Ana SayfaManşetEngebeli mana denizinin karanlık dehlizlerinde “Kamil Öcman”ı aramak...

Engebeli mana denizinin karanlık dehlizlerinde “Kamil Öcman”ı aramak…

Aslında, son yıllarda bu özensiz, hep dönüp dolaşıp aynı şeyleri aynı şekilde söyleyen metinlere alıştık. Üstelik Erdoğan’ın o “meşhur” yıllarındaki metinlerinin akıcılığını, nasıl özen ve dikkatle hazırlandığını, dahası ne kadar ikna edici bulunabileceğini de hatırlıyoruz.Onlar da son derece ideolojikti, bunlar da öyle. Zaten itirazım buna değil, tabii ki. İtirazım, devletin en üst kademesinde kullanılan dilin bu kadar zayıf, yer yer mesnetsiz olmasına. İkna gücünün sorgulanmadığı, baştan savma metinler yazılıyor sanki. Daha komplike, ufuk açıcı falan olmasını artık kimse beklemiyor, aslında kimse bu metinleri bir içerik olarak da dinlemiyor.

Dün, 5 Aralık 2020 Cumartesi günü, covid pozitif yakınlarım için gidip Emniyet Merkezinden özel izin aldım, 35 km kadar uzaktaki evlerine acil başlamaları gereken ilaçları götürüyorum, arabadayım.

Radyoda haber kanallarının tamamında, “Türkiye’nin İlk Millî Helikopter Motoru TEİ-TS 1400’ün Teslimi ve Tasarım Merkezi Açılış Töreni” münasebetiyle Cumhurbaşkanının konuşması naklen yayımlanıyor.

Haber kanalı izliyorsanız/dinliyorsanız, bu konuşmalara alışıksınız demektir. Az çok biliyoruz bu konuşmaların çerçevesini. Nerede neler söylenecek, nereleri ne kadar tuhaf teknik detaylara ayrılacak, aniden oradan “yerli milli” konusuna nasıl bağlanacak, başta Batı çatısı altında toplanabilen gelişmiş ülkeler olmak üzere bizi çekemeyen ülkelere ve CeHaPe’nin gaflet içindeki başkanı, belediye başkanları ve yöneticilerine nasıl hitap edilecek, belki bir yerinden FETÖ ya da HDP’nin hainlikleri ne şekilde hatırlatılacak, bu “düşman” grupların tamamının iftiraları nasıl püskürtülecek… Aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz.

Bu enteresan başlıklı tören konuşması da bu şekilde ilerliyor. Tuhaf teknik detaylar var ki, Erdoğan da sıkılarak hızlı hızlı geçmeye çalışıyor.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından başlatılan ve TEİ tarafından yürütülen Turboşaft Motor Geliştirme Projesi’nde önemli bir günün yaşandığını belirterek, GÖKBEY Helikopteri için Türk mühendisleri tarafından tasarlanıp imal edilen Turboşaft Motoru’nun Test ve Teslimi ile Tasarım Merkezi’nin açılışını gerçekleştirdiklerini kaydetti.”

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası arenada da yer alan millî sanayi kuruluşu TEİ’nin, sektörün en önemli oyuncuları arasında yer almasını hedeflediklerini ifade ederek, TEİ’nin artık, sadece motor üreten değil motor tasarlayan, üreten ve dünyaya satan bir marka hâline dönüştüğünü kaydetti.”

“Turboşaft Projesi ile Türkiye’de bu ve benzer sınıftaki motorları test edebilecek çok ciddi bir test altyapısını da tesis ettiklerini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu altyapının aynı zamanda Millî Muharip Uçak Motoru gibi daha yüksek güç sınıfı motorların testinde de kullanılabileceğini aktardı.”

(Tamamını ve aşağıdaki kısımları daha sonra Cumhurbaşkanlığı web sayfasından aldım… https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/123047/-guclu-bir-savunma-sanayine-sahip-olmadan-gelecegimize-guvenle-bakamayiz-)

Yer yer totolojilerle bezeli sıradan bir konuşma.

