“Adli Emanet”ler yani Adliye’deki “suç eşyasının muhafaza edildiği emanet büroları”, aslında ziyaretçiye kapalı, yaşayan Suç Müzeleri’dir. Suça dair her türden eşya orada saklanır.
Rafına aldığı her şeyi değiştirir o depo. O ortamda suçun zamanla solan etiketi, en masum ev eşyalarını bile “Agatha Christie aksesuarları”na dönüştürür zira. Kan lekeli mermer vazo artık içine çiçek konulan “bir şey” değildir. Kırık bir saç tokasında, iğrenç bir tecavüzün, korkunç bir şiddetin gölgesini hissedebilirsiniz.
Suçun, cinayetin kırmızı mührünü hemen her eşyanın, üst üste yığılı çuvalların, torbaların, kutuların, zarfların üzerinde görmek mümkün. Yıllar önce Hürriyet’in Adliye Muhabiri Nurettin Kurt’un yazı dizisindeki gibi Ankara Adli Emanet’inde köşeye çöreklenmiş bir berjerle karşılaşabilirsiniz mesela. Artık o boş koltuk, üzerindeki kurşun delikleri ve kan lekeleriyle cinayet davasının noktalanmasını bekleyen bir suç mobilyasıdır. O ürpertici loşlukta kara pelerin misali silueti, kanlı bir taht yahut elektrikli sandalye gibi gelir “Yazsam roman olur” diyene…
Depodaki her cinayet aleti/eşyası, “öldürme kültürü” konusunda elle tutulur bir ipucudur aynı zamanda. Ama o “kültür”ün bazı cinayetleri meşrulaştırmaya kadar varan tepeden tırnağa izlerini sürecekseniz, onu başka arşivlerde, kıyıda köşede aramanız gerekir.
“Milli eser” statüsündeki sopalar
Bizim Adli Emanet’te, ateşli silahların yanısıra mebzul miktarda kesici-delici-paralayıcı bilcümle alet endam eder. Satır, döner bıçağı, nacak gibi -bazen “insan”ların yanında/yedeğinde bile taşıdığı- “iş aletleri” de o müzede cürmünü aşar. Demir borular, kürekler, kazmalar da mesaiden ayrılıp paslı kasap/ekmek bıçaklarının yanına yerleşir.
Hatta küreklerin, kazmaların sadece sapları da doldurur Adli Emanet’i. Yani eli yüzü düzgün sopalar… Özel imalatlarını, hastanelik etmeye -ölümüne- ayarlı çivili, demir köşebentli, topuzlu olanlarını da görürsünüz Emanet’imizin kuytularında. Üzerine özenle “Haydar”, “Alırım aklını” ya da “Dayak cennetten çıkma” yazılan “milli eser” statüsündeki sopaların varlığını, popülerliğini öğrenirsiniz.
“Halı dövücü”ler 20 lira
Ön koltuğun altında, bagajda zamanını bekleyen beyzbol sopaları da gözdedir o koleksiyonda… Ki Türkiye’de satılan on-yüz binlerce beyzbol sopası, ABD’yi olmasa da, bir kaç eyaletini kıskandıracak seviyededir haberlere göre. Yani ayrı bir paragrafı hak eder. O kadar sopanın yanında satın alınan beyzbol topu sayısını sorarsanız, algınıza ayıp edersiniz.
Bizzat gördüm de söylüyorum. Adına halk-sosyete, açık pazar yahut ne derseniz deyin… Yakın zamanda oralarda 20 liraydı Bangquibang beyzbol sopaları. (Şimdi 49.90’mış) Hem de cismi olmasa da ismi bize ait “Halı dövücü” etiketiyle satılıyordu… Çocuklar “Bu halı dövücülerin topusu da var mı amca?” diye sorarlar mıydı bilemiyorum ama “kılıfına uydurmaca”nın dilimize pek yakıştığını düşünüyorum.
