Ağrıları ya da hastalıkları iyileştirmede hiçbir etkisi olmadığı bilinse de kullananlara ‘iyi gelen’ ‘nötr’ maddelere plasebo deniyor. Plaseboların fiziksel hastalıklarden ziyade psikolojik sorunlarda işe yaradığını ve plaseboyla iyileşmede kilit noktanın ‘inanç’ olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Tıpkı bunun gibi, popülist liderlerin de mağduriyet duyguları ve korku düzeyleri yüksek kitlelerde plasebo etkisi yarattığını söyleyebiliriz.
Popülist liderlere oy veren kitlelerin ‘çağdaş-modern’ ölçülere uymayan ‘ilkel’ davranışları var evet, fakat bunlar onların içinde doğal olarak bulunan kötülükten gelmiyor, gerçek ve insani duygulardan (eziklik ve korku gibi) kaynaklanıyor.
Peki, bu duygularını izale etmede neden artık ‘demokrasi’ye güvenmiyorlar da (ya da neden demokrasiden umutlarını kestiler de) popülist liderlere güveniyorlar, onlara umut bağlıyorlar.
Trump’ın yenilgisi şayet ABD’de kitlelerin dört yılda popülizmin ipliğinin pazara çıktığını gördüğü, korku filminin sona erdiği diye yorumlanırsa, asıl yenilgi bu olacaktır. Hepimiz biliyoruz ki, koronavirüs salgını ortaya çıkmasaydı Trump bu seçimi rahat rahat kazanacaktı. Yani aslında galip sayılır bu yolda mağlup.
Bazı rakamlara bakınca, sevinmekten ziyade dört yıl sonrasını düşünmeye başlamanın daha isabetli olacağı ortaya çıkıyor.
Birincisi: Trump’ın, seçim öncesi propaganda döneminde göstermeye fırsat bulamadığı yalancılıklarını ve şarlatanlığını pervasızca sergilediği uzun dört yıldan sonra bir daha seçilmesinin mümkün olmadığı, bırakın bunu farklı yenilginin mukadder olduğu beklentileri tutmadı.
İkincisi: 2016’ya göre oylarını artırdı ve bundan da önemli olarak önceki Cumhuriyetçi başkanlara pek nasip olmayan bir biçimde Demokratların oy depolarından da teveccüh gördüç
Üçüncüsü: Siyahlar ve Hispanikler arasındaki oy oranlarını artırmayı başardı.
Bu gerçekler ortadayken, kaçınılmaz soruları ertelemenin âlemi yok, soruları dümdüz sormalı ve onlarla halleşmeye başlamalıyız: Demokrasi artık neden yetmiyor? Demokratik geleneğe sahip koca koca ülkelerde kitleler neden ‘demokrasi’ye güvenmiyorlar da popülist liderlerden medet umuyor? Demokrasiye inanç neden zayıfladı? Demokrasi neyi çözemedi?
İki duygudan söz ettim: Eziklik ve korku. Bu iki duygudan ikincisi, kaynağını küreselleşmeyle bağlantılı sorun alanlarından alıyor; göçler, teknolojik gelişmelerin hızı ve yarattığı sorunlar gibi…
Eziklik duygusu ise küreselleşme başlamadan çok önce tek tek her ülkede işlemeye başlayan, küreselleşmeyle birlikte iyice artan ve nihayet öfkeli kültürel patlamalarla açığa çıkan bir gelişmeyle bağlantılı. Bunu da kabaca, temsilcilerinin kahir ekseriyeti seküler, kozmopolit temelli olan ‘yüksek kültür’ sahipleriyle, temsilcilerinin kahir ekseriyeti dindar, milliyetçi olan ‘düşük kültür’ sahipleri arasındaki gerilim olarak tanımlayabiliriz.
Kendisine benzemeyenle birlikte yaşamanın ürkütücülüğü
‘Korku’nun kaynakları çok daha açık ve görünür olduğu için ona verilen tepki de (mesela göçmenlere ve yabancı işçilere karşı) açık ve görünür… ‘Eziklik’ duygusu ise ulusun bir parçasının öbür parçasına karşı geliştirdiği bir duygu olması hasebiyle o açıklıkla yaşanmıyor ve ifade edilmiyor. Oysa oradaki öfke, en az küresel kaynaklı korkulardan kaynaklanan öfke kadar yoğun.
