Galiba ilk kez 2009’da, o dönem DTP’nin Diyarbakır İl Başkanı olan Fırat Anlı, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e bunu söylemişti:
“Biz son kuşağız. Bizden sonra gelenler duygusal kopuş içinde… Diyalog kurabilecek, konuşabilecek ve sorunun çözümünü sağlayabilecek son kuşak biziz…”
Daha sonra 2011 yılında rahmetli Şerafettin Elçi, Taraf’ta Neşe Düzel’e ilk olarak “fırtına çocuklar” tabirini kullandı:
“Yeni parlamentonun bu sorunu çözmesi şart. Eğer çözemezsek, bu sorunun çözümü artık imkânsız hale gelir. Bir süre sonra öfkeli çocuklar iktidara gelecek. Bu gençler, henüz egemen değilken bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Bu fırtına çocukları, egemen oldukları takdirde, onlarla sorunu çözmek çok zordur.”
Sonra pek çok defa Ahmet Türk de bunu tekrarladı:
“Biz, bölge halkıyla barış aramada diyalog kurulacak son kuşağız. Yeni dönemin gençleriyle barış diyaloğu kurmak çok daha zor olacaktır.”
Kürt sorununun çözümü için acilen adım atılmasını savunan siyasetçiler, entelektüeller, köşe yazarları yıllarca bu argümanı tekrarladılar.
Fakat hafta sonu Diyarbakır merkezli Rawest araştırma şirketinin, Yaşama Dair Vakfı (YA-DA) ve Kürt Çalışmaları Merkezi ile birlikte yürüttüğü “Türkiye’de Genç Kürt Olmak: Gençleri Tanımak ve Anlamak” başlıklı araştırmasına göre, bir fırtına nesil gelmedi ve gelecek gibi de görünmüyor.
Araştırma 1500 denek ve 16 odak grupta, 100 kişiyle derinlemesine mülâkatla Adana, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mardin, Mersin, Urfa ve Van’daki Kürt gençleri arasında yapılmış. Yani hem bölgedeki hem de batı illerindeki genç Kürtlere sorulmuş.
Aslında araştırmanın sonuçlarına göre işsiz, karamsar, ayrımcılıkları hisseden bir Kürt gençliği var.
Fırtına nesil olmak için şartlar oldukça müsait.
Kürt gençlerinin sadece yüzde 34’ü çalışıyor; yüzde 24’ü vasıfsız işçi. Bu oran tahmin edilebileceği gibi Türkiye ortalamasından da kötü.
Her 10 gençten 7’si nadiren ya da sıklıkla ayrımcılığa uğradığını söylüyor.
Kürt gençlerinin hayatlarından memnuniyet oranı da Türkiye ortalamasının altında.
Batıdaki Kürt gençlere oranla doğudaki Kürt gençler daha da karamsar.
Kürt gençlerin yarısı göçü yaşamış. 5’te 2’si batıda doğup büyümüş, sadece beşte biri 1’i ise on yıldan fazladır aynı şehirde yaşıyor.
Ama bütün bunlara rağmen yine de araştırma entegrasyonun hızla arttığını, radikalliğin ise azaldığını gösteriyor.
Araştırmada elde edilen bulgulara göre “Gençlerin yarısı ana dilini iyi bildiğini söylese de gündelik hayatta dili pek kullanmıyor.”
“Kürt gençlerinin en az beşte biri Kürtçeyi artık pek bilmiyor ve neredeyse hiç kullanmıyor. Kürtçe bilmeyenlerin bir kısmı ebeveynler tarafından hiç öğretilmediğini söylese de önemli bir kısmı Kürtçe kullanımının zamanla azalıp dilin unutulduğunu söylüyorlar. Dili orta ya da iyi derecede bildiğini söyleyenlerin de önemli bir kısmı çoğunlukla Türkçe konuşuyor. Bilenler, Kürtçeyi en çok anne ve babalarıyla konuşuyor.”
Kürtçe artık anne ve babalarla konuşulan bir dil haline gelmiş.
Yüzde 20, anne ve babasıyla sadece anadilde iletişim kurduğunu söylüyor. Eşi ya da sevgilisiyle sadece anadilde konuşma oranı yüzde 4, arkadaşlarla ise sadece yüzde 1.5.
Ama bu asimilasyon da demek değil.
Bunu da “hangi kimliklerle çağrılmak istersiniz” sorusuna verilen cevaplardan görüyoruz.
Birden fazla cevap verilebilen soruya yüzde 47,6 Müslüman, yüzde 46,6 Kürt demiş. Bunları yüzde 33.8 özgürlükçü, yüzde 33.6 dünya vatandaşı, yüzde 32.7 eşitlikçi izliyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı diyenler ise sadece yüzde 13.7.
