“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçlardan herhangi birini elverişli vasıtalarla işlemek üzere iki veya daha fazla kişi, maddi olgularla belirlenen bir biçimde anlaşırlarsa, suçların ağırlık derecesine göre üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.
Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez.”
Suçun ne olduğunu anlamanın zor olduğu bu madde TCK 316.
104 amiralin bildirisi hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu maddeden re’sen soruşturma açtı.
Dördüncü ve beşinci bölümlerde yer alan suçlardan kasıt, “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” ve “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar.”
Dünden beri bakanlardan, tarım ve orman müdürlerine kadar devletin karşısında direnişe geçtiği bildiride bir darbe iması dahi olmadığı için suç anayasal düzene karşı eylem yapmak üzere anlaşmış olmaya sokulmuş.
Yani bir nevi darbe yapamamış cunta muamelesi görüyor emekli amiraller. Ama madde imzasını çekenlere de bir çıkış kapısı gösteriyor.
Yani anlaşılan yine fikirlerine katılmadığımız birilerinin ifade hürriyeti ve hukuklarını savunacağımız günler bizi bekliyor.
Ama şanslarını o kadar zorlamışlar ki…
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Bildirinin, “diplomatlar Montrö için açıklama yaptı, hadi biz de yapalım” denerek hazırlandığı söyleniyor.
Ama anlaşılan emeklilikte ülkenin basit bir gerçeğini unutmuşlar: Burası diplomatların değil, askerlerin altı darbe yapıp, onlarca muhtıra ve muhtıra gibi açıklamayla siyasete burnunu soktuğu bir ülke.
O yüzden arada sırada eleştirel açıklamalar yapan ABD’deki emekli generallere benzer bir muamele görmedikleri için herhalde kusura bakmıyorlardır.
Bizzat kendilerinin yazdığı, pek de pişman görünmedikleri bir tarih bu.
Zaten öyle olmasa bildiri, bütün darbelerin giriş cümlesi olan “Yüce Türk milletine” diye başlamazdı.
Ama koskoca amiraller, Montrö için Dışişleri Bakanlığı’na, bir tarikatta cüppeli fotoğrafları çıkan tuğamiral için de Savunma Bakanlığı’na mı seslenecekti?
“Yüce Türk Milleti”ne doğrudan, aracısız hitap etme mevkiinden aşağısına alışık değiller.
Sonra yine o darbe bildirilerinden aşina olunan bir terkiple devam etmişler: “Son zamanlarda…”
Bildiriyi açıklamak için seçilen saat de resmi tamamlamış; Cumartesi gecesi 23.00.
Muhtemelen Dumlupınar Faciası’nın meydana geldiği geceyi seçmişler ama bir bildiri için bu kadar sembolizm, başka sembolizmleri de tahrik etti sadece.
Neredeyse tamamı Rusya sevdalısı, ulusalcı amiraller olsalar da bildiri için NATO’nun kuruluş yıldönümünü özel olarak seçtikleri söyleniyor. Hatta yakın ahbapları Perinçek onları çoktan Atlantikçi ilan etti bile.
Yine neredeyse tamamı FETÖ’yle kanlı bıçaklı olsa da 15 Temmuz’a 103 gün kala 103 imzayla bildiriyi yayınlamaları kriptoluklarına yoruluyor. (Aslında imzacı sayısının 104 olması da bu evhamlı matematik hesaplarını bozmuyor)
Bildirilerini “İstiklal Mahkemeleri’nde sizi yargılayacağız” diye tehditler savurmadan konuşamayan birinin sitesinde yayınlatan amiraller için bütün bunlar bir aydınlanma vesilesi olur mu, çok şüpheli.
Yılların kibrini yansıtan “Tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır” gibi tepeden tepeden edilmiş, sahibi ve muhatabı belirsiz cümlelerden sonra finaldeki şu tirad da onları yargılamak için TCK’yı karıştırıp nihayet 316. maddeyi bulabilen savcıların işini kolaylaştıracaktır:
“TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.”
Pek umurlarında olmayabilir ama Ahmet Altan, bunun çok daha masumu bir cümle yüzünden hapishanede dördüncü yılına giriyor.
En kötüsü de öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, “emekli askerler darbe mi yaparmış” deyip, gülemiyoruz bile.
Çünkü evet bu ülkede o bile yapıldı. 21 Şubat 1962’deki darbe girişimi başarısız olunca emekli edilen Talat Aydemir, 20 Mayıs 1963’de emekli bir albay olarak az kalsın yönetime el koyuyordu.
Peki, bir çikolata reklamından, bir grup başkanvekilinin, bir il başkanının kırık bir cümlesinden bile darbe evhamı çıkarmış bir iktidara 103 imzalı emekli amiral bildirisini tepside sunacak kadar gözlerini karartan ne olmuştu?
İşte en acıklı tarafı da bu.
Türkiye’nin gündemini yankı odalarından, veryansın eden sitelerden, kapalı devre mecralardan, birbirlerini gaza getirdikleri Whatsapp gruplarından izleyince “Montrö Anlaşması elden gidiyor, kalkın ey ehl-i vatan” havasına girmişler ama o da öyle değil.
Aslında her şey, Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden bir Cumhurbaşkanı kararıyla çekilince, TBMM başkanı Mustafa Şentop’un Habertürk’te katıldığı yayında Cumhurbaşkanı’nın her yaptığını savunma telaşıyla ettiği bir lafın aşırı yorumundan ibaret.
Hatta onun ettiği bir laf bile yok ortada. Ağzından Montrö çıkmış bile değil.
