Bazen öyle şeyler olur ki, kaba gerçeklik “şırrakk!” diye yüzünüze çarpar. Ancak, ülkemizde bu çarpmalar o kadar sıradanlaştı ki, artık zihnimiz dumura uğruyor. “Bu da mı oldu yahu!?” diyebiliyoruz en fazla, bu da mı oldu!?
Geçtiğimiz Cuma, eski bakanlardan Zeki Ergezen’in cenazesinde yaşananlar da bu türden bir olay… Herkes izlemiştir belki ama ben kısaca bahsedeyim. Erkan Haberal’ın şoförü (danışmanı) olan şahıs, arabayla cami avlusuna girmek istiyor. Güvenlik görevlileri müsaade etmiyor. Bunun üzerine vekil Haberal arabadan inip polislerle görüşüyor, sonra yaya olarak camiye giriyor. Fakat, şoför danışman zat, vekilinin polislere gerekli kararlılığı göstermediğini düşünüyor olacak ki, arabadan inip bagajdan resmi plakayı alıyor, takıyor ve ne yapacağını az çok tahmin eden polisin talimatıyla bariyeri kapatan ama yanında durmaya devam eden görevlinin üzerine sürerek, görevliye çarpıyor. Burada aleni olarak suç işleniyor yani. Bir şoför danışman, resmi plakanın gücüne sığınarak kuralları aşabileceğine öyle iman etmiş ki, arabayı bir insanın üzerine sürmekten çekinmiyor. Üstelik, polislerin olduğu bir mekânda, yani ıssız bir dağ başında filan değil. Tabii ki manzarayı görünce şaşırıyoruz, ama şaşırsak bile pek infiale kapılmıyoruz, çünkü başka bir ülkede, Allah yarattı demeden gösterici tekmeleyen danışmanları da gördük. İnsanlar her gün dolar kuru yükseliyor diye kara kara düşünürken, “ben dolar kuruna bakmıyorum” diyen bakanları da gördük çok şükür. Dolayısıyla infial eşiğimiz bir hayli yükseldi. Belki de buna güveniyorlar, bilemiyorum.
Bu olayın yaşanması ayrı bir fecaatken, aslında olaydan sorumlu olmayan milletvekili Erkan Haberal’ın açıklaması ayrı bir fecaat olarak medyaya düştü. Buradan anladık ki, arabanın içinde olsaymış da pek bir şey değişmeyecekmiş meğerse. Şöyle diyordu Haberal: “Bugün Bayındırlık ve İskan Eski Bakanı Merhum Zeki Ergezen’in cenazesine katılmak maksadıyla Kocatepe Camii’ne gittiğim esnada müessif ve münasebetsiz bir olay yaşanmıştır. Resmî otomobilimi kullanan şoför arkadaşımla Camii’ye giriş esnasında Büyükşehir Belediyesi ANFA görevlisinin son derece kaba ve kırıcı muamelesine maruz kaldım. Önce otomobilimin camına ANFA görevlisinin eliyle vurarak hakeratamiz bir davranışıyla karşılaştım. Bir provokasyon ihtimaline karşılık soğukkanlılık ve sağduyuyla hareket ettim ve otomobilden inip yürüyerek Cenaze Namazı’nın kılınacağı alana intikal ulaştım. Arkasında ANFA görevlisinin önyargılı ve tahammülsüz muamelelerinin şöförümü hedef alarak devam ettiğini, hatta fiili müdahelede bulunduğunu namaz sonrası öğrendim. Doğal olarak da şoförüm tepkisini gösterip otomobili sürünce orada görevli bulunan bir şahsa çarpmış, bunun üzerine da şahsıma iftira kampanyası hazırlanarak sosyal medyadan servis edilmiştir. Olay tamamen bundan ibarettir. ANFA görevlisinin yetkisi olmadan otomobille girişime menfi şekilde müdahil olması, sonrasında bilgim ve dahilim olmadan otomobilimin kurulan bariyerlerin açık kısmından girme teşebbüsü istenmeyen görüntülere yol açmıştır…
“Özellikle gelişmelerden son derece üzgün olduğumu paylaşmak isterim. Maksatlı, kötü niyetli ve provakatif ANFA görevlisi olayın yegane sorumlusudur. Konuyla ilgili gerekli inceleme ve takibat devam etmektedir… Ayrıca bir anlık dikkatsizlikle otomobilin temas ettiği ilgili güvenlik görevlisinin müsebbibi tamamıyla ANFA görevlisidir. Kendisine geçmiş olsun dileklerimi de hasseten iletiyorum…Kamuoyunun takdirlerine konuyu arz ediyorum…” (Bu bölüm Cumhuriyet Gazetesinden iktibas edilmiştir. Haberdeki imlâ vesâir sıkıntılar gazeteye aittir.)