Şimdi, kitlelerin dış kaynaklı (korku) ve iç kaynaklı (eziklik) iki duygusunun onları neden popülist liderlere yönelttiği meselesine geçebiliriz…
Ele alması benim için çok daha cazip olan ‘eziklik’ meselesini bir sonraki yazıya bırakıyorum… Bu yazının bundan sonrasında ise sadece “küreselleşmenin getirdiği belirsizlikler, bu belirsizliklerden kaynaklanan korkular ve bu korkuların bir sonucu olarak popülist liderlere teveccüh” başlığını ele alacağım.
Modernlik ve demokrasi nerede tıkandı?
Etyen Mahçupyan, Serbestiyet’in “Bunca skandala rağmen 69 milyondan fazla Amerikalı Trump’a oy verdi. Pek çok insanı hayal kırıklığına uğratan bu durum popülizmin geleceği hakkında ne söylüyor” sorusuna cevap verirken (6 Kasım) şöyle diyordu:
“Toplumlar idealize ettikleri, alışık oldukları veya onlara bir norm olarak sunulan yönetim sistemlerinin işe yaramadığını gördüğünde en kolay alternatife geçiş yaparlar.”
Peki bu sistemler neden işe yaramamaya başlamıştı? Çünkü, Mahçupyan’a göre, Batı’nın modernlik kültürünün (ve -ben ilave ediyorum- onun siyasal sistemi demokrasinin) dayandığı “bireysellik, özgürlük, çoğunlukçuluk, hukukun üstünlüğü, kişisel tercihlerin rasyonelliği ve meşruluğu, kendiliğinden oluşan doğru çözüm beklentisi (piyasacılık)” gibi unsurlar, sistemin kamusal alanda ortak bir ahlak üretebilmesine yetmemeye başlamıştı. Çünkü ortak ahlak ancak kişilerin aynı kültür zemininden gelerek birbirine benzemesiyle oluşuyordu. Modern toplumlar ise bireysel farklılaşmalara izin verirken, laiklik ve kimlik anlayışları nedeniyle grupsal farklılaşmaları kuşatmakta zorlanıyorlardı. Küreselleşme, başka kültürlerin karşılaşmalarını zorunlu hale getirdikçe, mesele daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu:
“Modern Batı dünyası (göçmenlerde somutlaşan şekliyle) birden fazla kültürü kamusal alanda hızla iç içe geçerken gördü ve bu çoğulcu kültürel yapıdan bir ortak yaşama biçimi üretmekte aciz kaldı.”
Mahçupyan’a göre, popülist liderlere ve popülizme eğilim, mevcut sistem içinde ‘eski güzel günler’e dönme umutları kırılmış kitlelerin âcil çözüm arayışlarının bir ürünü.
Bunların tamamına katılıyorum… İşin kolayına kaçtım ve “dışarıdan” gelenlerin yarattığı korku ve onun üzerinden popülist liderlere sarılma eğilimini kendi cümlelerimle anlatma yerine Mahçupyan’ın cümlelerini kullandım. İlave edecek bir şeyim de yok. Fakat bu analizin, popülist liderlere teveccühün başka ve önemli bir kaynağını ihmal ettiği kanaatindeyim: Temsilcilerinin kahir ekseriyeti seküler, kozmopolit temelli olan ‘yüksek kültür’ sahipleriyle, temsilcilerinin kahir ekseriyeti dindar, milliyetçi olan ‘düşük kültür’ sahipleri arasındaki gerilim.
Sözünü ettiğim gerilim, modernliğin “laiklik ve kimlik anlayışları nedeniyle grupsal farklılaşmaları kuşatmakta zorlanması”nın yarattığı gerilimleri enlemesine kesiyor. Yani, din, etnik kimlik gibi faklılıkları nedeniyle biribirlerinin karşıtı olan toplumsal grupları ortak bir noktada buluşturabilen bir duygudan söz ediyorum: Seçkin nefreti.
Şöyle de ifade edebilirim: Talepleri daha evrensel ve ‘soylu’ olanlarla, talepleri yerel-milli ve ‘süfli’ olanlar arasındaki gerilim.
Sonraki yazımda, toplumun ‘elit’leri karşısında kendilerini küçük düşürülmüş, aşağılanmış hisseden kitlelerin popülist liderlerde ne bulup da onlara yöneldiğini ele alacağım.