Tam olarak programın dökümü şöyle:
Habertürk’ün Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya: “Bir gün bir Cumhurbaşkanı gelip ben Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim derse veya BM İnsan Hakları Sözleşmesi’ni feshettim derse
Şentop: Teknik olarak yapabilir.
Sarıkaya: Yapabilir mi? Veya Montrö’yü tanımıyorum, feshettim derse.
Şentop: Yapabilir. Bunun sadece Cumhurbaşkanımız ve eski sistemde bakanlar kurulu değil, Almanya da ABD de Fransa da bunu yapabilir. Ama mantıkta mümkün ile muhtemel arasında bir fark vardır. Marmara Denizi’nden ayran yapabilmek mümkün müdür, mümkündür. Yeterli miktarda yoğurt bulursanız, Marmara Denizi’ni de karıştırırsanız, aklen mümkündür. Akli imkandır bu. İhtimal ise gerçeklerden hareketle bir işin olabilirliği üzerinedir. Bu muhtemel değildir.
Bu kadar.
Bir anlığına teorik varsayımlar üzerine konuşan bir akademisyen değil, Meclis Başkanı olduğunu unutması dışında Mustafa Şentop’un sözlerinden Montrö’den çıkılacağı yorumu çıkarmak için haberleri veryansın halinde okumak gerek.
Yani ille de amiraller birine tepki gösterecekse belki Şentop’tan çok Muharrem Sarıkaya’ya göstermeleri daha doğru olurdu.
Ayrıca şimdi bu bildiri nedeniyle haklarında soruşturmalar açılıp, aleyhlerine epeyce sert açıklamalar yapılınca “ifade hürriyetimizi kullandık” diyerek kendilerini savunan emekli amiraller, Sarıkaya’nın verdiği örnekler içinde esas çıkılmasından endişe etmeleri gerekenin Montrö değil Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olduğunu herhalde anlamışlardır.
Tabii tartışmanın esas çıkış noktası olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme konusunda emekli amirallerden biri hassasiyet beklemiyoruz.
Zaten biraz profillerinde dolaşınca, FETÖ’cülere, PKK’lılara, liboşlara ve yetmez ama evetçilere aman verilmeyen bir Mavi Vatan dünyasında yaşadıkları görülüyor. Bu dünyada Ömer Faruk Gergerlioğlu FETÖ’cü bir PKK’lı, Osman Kavala Sorosçu bir beşinci kol faaliyeti, Ahmet Altan ise hapiste çürümesi gereken bir liboş. Tabii bütün sivil toplum örgütleri de sivil örümceğin ağında.
En alternatif vatanda en büyük dertler ise sabahları çocukların Andımız’ı okuyamaması, Montrö ve üniforması üzerinde cüppeli sarıklı namaz kılarken fotoğrafları çekilen tuğamiral.
Pek çoğu son beş yılı A haber, CNNTürk ekranlarında Mavi Vatan, Suriye’deki operasyonlar, İHAlarımız, SİHA’larımız diye tempo tutarak, “Cumhurbaşkanımız FETÖ ile mücadelesinde yalnız bırakıldı” röportajları vererek geçirmiş.
İhtiyaç duyana kadar ifade hürriyeti pek de umurlarında olmamış.
Zaten bildiri için “ifade hürriyetimizi kullandık” demek artık bir şey ifade etmeyince, “her şeyi Mavi Vatan için yaptık” diyerek tepkileri savuşturmaya çalışıyorlar.
Ama en koyusundan bu Mavi Vatancılık, tescilli yerli ve millilik, FETÖ ve PKK karşıtlığı bile, Emniyet, Jandarma, Sahil Koruma sayfalarının onları hedef alan ve sonu “edepsizliktir” diye biten bir bildiriyle açılmasını engellemeye yetmedi.
İl başkanları aşılarının yapılıp yapılmadığını soruyor, hakaretler, “hele bir deneyin” tehditleri havalarda uçuşuyor. Yargıtay hakimi bile televizyonlara bağlanıp onları lanetliyor.
Mavi Vatan’ın gözlerini kamaştırdığı amiraller, vatanın gerçek renkleriyle tanışıyor.
Sonuçta eski Türkiye’nin amiralleri onlar.
Hukukun, demokrasinin, insan haklarının, ifade hürriyetinin söz konusu vatansa teferruat haline gelmesinin pek yabancısı sayılmazlar.
Ama artık onlar da bu sözün, “söz konusu vatansa” tarafında değil, “gerisi teferruat” olan tarafındalar.
Büyük vatanseverlikle yazdıklarını düşündükleri bildirileri devletin gözünde barış akademisyenlerinin bildirisinden farksız.
Hatta Devlet Bahçeli rütbelerinin sökülüp, maaşlarının kesilmesini dahi istedi.
Sayelerinde Meclis’ten yaka paça milletvekili kovan, gece yarısı Merkez Bankası başkanı kovup doları 8 liranın üzerine çıkaran iktidar moral ve motivasyon kazandı.
Bir süre daha maç yine iktidarın çok sevdiği sahalarda oynanacak.
Sıradan insanların yaşadığı Türkiye, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında kalacak.
“Topunuz gelinler”ciler ile “amiraller onurumuzdur”cular arasında Türkiye’ye hiçbir faydası olmamış ve olmayacak kavgalar yaşanacak.
Eski Türkiye’de de, yeni Türkiye’de de mutlu ve özgür olamamış insanlar yine arada kalacak, hatta ikisinden birini tercih etmeye zorlanacak.
Tercih etmek zorunda değiliz…