Dünya vatandaşlığı bile TC vatandaşlığının önüne geçmiş durumda.
Yani Kürtçenin kullanımı azalırken, Kürtlük belirleyici bir kimlik olarak yükseliyor.
Araştırmacılar ayrımcılık, dil ve kimlikle ilgili verileri şöyle analiz etmiş:
“Kürt gençleri Kürt kimliğini muhafaza ederek evrensel kimliklerle bağ kuruyorlar. Bunu yaparken dini inanca da vurgu yapıyorlar. Kendilerini Müslüman, Kürt ve özgürlükçü olarak tanımlıyorlar.
“Gençlerin, Kürtlerin en önemli sorunlarını ana dil ve ayrımcılık olarak zikretmelerinin kimlikle doğrudan ilişkisi bulunuyor. Ana dilin günlük kullanımı azalırken bir ihtiyaç olarak diri tutulması, kimliğe tutunmanın bir sonucu. Öte yandan ayrımcılığa uğramak hem dile hem de kimliğe dönüş ya da onu daha fazla sahiplenmeye sebep oluyor. Kimlik, gençlerin sosyalleşme, çalışma, hattâ evlenme düşüncelerini bile etkiliyor.
“Batıda doğmuş ya da batı illerine aileleriyle göç etmiş Kürt gençler, yaşadıklarından ve politik konumlarından bağımsız biçimde, kültürel olarak ‘Türkiyelileşmiş’ durumdalar. Önemli bir bölümü hayata Türkiye’de tutunmayı umuyorlar. Kültürel olarak ‘Türkiyeli’ olmayı sürdürüyorlar. Bu durum doğrudan HDP’nin ‘Türkiyelileşme’ politikasının bir sonucu olmamakla birlikte, HDP’nin politikası ve söylemi gençlerin bu pozisyonları ile barışmalarına katkı sağlamış görünüyor.”
Fakat Türkiyeli kimliğine rağmen, karşı karşıya kalınan ayrımcılıklar yüzünden “Türk bir sevgilim olmasın” diyenlerin oranı yüzde 44. “Türk bir Belediye Başkanım olmasın” diyenlerin oranı yüzde 47, “Türk bir öğretmenim olmasın” diyenlerin oranı yüzde 43.
Araştırmacıların bu sonuçlara ilişkin analizi de önemli:
“Türkiye’de yaşama ve batı illerinde gelecek kurma niyet ve planı olmasına karşın Türk bir sevgili olmasını istemeyenlerin oranındaki yükseklik, ayrımcılık ve onun etkisinin araya duvarlar ördüğünü de göstermesi bakımından dikkat çekici. Bu durum, Kürtlerin ve özelde Kürt gençlerinin batı illerinde içinde yaşayabildikleri Kürt habitatının olduğunu ve böyle bir habitata sahip olmanın uzaklaşmayı kolaylaştırdığını da gösteriyor.”
Fakat, gettolar içinde de olsa Kürt gençleriyle Türk gençleri aynı kültürü tüketiyor, benzer bir hayat yaşıyor.
Kürt gençlerinin beğendikleri sanatçılar Ahmet Kaya, Sezen Aksu, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Yıldız Tilbe, Tarkan ön sıralarda. Türk gençlerle ortak bu playlistlere Ciwan Haco, Şivan Perwer, Mem Ararat, Şakiro ve Aynur da giriyor. Ya da Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş dışında tutulan takımlar arasında Amedspor da yer alıyor.
Aynı şekilde, başka araştırmalarda genel olarak Türkiye’deki gençlerde görülen sekülerleşme trendi Kürt gençlerde de sürüyor, üstelik ortalamanın daha üstünde.
Kürt gençlerin çoğunluğu kendisini beş yıl öncesine göre daha az dindar buluyor.
Çok dindarım diyenler beş yılda yüzde 23’den yüzde 15’e düşmüş. Pek dindar değilim diyenler yüzde 39’dan yüzde 55’e çıkmış.
Kürt gençlerin batı illerinde yaşayanlarının yüzde 27’si, bölge illerinde yaşayanlarının yüzde 11’i kendisini ateist olarak tanımlıyor. Bu oran Türkiye ortalamasının hayli üstünde.
Araştırmacıların yorumu şöyle:
“Kürtlerin daha dindar olduğuna ilişkin yaygın kanaatin aksine, araştırma bulguları Kürt gençlerinin diğer gençlerden daha dindar olduğu görüşünü desteklemiyor… Kürt gençlerde siyasi tutumla ilişkili olan dinden uzaklaşma eğilimini pekiştiren iki farklı faktör daha var: Birincisi; Kürt gençler Türkiye ölçeğinde AK Parti’nin İslami bir temsil içinde olduğunu düşünüyor ve AK Parti karşıtlıkları onları dinden uzaklaştıran bir faktöre dönüşüyor. İkinci olarak; bölgesel düzlemde, IŞİD ve Suriye’deki diğer İslamî silahlı örgütlerin Kobanî’ye saldırdığı atmosferi anımsıyor ya da bugün Afrîn gibi yerlerde bu örgütlerin Kürtlere ‘kötü davrandığının’ altını çiziyorlar. Bu örgütlerin İslamî temsil iddiaları gençlerin dinden uzaklaşmalarını hızlandıran bir etkiye sebep oluyor.”