“Seri katil” ana eksiğimiz…
Adli Emanet’imiz elbet şahsımıza münhasır. Dünyadaki Suç Müzeleri’nden farklı…
Bizde içini dolduracak suç unsurları çok da olsa, Las Vegas’taki “MOB (Mafia) Müzesi” yok henüz. Londra’daki Karındeşen Jack Müzesi desen, seri kadın cinayetlerinde en ön sıralarda olsak da ağır romanımızdaki “seri katil” eksikliği yüzünden mümkün değil. Zaten o müze de Jack’le, kadın kurbanlarıyla selfie imkânı sağlayan prostetik manken kampanyasıyla şimşekleri –hak ettiğince- üzerine çekmişti.
12 Eylül darbesi “Utanç Müzesi”yle hayata geçse de… Almanya’daki Ortaçağ Suç Müzesi’ne nazire bir sergilemeye de “Resmi Tarih”imiz cevaz vermiyor herhalde. Yoksa Osmanlı da “burundan ip geçirme, at kılıyla, dağlayarak hadım etme, kazığa oturtma, çengele asma, fareye kemirtme, kızgın sirke, kurşun dökme” vb. işkencelerle pek “eser” sıkıntısı çekmiyor.
Buz kırıcı “Temel İçgüdü”müze ters
O müzeleri geçtik… Bizim Adli Emanet’te bir cinayet aleti olarak 925 ayar Sterling Silver bir buz kıracağına rastlamamız da çok zor. Çünkü filmiyle müsemmâ, “Temel İçgüdü”müze ters…
Agatha Christie’den mülhem şapka iğnesine, ipek bir eşarba, som gümüş zarf açacağına, iki dirhem arseniğe denk gelmemiz de sürpriz olur.
Beyzbol sopaları fazlasıyla tamam ama doğamıza arazi açan golf sopaları da, henüz cinai sahamızda yok. Dövmek, hatta öldürmek gibi sıradan bir eylem için o paraya kıymak gereksiz görülüyor belki de. Ama ölümcül dürtüleri için suç aleti sayılmayacak, “masum” bir alet taşımak isteyenlerin ileride dikkatini çekebilir. “Organize İşler” filminde mafya babası Cem Yılmaz’ın golf sopası-topuyla işkencesinin sadece Yılmaz Erdoğan’ın, Funny Games’de golf sopasıyla şiddetin sadece Michael Haneke’nin aklına geldiğini düşünmek saflık olur sanırım.
Hedef gösterenin “alet”leri
“Öldürme kültürü”müzün şiddetli, alabildiğine vahşi, sert ama sade ve çoğu kez el altındaki “ucuz, kolay” aletlerle yürüdüğünü söylemek sanıyorum yanlış olmaz. Özel altın kaplama, sedef kabzalı tabancaları filan saymazsak, yaralamalardaki, cinayetlerdeki “suç eşyaları”nın çoğu Albert Camus’nun Caligula’sındaki “Yaşıyorum, öldürüyorum” kadar “basit”. O denli korkutucu…
Lâkin yazılı-sözlü nefret, tahrik, tehdit suçlarının, ismiyle cismiyle “hedef gösterme”lerin, akıl almaz ayrıntıda küfür kampanyalarının değindiğim “suç eşyaları” kadar “basit” olmadığı açık. Onların külliyatı da internette birikiyor. Ona da bir nevi suç kütüphanesi diyebilirdim ama “kütüphane” kelimesini o yığına yakıştıramıyorum.
Onların yeri ayrı… Aslında sözlü-yazılı suçların da aletleri var. Misal… Muktedirin biri, asosyal ya da sosyal medyada muhalifini, hatta kendisini eleştireni hedef gösteriyor, “alet”leri de gidip işin gereğini tekme-tokat yerine getiriyor. Her ne kadar benim gözümde çivili ya da artık çivisi çıkmış sopayı andırsalar da o “suç aleti”ni Adli Emanet’teki kazmanın, pompalının yanına koyamıyorsun.