Açıklamayı okuduktan sonra, olayın görüntülerini çeşitli gazetelerin sitelerinden tekrar seyrettim acaba kaçırdığım ve Erkan Haberal’ı doğrulayacak bir şey var mı, diye. Ancak, “yeni görüntüler” duyurusuyla medyada yayınlanan görüntülerde Erkan Haberal’a yönelik herhangi hakaretamiz bir davranış göremedim. Fakat buraya aşağıda açıklayacağım bir şerh koyuyorum. Böyle bir şey olduysa bile, karşılığı şikâyet etmek, hukuk yoluyla sonuç almaktır. Ancak, bunun yerine şoförün “doğal olarak tepki gösterip otomobili sürmesi…” Haberal’a göre çok normal bir şey. Yalnız bu doğal tepki, işte ne olduysa “istenmeyen görüntülere yol açmış.” Bütün bunların “yegâne sorumlusu” ise, o şoför tarafından üzerine araba sürülen, “maksatlı, kötü niyetli ve provokatif ANFA görevlisi”ymiş. Fakat hazret gene de çok yüce gönüllü olduğu için, kendisine hassaten geçmiş olsun dileklerini de iletmiş.
Görüntülerde, olayın tamamen polis tarafından yönetildiği, ANFA görevlisinin de polisin talimatlarını uyguladığı çok açık. Zaten Haberal’ın ve şoförünün itiraz için yöneldikleri kişiler de polisler, orada kimse o ANFA görevlisini muhatap almamış. Ama Soylu’yla karşı karşıya gelmektense, ANFA üzerinden CHP’li belediye başkanıyla karşı karşıya gelmeyi, olayı CHP’li ANFA’nın bir husumet girişimi olarak sunmayı siyaseten akıllılık olarak görmüşler anlaşılan. Zaten açıklamaların devamında aynı olayı daha da abartarak bir saldırıymış gibi lanse etme çabası da manidar, Cumhuriyet gazetesinden (bu sefer imlâ hatalarına biraz müdahale ettim) aktarıyorum yine:
“Belediye yönetiminin değişmesinin ardından böyle bir olay yaşanmasının manidar olduğunu belirten Haberal, “Sakince olup biteni anlatıp tasvip etmediğimi beyan ettim; ağza alınmaz hakaretlere maruz kaldım. TBMM’nin resmi aracı sivil insanlarca yumruklandı, devletin memuru tehdit edildi. Hoş olmayan ve yakışmayan bir olay vuku buldu.(ben araçta yok iken). Vandallık meşruiyet kazandı devletin emniyet güçlerinin yerine kendini konumlandıran sivil insanlar ANFA tarafından sokağa sürüldü. Ankaralıyım, iki dönemdir Ankara milletvekiliyim. Sivil hayatta da milletvekili iken de Hacı Bayram Camisine gittiğimde kendisini polis memuru yerine koyan hiçbir görevliyle karşılaşmadım. Belediye yönetimi değişince ANFA güvenlik kimlerle doldurulmuş öğrendik. Dahası şahsım olayın içinde yokken kameraya çekip ismimle servis edenlerin, o görüntülerin başlangıcını yayınlamak da boyunlarının borcudur” diye konuştu.”
Haberal’ın burada haklı olduğu tek konu, “O görüntülerin başlangıcı” ile ilgili kurduğu cümle olabilir, yukarıda onun için şerh düştüm. Çünkü bu olay medyaya ilk düştüğünde izlediğim görüntülerde, sonradan ortaya çıkan görüntülerden farklı olarak, arabayı durdurmaya yönelik elle bir müdahale ve şoförle görevlilerin konuşma-belki tartışma-ları yer alıyordu. Ancak sonradan yayınlanan görüntülerde bu bölüm çıkarılmış ve yanlış yapılmış. Israrla içeri girmek isteyen bir arabaya öyle Haberal’ın iddia ettiği gibi yumruklama görmedim, sadece sert bir engelleme tavrı gördüm. Fakat bunu yapan polis miydi, güvenlik görevlisi miydi, hatırlamıyorum, çünkü yan yana duruyorlardı.
Şimdi Haberal’a sormak istiyorum: Velev ki bütün iddialarınız doğru, arabanız (pardon TBMM’nin resmi aracı) yumruklandı, ağza alınmaz hakaretlere uğradınız, devletin memuru (şoförünüz herhalde) tehdit edildi. Ve siz bu yapılanları “vandallık” olarak, hatta vandallığın meşruiyet kazanması olarak değerlendirdiniz. E o zaman şoförünüzün bir insanın üzerine araba sürmesini, ona çarpmasını -gerçi siz onu “bir anlık dikkatsizlikle otomobilimin temas etmesi” şeklinde ifade etmişsiniz- nasıl değerlendiriyorsunuz acaba? Vandallığın sınırları nerede başlayıp, nerede bitiyor? Hakaret ve yumruklama vandallıksa, bir insanın üzerine araba sürmek ve ona çarpmak nasıl “doğal bir tepki” olabilir? Madem böyle bir vandallığa uğradınız, devletin polisleri hemen oradaydı, zaten arabadan inip konuştunuz, neden bu vandallığı onlara şikâyet etmediniz acaba?
Bir sorum da Habertürk’e: Nihal Bengisu’nun konuyla ilgili köşe yazısını kaldırırken hiç mi utanmadınız?
Başka sorum yok.