Seçim kutlamalarında Demet Akalın şarkısı eşliğinde bir aracın üstünde dans eden sarıklı, şalvarlı birini, dombraya eşlik ederken kendinden geçen teyzeleri, Erdoğan’ın billboardlardaki fotoğraflarını öpenleri izledik.
Tüm bu ilginç görüntüler üzerine “Reisçilik” fenomenini, insanların “Reise” olan bağlılıklarını ele almak istedik. “Reisçilik” artık sosyal bir gerçek mi? İnsanların “Reis” ile aralarındaki bağ nasıl bir bağ? Bu bağ ile hangi ihtiyaçlarını karşılıyorlar? Gibi sorular üzerinden yapmaya başladığımız röportaj dizisinin ilk konuğu Prof. Dr. Sinan Canan.
Prof. Dr. Sinan Canan geçtiğimiz günlerde katıldığı bir programda insanın en temel ihtiyaçlarından olan vecd ihtiyacından bahsetmiş ve Türkiye’de bu ihtiyacın büyük ölçüde siyaset tarafından karşılandığını söylemişti.
Türkiye’de artık Reisçilik diye bir sosyal bir gerçek var diyebilir miyiz? Erdoğan’ın Reis olma süreci ve kitlelerin Reis ile kurduğu ilişki hakkında ne dersiniz?
Reisçilik güzel bir ifade. Evet, gerçekten Reisçilik diye bir gerçek var ama Reisçilik karşısında bir de antireisçilik diye bir durum var. İkisi de rasyonel bir algının oldukça dışında. Akılcılığın olmadığı bir alanda kendilerine yer buluyorlar. Bu genel olarak toplumun aidiyet duygusunu ve biraz da baba figürlü bir liderin peşinden gitme arzusunu doğuruyor. Toplumun kabaca yarısı bir babaya bir evlat sadakatiyle tutunarak diğer yarısı bu babayı reddederek kendilerine kimlik buluyor. Zaten Türkiye’de siyasetin iki kutuplu değil tek kutuplu ilerlemesinin sebebi, kabul edilen ve reddedilen bir baba üzerine bütün siyasetin işlemesi gibi gözüküyor. Zira farklı bir baba veya güç alternatifleri olsa onlar arasında bir yarıştan bahsedebilirdik ama şu anda özellikle Sayın Cumhurbaşkanı yıllar boyu ülkenin dinamiğini anladığı ve bildiği için son derece isabetli bir şekilde kendi seçmen kitlesinin ihtiyacı olan profili başarıyla çiziyor senelerdir. Dolayısıyla değişen konjonktüre rağmen Türkiye’deki siyasi tablonun değişmemesinin Türkiye’nin duygusal kodlarını iyi okuyan insanların onu iyi yönlendirmesiyle ilgili olduğunu söyleyebilirim. Ben siyasetle ilgilenen bir insan değilim ama seçimlerden önce girdiğim iddiaların hemen hemen hepsini kazandım. Çünkü benim siyasette gördüğüm tek şey bu ortamda kim daha baba tavırlar sergiliyorsa onun iktidar olduğudur. Türkiye toplumu her zaman ebeveyne ihtiyaç duyan bir toplumdur.
Seçimden sonra kutlama görüntülerinde Demet Akalın şarkısı eşliğinde bir aracın üstünde dans eden sarıklı, şalvarlı birini, dombraya eşlik ederken kendinden geçen teyzeleri, Erdoğan’ın billboardlardaki fotoğraflarını öpenleri gördük. Kimileri bu hareketleri cezbe haline benzettiler. Bu insanların bu davranışlarının kökünde sizce ne yatıyor?
Seçimlerden sonraki o görüntüleri ben de gördüm. Gerçekten çok ilginçti. Özellikle sarıklı sakallı abilerin ya da hanımefendilerin enteresan kendinden geçme görüntüleri vardı. Bu insanın temel bir ihtiyacının dışavurumlarından bir tanesi sadece. İnsanlar bir topluluğa ait olmanın yanında, ait oldukları topluluğun kazandığını, üste çıktığını, üstün geldiğini görmek istiyorlar. Bunu gördüklerinde de adeta kendileri yaşamsal bir başarı kazanmış gibi bundan iyi duygular devşirip gerçekten coşabiliyorlar. Büyük bir topluluğun parçası olmak ve kendinden büyük bir idealin içinde bulunmak insana olduğundan daha büyük hissettiren duyguların da temelini oluşturuyor. Bütün bu insanlarda gördüğümüz bu temel ihtiyaç Türkiye’de biraz fazla siyasete endekslenmiş gündemlerimiz olduğundan daha ziyade siyaset üzerinden ortaya çıkıyor. Tabi Türkiye’de siyaset inançlar, kültür, etnik aidiyetler, bölgesel özelikler gibi birçok faktörü içinde barındırdığından çok farklı tipte insanların farklı şekillerde aynı mecrada sevinebildiğini görüyoruz. Aslında bu görüntüler bir açıdan baktığınızda eğlenceli ama tabi insanların görüntülerinin medyaya yansıması bile “karşı taraftaki insanlar” tarafından suiistimal edilen ya da o sevincini gösteren kişinin medyada afişe edilmesiyle sonuçlanan nahoş durumlara dönüşebiliyor.
Katıldığınız bir programda Türkiye’de insanların vecd ihtiyacının siyasetle karşılandığını belirttiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Vecd dediğimiz bir duygu var. Büyük bir şeyin parçası haline gelip benliğini onun içinde yitirme hali. Bu insanın çok doğal ihtiyaçlarından biri. Çünkü biz bedenimizden büyük ihtiyaç, arzu ve algılara sahip bir varlığız. Dolayısıyla bunu ancak büyük bir şeyin parçası olarak hissettiğimizde anlayabiliyoruz. Bunun en kestirme yolu da bizim gibi inanan, yaşayan, düşünen insanlarla birlikte, ortak bir hedefe doğru hareket etmek ve o hedefte bazı mesafeler almak ve başarılar kazanmak. Türkiye’de maalesef bu çok siyasetle özdeşleştiğinden Türk insanı bunu birçok yerde yaşayabilecek olmasına rağmen siyasette yaşamayı tercih ediyor. Siyaset hayatlarımızda çok belirleyici olduğu aynı zamanda yönetsel kararlarımızın da geçtiği bir yer olduğu için vecd ihtiyacını buraya yansıtmak çok sağlıklı sonuçlar doğurmuyor. Toplumda kutuplaşmalara yol açıyor. Bir tarafın sevincini diğer tarafın öfkesini tetikliyor. Halbuki vecd ihtiyacını binlerce yıldır olduğu gibi dini ritüel ve ibadetlerle, müzikle, tiyatroyla, sanatla, toplu konserlerle, festivallerle yaşayabilmek çok kolayken çok daha barışçıl ve zararsızken biz çok daha sert bir yolu tercih ediyoruz diye düşünüyorum.