GÜNÜN Işığında
Fatih, bizi affet!
Osmanlı İmparatorluğunun en kudretli devrinde mezhep ayrılıkları yüzünden kendi dindaşlarının baskısına uğrıyan Avrupalı hıristiyanlar müslüman Türk padişahının himayesine sığınırlardı.
İstanbul fatihi Sultan Mehmet’in bu şehre girince ilk yaptığı işlerden biri Rum Ortodoks Kilisesine, can, mal ve tapınma hürriyetlerinin korunacağını temin etmek olmuştu.
Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde birçok din ve miliyetten insan, beraberce ve eşit haklarla yaşadı. Hepsine, bütün Osmanlı topraklarını kendilerine vatan bilme fırsatı verildi.
Gerçi onlar, kendilerine verilen bu hakları ve fırsatı teptiler, Osmanlı devletine ihanet ettiler, içlerinden birçoğu da Türkleri arkasından vurdular.
Bunların hepsi doğrudur. Osmanlı dvrinde Türklerin, kendileriyle aynı sınırlar içinde yaşıyan başka din yahut milletlerden insanlara yaptıkları efendice, insanca muamele karşılığında ancak ihanet ve nankörlük gördükler doğrudur.
Fakat fertler gibi milletler de, eğer bazı ahlâk kurallarına gerçekten bağlanmışlarsa, bu kurallara, karşılığını beklemeksizin uyarlar. Hiçbir ihanet ve nankörlük, hiçbir hayal kırıklığı, onları bu kurallardan vazgeçiremez.
İnsanların biribirlerini sayarak, bribirini öldürmeden, kırmadan, incitmeden, biribirlerinin evlerini tapınaklarını yakmadan yaşamalarını sağlıyacak ahlâk kuralları dünyada ergeç tutunacak ve zafer gene bu kurallara bağlı kalanların olacaktır.
Nereden biliyoruz bunu?..
Bildiğimizden değil!
Ama bu dünyada yaşamağa, yaşıyabilmek için de biraz olsun ümitli ve iyimser olmağa mecbur insanlar olarak, bu kuralların ergeç tutunacağına inanmak, kendimizi inandırmak zorundayız.
Yeryüzünde ne kadar çok insan buna inanırsa, o ahlâk kurallarının bütün insanlar arasındaki münasebetlere hâkim olması da o kadar kolaylaşır.
Eğer dünyada o ahlâk kurallarının tutunacağından ümidimiz olmasa, insanlığa ve üyesi olduğumuz topluma hizmet etmenin, yararlı olmağa çalışmanın ne mânası kalır, ne değeri olurdu?
Tarih önünde Osmanlı Türkleri, işgal ettikleri toprakların büyüklüğü ile değil, o topraklarda yaşıyan insanlara yaptıkları eşit ve insanca muamele ile, her din, ırk ve milletten insanlar arasındaki münasebetlere en yüksek ahlâk kurallarını hâkim kılmağa çalışmış olmakla şeref kazanacaklar ve insanlığa en büyük hizmeti bu yolda yapmış sayılacaklardır.
Biz, Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesiyle kendi tarihimizde bir devir kapatırken, o devrin, bizi Batı dünyasındaki ilerleme hızına yetişmekten yüzyıllarca alıkoymuş bütün miraslarını reddetmeğ kararlıydık.
Oysa bugün görülüyor ki o miraslardan birçoğu hâlâ aramızda yaşayıp bizim ilerleme hızımızı keserken, içimizden bazıları da Osmanlı devrinin asıl benimsememiz, millî bünyemizde yaşatmamız gerekli, ve her millete ancak şeref getirecek bir mirasını reddetmek te mahzur görmüyorlar.
Bu değerli miras, başka din, ırk ve milliyetten insanları da sayma ve kendimizle bir tutma geleneğidir.
İstanbul ve İzmir’deki son yıkıcı ve yakıcı nümayişler, bu asil geleneğe indirilmiş bir darbedir.
Zafer günü İstanbul şehrinde Fatih Sultan Mehmet tarafından bir millî siyaset olarak benimsenmiş bu geleneğin, 502 yıl sonra Cumhuriyet devrinde böyle sarsılmış olması acıdır.
Bir dâvada milletçe haklı olabiliriz. Fakat bir yabancı devletin konsolosluğunu, bir başka dinden insanların tapınaklarını yakmakta, başka din yahut ırktan Türk vatandaşlarının kendi Anayasamızla teminat altına alınmış haklarına tecavüz edip onların Türkiye toprakları üzerindeki güvenliğini bozmakta, hal ve şartlar ne olursa olsun, kendimizi haklı göremez ve gösteremeyiz.
Bunlar göz önünde tutulursa, Türk Hükümetinin, İstanbul ve İzmri nümayişlerini «maksatlı ve hainane» tertip ve tahriklere bağlı görmesine hak vermek gerekir.
Türk Milletinin tibarına bu derece zarar verebilecek hareketler başka türlü izah edilemezdi.
Bu tertip ve tahriklerden sorumlu olanların bir millî dâvada duyulan heyecanı bu kadar aleyhimize istismar edebilmeğe fırsat bulabilmiş olmalarına ne kadar üzülsek yeridir.
Tek teselliyi, Türk Milletinin böyle hareketleri asla tasvip etmiyeceğine, benimsemiyeceğine olan inancımızda arıyoruz. Çünkü böyle hareketler, Türk Milletinin ne mizacıyla, ne de 502 yıl önce, 29 Mayıs 1453 günü İstanbul surları içinde rsemilştirilip bir millî siyaset olarak benimsenmiş en asîl geleneğile ulaştırılabilir.