurlarına sunmaları…  Mesela Anadolu Ajansı’nın şu haberinde olduğu gibi:
Başlık: “Haaretz: Gazze’yi aç bırakmak İsrail’in övündüğü bir politika haline geldi.”

Spot: “İsrail merkezli Haaretz gazetesi, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere dayattığı açlık politikasını kınayarak bunun, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümeti için gurur duyulan bir politika haline geldiğini belirtti.”

Haber: “Gazetenin ‘İsrail Gazze’yi aç bırakmayı durdurmalı’ başlıklı başyazısında, ‘Bu politika, Gazze halkına sağlanan insani yardımları Hamas’ın askeri kapasitesiyle ilişkilendiren sahte ve popülist bir anlatıya dayanıyor’ ifadeleri kullanıldı. Bu uygulamanın ‘devam eden insanlık suçunun sonucu’ olduğuna işaret edilen haberde, şu ifadelere yer verildi: İsrail’in kâbus hükümeti ve (ABD Başkanı Donald) Trump yönetiminin himayesinde iki milyondan fazla Filistinliyi aç bırakması tamamen normal bir hale geldi.”

Devamı da var ama uzatmaya gerek yok. Fakat sormak lazım: Savaş halindeki devletini böyle sert sözcüklerle eleştiren bir gazetenin benzerinin Türkiye’de var olabileceği düşünülebilir mi? Sormak lazım bizim devlet gazetecilerine: Haaretz’i İsrail devletini eleştirdiği için çok seviyorsunuz, 12 İsrail askeri bir mağarada metan gazından can verseydi Haaretz sizin yaptığınızı mı yapardı?

Yunus Emre Erdölen 2023’te “İsrail’in ahlak pusulası Haaretz: ‘Size göre bir gazete değil’” başlığıyla tanıtmıştı Haaretz’i. Okumanızı öneririm.

Haaretz açık açık kendi devletinin haksız bir savaşı sürdürdüğünü yazıyor. Türkiye’de böyle bir şey düşünülebilir mi? Cesur gazetecilikten söz etmiyorum, içine devlet kaçmış gazetecilik için böyle bir şey tasavvur edilemeyeceği için olamaz diyorum. Türkiye’nin herhangi bir savaşta haksız şeyler yapma ihtimalini havsalası almayacağı için olamaz diyorum. Devletten korktuğu için değil, o da var ama burada esasen kendisi devlet olduğu için Haaretz gazetecisi olamayacak gazetecilerden söz ediyorum.

Bir sohbet sırasında Gülay Göktürk’ten dinlemiştim; yıllar önce bir televizyon programında milliyetçi kimliğiyle bilinen Prof. Ümit Özdağ’la tartışırlarken, konu 20. Yüzyılın başlarında Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren uluslar mevzuuna gelmiş. Özdağ, İmparatorluğa “ihanet eden” ulusların “a-priori haksız konumu” üzerine bir şeyler anlatırken Gülay Göktürk onların uluslaşma hakkı üzerinden tam tersi bir söylem tutturmuş ve haklı tarafın onlar olduğunu söylemiş. Özdağ içtenlikle o kadar şaşırmış, o kadar inanamayan gözlerle bakmış ki muhatabının yüzüne, bir süre hiçbir şey diyemeden kalakalmış.

Devlet ve haklılık meseleleri söz konusu olduğunda Ümit Özdağ’ın samimi duygularını paylaşan bir gazetecilik başka türlü bir tutum sergileyemez.

Fakat bari tutarlı olsalar; başka ülkelerde kendi devletlerinin haksızlığını haykırabilen gazetelere övgüler düzmeseler… “Bütün devletler zaman zaman haksız olabilir fakat Türk devleti hiçbir zaman haksız olamaz” gibi bir mantıksızlığa sürüklenmeseler… Kendilerini “madem güzel, siz de yapın” eleştirilerine açık hale getirmeseler…

- Advertisment -