Bahsettiğim diğer aşamaların konuşmaları da bazen tek tek, bazen iç içe geçmiş vaziyette yapılıyor, her zamanki gibi…

Sonra CeHaPe zihniyeti kısmına geliniyor:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1944 yılında Devlet Demiryolları’nda kullanılan dizel motorları üretmek için kolları sıvayan Kamil Öcman’ın başında olduğu bir ekibin Eskişehir’deki fabrikalarda gövdesi ve başlığı dökülen, krank mili dövülen motoru, diğer aksamlarıyla birlikte tamamen yerli olarak Ankara’da ürettiğini ve bu ilk motorun prototipinin 1946 İzmir Fuarı’nda sergilendiğini hatırlattı. Fuar dönüşü, devrin tek parti hükûmetinin Ulaştırma Bakanı ve Türk Hava Kurumu Başkanı Şükrü Koçak’ın motorun üretildiği fabrikaya gelerek, ‘Siz burada nasıl motor yaparsınız, derhâl bu fabrikayı kapatın’ dediğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Evet, Türkiye’nin ilk dizel motor hikâyesi, işte böyle acı bir sonla neticelenmiştir. İnşallah TEİ’de ve diğer kuruluşlarımızda yürütülen motor projelerine sıkı sıkıya sahip çıkacak, ülkemizin bu alanda da hedeflerine ulaşmasını sağlayacağız’ diye konuştu.”

Tekraren yazarsam bana çok garip gelen kısmı şu şekilde:

1940’lı yıllarda Devlet Demiryollarında kullanılan dizel motorları üretmek için çalışan Kamil Öcman başkanlığında bir ekip tamamen yerli bir üretim gerçekleştiriyor. Daha sonra devrin Tek Parti hükümetinin Ulaştırma Bakanı üretimin yapıldığı fabrikaya gelerek “Siz burada nasıl motor yaparsınız, derhâl bu fabrikayı kapatın” diyor ve fabrika kapanıyor.

Bu olayın ne kadarının ne şekilde gerçek olabileceğini merak ediyorum. Ya gerçeğin çok eğilip bükülmüş bir hali, ya da hamaset yapalım derken konu karikatürleşmiş, olguların inandırıcılığı bir kenara bırakılmış, ilkokul çocuklarını küçümsememek gerekir ama, onlara anlatılır gibi anlatılmış. Bir acayiplik olduğu kesin. Nasılsa Google var, bulurum her halükarda diyorum kendi kendime.

“Kamil Öcman” ismini, Cumhurbaşkanının yukarıdaki konuşmasının geçtiği haberler dışında bulamayınca, birkaç harfinin yanlış olması ihtimalini dikkate alarak çeşitli kombinasyonlarda aratıyorum. “Kamil Öçman” adında bir yüksek mühendisin yazdığı veya çevirdiği motorla ilgili eski kitapları buluyorum önce. Daha sonra Makine Mühendisleri Odasının 1960 yılı Eylül ayında çıkan dergisinde, anladığım kadarıyla ölümü sonrasında yazılan biyografisini görüyorum. Biyografinin bir kısmını (imlâ hatalarını düzeltmeden) buraya da ekliyorum:

“YÜKSEK MAKİNA MÜHENDİSİ KAMİL ÖÇMAN Kısa süren bir hastalıktan soıara 27/9/1960 tarihinde 53 yaşında aramızdan ebediyen ayrılmıştır. Kâmil öçman 1323 yılında istanbul’da doğmuştur. Subay olan babası Hasan Necati Bey izmir’in işgali sırasında ailesinin gözleri önünde öldürülmüş ve cesedi dahi ailesine verilmemiştir. Bu sırada Kâmil öçman henüz 9 yaşında idi. Bu acı onun hayatında Milliyet duygusunun uyanışını geniş ölçüde kamçılayan bir tesir olmuş ve bütün hayatı boyunca millî duygularla meşbu olarak yaşamıştır. Annesi Saniye Hanım ve amcası çok istidatlı olan Kâmil Öçmariı zor şartlar altında her fedakârlığa katlanarak okutmuşlardır. Kabataş Lisesinden mezun olan Kâmil Öçman daha lise tahsilinde müsbet ilimlere karşı bilhassa alâka duymuş ve bu dalda sınıfının iyi talebelerinden olmuştur. Avrupa müsabaka imtihanlarını kazandıktan sonra yüksek tahsil hayatında da arkadaşları arasında, canlılığı, çalışkanlığı ile temayüz etmiş ve 1933 yılında Mektebinden mezun olmuştur. KAMİL ÖÇMAN ( ) Dresden Yüksek Mühendis Meslek hayatında kendisine ihtisas dalı olarak seçtiği motor branşında bu mesleği bir aşk haline getirerek yılmadan çalışmış ve yurd içindeki motor sanayiinin gelişmesinde büyük yardımları olmuştur. Demiryollarının karanlık istasyonlarının aydınlığa kavuşmasında iki zamanlı bir dizel motorunun kostürüksiyon ve imalâtını ilgili arkadaşları ile tahakkuk ettirerek bu agregetın ışıkları onun meslek hayatında ilk nuru saçan ışık olmuştur. Bir işin öncülerine yakışan feragatle gündüz mesailerine geceleri de ekleyip çalışarak arkadaşlarının da yardımı ile motorlu işletmenin Demiryollarında rüştünü isbat etmiştir. Bugün motorlu işletme sahasında sayısı artan ve daha da artmasına karar verilen yeni cer vasıtaları ile meslek zevkinin zirvesine yöneldiği bir sırada bu zevki mesaî arkadaşları ile beraber idrâk etmeği bütün kalbiyle arzu ederken maalesef kendisi bu zevkden mahrum kaldı. işçi arkadaşları ile de kendisine has bir şekilde içice kaynaşarak çalışmasını bir zevk sayan Kâmil öçman aynı zamanda aile hayatında da müşvik bir baba idi…”