Bu sekülerleşme trendi, şehirleşme ve modernleşmeyle de iç içe geçmiş bir eğilim. Bunu da şu sorulara verilen yanıtlardan anlıyoruz: “Kadınlar istediği saatte dışarı çıkabilmelidir” diyenlerin oranı yüzde 65. “Cemevleri ibadethane olarak tanınmalıdır” diyenlerin oranı ise yüzde 58.4. “Öğrenciler kızlı-erkekli aynı evde kalabilirler” diyenlerin oranı yüzde 37.3.
Fakat önyargılar da sürüyor. Kim öğretmeniniz, belediye başkanınız, sevgiliniz olmasın sorularına verilen yanıtlarda en çok uzak durulan kimlikler şöyle sıralanıyor: Tarikat mensubu/sofu, eşcinsel, ateist, Suriyeli ve Arap.
Suriyeli ve Araplara karşı önyargılar Türkiye ortalamasında.
Bu sorulara Ermeni ve Türk diyenlerin oranı ise neredeyse aynı. Ermeni kimliğiyle ilgili genel Türkiye araştırmalarındaki önyargılar Kürtler arasında daha az.
Amerikalı, Japon, Norveçli, Alman belediye başkanı, öğretmen ve sevgiliye ise daha açık oldukları anlaşılıyor.
Araştırmanın en dikkat çekici kısmı radikalleşme eğiliminin incelendiği bölüm.
2016 yılında yürütülen bir araştırmaya da dayandırılan bulgular çarpıcı: “Kürt gençlerinin bireyselleşmeleri politik süreçler üzerinden ilerlemiyor.” “Bu yüzden daha sert bir tutuma kayma şartları zayıf.” “Bugün gençlerin şiddete daha mesafeli oldukları gözlemleniyor.”
Radikalleşme azalıyor ama kimlik bilinci yükseliyor:
“Kürt gençleri gündemle yakından ilgileniyor.” “Kültürel olarak hem Türkiye’ye hem batıya entegre olma eğilimleri kuvvetli, fakat kendi kimliklerinden de uzaklaşmıyorlar.”
“Çözüm sürecinin bitmesinin sorumluluğu kimde” sorusuna verilen cevaplar da ilginç:
Yüzde 52 AK Parti’yi sorumlu tutuyor, yüzde 20 HDP’yi. Derinlemesine mülakatlarda HDP’li gençlerin örgütün ve HDP’nin çözüm sürecindeki performansına eleştirel baktığını görmek şaşırtıcı oluyor.
Araştırmacılar azalan radikalleşmeyle ilgili bu ezber bozan sonuçları şöyle değerlendirmiş:
“Kürt siyasal dalga siyasi alışkanlıklardan uzaklaşma ve uzlaşmaya daha açık bir tavır geliştirme eğiliminde oldukları ve radikalleşme ile aralarındaki mesafenin açıldığı söylenebilir. ‘Biz uzlaşılacak son kuşağız,’ ‘fırtına çocuklar geliyor’ gibi ifadeler çokça tartışıldı ve sol-liberal çevreler başta olmak üzere kamuoyu tarafından benimsendi. Bu yaklaşım ve ifade biçiminin bugün için bir mit olduğunu söylemek mümkün. 2015-16 yılına kadar özellikle Rojava’da YPG’nin güçlenmesinin etkisiyle yükselen radikalleşme eğilimi, hem geçtiğimiz on yıl içerisinde Kürt gençliğinin yaşadığı ekonomik ve sosyal dönüşüm, hem de 2015 ve sonrasındaki büyük şiddet dalgasının ortaya çıkardığı yıkım sonrasında büyük ölçüde azalma eğiliminde görünüyor. Bu esnada özellikle Demirtaş’ın yükselen popülaritesi ve Demirtaş üzerinden sivil siyaset alanının genişlemesi de bu eğilimi besleyen faktörlerden biri. Politik Kürt gençlerinde daha önce var olan karizmatik lider anlayışının, silâhlı figürlerden ziyade şu an legal Kürt siyaset aktörlerinin üzerinde yoğunlaşması da bu miti bugün için yanlışlayan bir anlam taşıyor. Öte yandan radikalleşmenin azalmasının, genç kuşağın çözüm süreci gibi süreçleri görmesi ve HDP’nin barajı aşma başarısı göstermesi gibi sebepler haricinde, bugün Türkiye’de silahlı mücadelenin alanının daralması ve PKK eylemlerinin görünürlüğünün önceki yıllara oranla azalmasına da bağlanabilir.