Müzedeki görünmez adamlar
O suça “alet” olanların çoğu, adli kontrol, gözetim şartıyla salınıyor yahut takibata bile uğramadan elini kolunu sallayarak geziniyor zaten.
O nedenle o suçların/suçluların müzesi dev gibi ama bomboş bir antrepo. Dışarda suçu/suçlusu ayan beyan da olsa… “Adli Emanet”inde görünmez suçlar, görünmez adamlar var.
Suç müzesinde çağdaş değişim
Yıllar önce yayınlanan ve yukarıda değindiğim yazı dizisinden sonra Suç Müzesi’nin envanterinde bugün nelerin, nasıl, ne kadar değiştiğini de merak ediyorum biraz. O mevzuda iç mimariye dair bir değişimi, Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nın ayrı bir odasında 15 Temmuz darbe girişiminin “suç eşyaları”nın saklandığını aktaran bir haberden öğreniyorum. (¹) O depodamuhafaza edilen eşyalar arasındaki “darbeci askerlerden ele geçirilen 1 dolarlık banknotlar” ilgimi çekiyor. Merak bu ya… Yaygın medyaya göre Fetö’nün okuyup üflediği o 1 dolarların yekûnu ne kadardı acaba? Haberden öğrendiğim kadarıyla “darbeci askerlerden ele geçirilen 1 dolarlık banknotlar maddi değeri olmadığından bankada değil, suç delilleri arasında depoda saklanıyor”muş.
Buna karşın sürekli artış gösteren kadına yönelik şiddet ve cinayetlere ait “suç eşyaları”nın ayrı bir yerde muhafaza edildiğine pek ihtimal vermiyorum. Öyle olsa durumun vahâmeti, çoğu gözden ırak istatistiklerle değil o heyûlâ mekânın büyüklüğüyle bile kavranırdı. Ama onlar hâlâ “sarı odalar”da.
Silahlar Emanet’ten piyasaya…
Son yıllarda 300 liraya kadar inen fiyatlarıyla kolayca edinilen pompalı tüfekler, tabancalarla Suç Müzesi’nin ayrı bir binada cephaneliğe dönüştüğünü de tahmin ediyorum. Aynı haberden o silahların dava sonuçlanınca “Ordu Donatım Ana Tamir Fabrikası”na yollandığını orada –gerekirse- tamir edilip (yenilenip) “ruhsat karşılığı yeniden piyasaya sürüldüğünü” öğreniyoruz. Yani bu mevzuda, bu döngüde Emanet de, piyasa da sıkıntı yaşamıyor. Alıcısı bol, ruhsatı dertsiz zaten. Üstelik silahların bir bölümünün satıldıktan sonra takla güvercini gibi yuvasına dönme ihtimali de yüksek. İyi ticaret.
Tirbuşonlu İsviçre çakısı
Yine her kelâmın suç sayılabildiği böyle bir ortamda bilgisayarlar, tabletler, cep telefonları, Fetöcü denilen ama sonra hırsızlıktan soruşturulduğu ortaya çıkan pideciye verilen siparişlerin telefon takip kayıtları, Gezi poğaçaları filan da kapsamlı bir reyona dönüşmüştür muhakkak.
Fotoğraflar arasında sustalıların, kamaların, bıçakların yanında gazoz açacağı, tirbuşonu açılarak sergilenen İsviçre Çakısı da var. Ama birçok davada öyle açıldıkça saçılan delillerle mahkûm edilenleri düşününce ilginç gelmiyor bana.
(¹) “İstanbul’un Adli Emanet Deposu ilk kez görüntülendi”, Anadolu Ajansı, 08.11.2018
KAPAK RESMİ: “Whitechapel’de bir sokak: Karındeşen Jack’in son suçu”, Le Petit Parisien Gazetesi’nden renklendirilerek, 1891.