Kamil Öçman’ın kimliği hakkında bu okunması şahane olan metni bulduğuma seviniyorum ama hâlâ esas amacıma, “Siz burada nasıl motor yaparsınız, derhâl bu fabrikayı kapatın” diye biten o hazin olayın nasıl vuku bulduğuna yaklaşamıyorum. Koskoca Cumhurbaşkanının önüne bu metin konduysa eğer, vardır bir hikmeti, olay tam da bu şekilde olmuştur desem bile, içimde biraz daha ikna olma isteği var!!!

Bir Ulaştırma Bakanı olarak bir çırpıda başarılı bir ulaştırma projesine son verecek kadar “kötü kalpli” olduğunu anladığımız Şükrü Koçak hakkında daha fazla bilgiye ulaşıyorum:

“Şükrü Koçak (1886, Elazığ – 16 Eylül 1961), Türk siyasetçi. Harp Akademisi’ni bitirdi. 1939-1947 yılları arasında Türk Hava Kurumu’nun Genel Başkanlığını yürütmüştür. 1 Kasım – 7 Aralık 1944 tarihleri arasında Chicago’da düzenlenen Uluslararası Sivil Havacılık Konferansı’nda Türkiye’yi temsil eden heyette yer almıştır. V., VI., VII. ve VIII. Dönem Erzurum Milletvekilliği ile Ulaştırma Bakanlığı yaptı.”

Ayrıca, Vecihi Hürkuş’un “tayyare” projelerine ekonomik nedenlerle karşı çıktığını okuyorum, ama benim tuhaf bulduğum hazin olaya nasıl dahil olduğunu bulamıyorum.


Sonuç olarak, hazin olayımızın nasıl vuku bulduğu ya da bu iki ismin nasıl bir araya geldiği hususu bir muamma olarak kaldı benim için. Hiç ihtimal vermem (!) ama kısa yoldan bir çağrışımla da yazılmış olabilir. Bu metin ile ilgili eksiklik benden kaynaklanıyordur belki de, ama genel olarak bu metinlerin nasıl yazıldığını, meraklı birilerinin dinleyebileceğinin dikkate alınıp alınmadığını “merak” ediyorum.

Aslında, son yıllarda bu özensiz, hep dönüp dolaşıp aynı şeyleri aynı şekilde söyleyen metinlere alıştık. Üstelik Erdoğan’ın o “meşhur” yıllarındaki metinlerinin akıcılığını, nasıl özen ve dikkatle hazırlandığını, dahası ne kadar ikna edici bulunabileceğini de hatırlıyoruz.

Onlar da son derece ideolojikti, bunlar da öyle. Zaten itirazım buna değil, tabii ki.

İtirazım, devletin en üst kademesinde kullanılan dilin bu kadar zayıf, yer yer mesnetsiz olmasına. İkna gücünün sorgulanmadığı, baştan savma metinler yazılıyor sanki. Daha komplike, ufuk açıcı falan olmasını artık kimse beklemiyor, aslında kimse bu metinleri bir içerik olarak da dinlemiyor. Belki marş niyetine dinleniyor. Belki en kemikleşmiş AK Partili kitle de dahil olmak üzere, artık bu konuşmaları kimsenin can kulağıyla dinlemediğini hazırlayanlar da biliyor. Reisçiler, özellikle sosyal medyada defalarca teyit edildiği gibi Reisin her dediğine sorgulamaksızın, muhtemelen duymaksızın inanıyorlar, Reis başka bir vakit tam tersini söylerse, ona da inanmakta beis görmüyorlar.

Olan benim gibi, bir konuşmayı gerçekten anlayarak dinlemeye çalışanlara, her şeyi anlamak değilse bile, bir bütünlük ya da olguların tutarlı olmasını arayanlara oluyor. Bahçeli de aramızda olsaydı, “Çık çıkabilirsen bu engebeli mana denizinin karanlık dehlizlerinden” falan derdi.

- Advertisment -