“Buradaki radikalleşmenin daha çok legal olmayan/silahlı mücadele biçimleri olarak algılandığını, şiddetin bir araç olarak kullanılıp kullanılmayacağı çerçevesinde ele alındığını belirtmekte fayda var. Zira bahsedildiği üzere politik taleplerde düşüş pek görülmüyor. Politik taleplerin yükselmesi ve belirginleşmesi ile şiddet arasında doğrudan bir bağ kurulmadığı görülüyor.”
On yıl önce herkesin kabul ettiği bir argümanın, on yıl sonra mit haline gelmesi üzerinde düşünmek gerek.
On yıl önce, şiddet ortamında yetişmiş bir neslin fırtına nesil olacağı fikri oldukça ikna ediciydi. Taş atan çocukları dahi hapse atarak rüzgar eken bir devletin fırtına biçeceği malum bir sondu.
Bu sözler 2009’dan beri çeşitli biçimlerde denenen çözüm süreçlerinin de motivasyonlarından biri olmuştu.
Ama toplumsal ve siyasal olaylar üzerine kestirim yapmak her zaman zor. Etki ve tepki analizleri açıklayıcı değil. Hiç hesaba katılmayan gelişmeler, kestirilmesi zor tepkiler her şeyi değiştirebiliyor.
Son on yılda da öyle oldu.
Devlet rüzgar ekmeye iki yıl ara verdi. Çözüm süreci deneyimi yaşandı, silah olmadan da çözüm aramanın mümkün olduğu fikri geri dönülmez biçimde yerleşti. Siyasete açılan geniş alan, daha önce ikincil aktörler olan HDP’nin ve Demirtaş’ın yıldızının parlamasına neden oldu; silahlı örgüt popülaritesini meşru siyasete kaptırdı. Sonra yine hiç hesapta olmayan Arap Baharı’nın Suriye’de neden olduğu savaş, Kürtler açısından yeni bir kimlik uyanışına yol açtı. Oradan cesaret alınarak Türkiye’de girişilen hendek terörü şehirleri yıkıp geride bir enkaz bıraktı ve ilk kez geniş Kürt kamuoyunun PKK’nın taktiklerini sorgulamasına neden oldu. Ardından Türkiye’de beklenmeyen 15 Temmuz travmasıyla girilen olağanüstü dönemle devletin sertleşmesi, kayyımlar, tutuklamalar, PKK’ya yönelik İHA ve SİHA’lı operasyonlarla örgütün hareket kabiliyetinin önemli ölçüde sekteye uğratılması, Suriye’de yapılan operasyonlar, AK Parti – MHP ittifakı ile dönülen devletçi milliyetçi tezler, HDP’nin her şeye rağmen artık yüzde 10’ların üzerine oturan bir parti haline gelmesi, bütün Türkiye’de artan şehirleşme, sekülerleşme, internetle dünyayla entegrasyonun artması…
Bütün bu girdilerle ortaya Rawest’in bulduğu manzara çıktı.
Kürt gençleri Türkiye’ye daha fazla entegre; radikallik ve şiddete onay düşüyor ama Kürt kimliği yükseliyor, ayrımcılık hissi sürüyor.
Bu bir fırtına nesil manzarası değil, aksine diyaloğa açık bir nesil görüntüsü.
Ama ne yazık ki Türkiye’yi şu anda bunu fırsat olarak görüp değerlendirebilecek bir anlayış yönetmiyor.
Çözüm süreci tecrübesinin, siyasete alan açılmasının ve tabii HDP’nin entegrasyona, Türkiyeleşmeye katkısının farkında olmayan, hâlâ HDP’yi kapatmaktan hattâ itlâf etmekten bahseden, Türk ve Kürt gençlerle duygusal bağları zayıflamış, siyaseten yaşlı bir anlayış bu.
On yıl önce diyalog kurulabilecek son nesil biziz diyen isimlerden Fırat Anlı uzun süre hapis yattıktan sonra yurtdışına gitti. Ahmet Türk’ün belediye başkanlığına kayyımlarla el kondu, Şerafettin Elçi hayatını kaybetti.
Diyaloğa kapalı fırtına bir Kürt genç nesli gelmedi, ama diyaloğa kapalı fırtına bir Türk yaşlı yönetici kuşağı geldi.
İnşallah bu fırtına yaşlı Türk yönetici kuşağı, son on yılda olan bitenlerin, hayatın, dünyevileşmenin sonucu olan radikalleşmenin azalması ve entegrasyonun yükselmesi eğilimlerine daha fazla zarar vermez.