Çoğunlukla ifade hürriyeti, düşünce hürriyeti ile birlikte kullanılır. Oysa bu yanlıştır.
İkisi ayrı hürriyetlerdir.
Zaten Anayasa da bu iki hürriyeti değişik maddelerde düzenlemiştir.
Düşünce ve kanaat hürriyeti Anayasanın 25. maddesinde şöyle yazılıdır: “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
Bu hürriyetin istisnası bulunmamaktadır. Yani hiçbir şekilde kayıtlanamaz.
Aynı zamanda “ifade hürriyeti“ dediğimiz “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” ise Anayasanın 26. maddesinde belirlenmiştir.
Bu maddede de şöyle deniyor: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestisini de kapsar.”
Bu hürriyetin istisnası bulunmaktadır. Buna göre; milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, memleketin birlik ve bütünlüğü, Cumhuriyetin temel nitelikleri, suçların önlenmesi, başkalarının şöhret ve haklarının korunması vb nedenlerle kayıtlanabilir.
Her iki hürriyet AİHS’nin 10. maddesinde de hemen hemen aynı paralellikte tanınmıştır.
Yani günlük hayatta kullanılan “düşünce hürriyeti” ile “ifade hürriyeti” aslında farklı hürriyetlerdir.
En azından düşünce hürriyeti kısıtlanamaz ama ifade hürriyeti kısıtlanabilir.
Düşünce hürriyeti esas itibarıyla bir kanaate sahip olma hakkını; diğer bir ifade ile başkasının görüşlerine ulaşabilme yani bilgilenme hakkını da içeriyor.
Öyle ya, ben belli bir konuda sizin görüşlerinize ulaşamazsam, Anayasanın 26. Maddesiyle tanınmış hakkım yani bir kanaate sahip olma hakkım nasıl oluşabilecek?
O zaman sizin Anayasanın 26. Maddesiyle tanınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetiniz olsun ki benim de Anayasanın 25. Maddesiyle tanınan “düşünce ve kanaat hürriyetim” olsun.
Ve giderek fikrimin oluşabilmesinin doğal sonucu olarak “soru” sorabileyim.
Bir fikrim olsun!
Cahil kalmayayım!
Gazeteci, Anayasanın 28. Maddesinde yer alan basın hürriyetini kullanabilsin ki; Türkiye’de kamu idaresinde yolsuzluk var mı yok mu açıklasın ki ben de Anayasanın 25. Maddesinde yer alan düşünce ve kanaat hürriyetimi kullanıp bilgilendikten sonra; Anayasanın 26. Maddesinde yer alan yurttaşlık hakkımı kullanıp Devlet idaresine sorular sorabileyim.
Ödediğim verginin peşine düşebileyim;
Daha saydam bir kamu yönetimi isteyebileyim;
Mesela gözlerimizle görüp kulaklarımızla duyduğumuz “bir şekilde edinilen sonra iade edilmiş olan” ayakkabı kutularından çıkan eurolar ve para sayma makinelerine ne olduğunu sorabileyim;
Yolsuzluğun kod adı haline gelmiş olan “Bakara Makara” veciz deyiminin sahibinin hangi nedenlerle işler soğuduktan sonra gözümüzün içine baka baka Devletin nerelerine nasıl geldiklerini sorabileyim.
Bu liste o kadar uzayabilir ki inat edip listeye devam edersem Serbestiyet sitesini çökertebileceğimden korkarım.
Yani demem o demedir ki; ifade hürriyeti ve basın hürriyeti ile düşünce ve kanaat hürriyetleri birbirlerinden farklıdır. Ve bana sorarsanız bence asıl olan hürriyet düşünce ve kanaat hürriyetidir.
Yani bilgi edinmek hak ve hürriyetidir.
Yani gazeteci hapislerle, davalarla ve neticede oto sansürlerle susturuluyorsa asıl ortadan kalkan onun ifade hürriyeti değil, benim düşünce ve kanaate varma yani bilgiye ulaşma hak ve hürriyetimdir.
Gazeteci veya bir komşun veya arkadaşın veya bir hocan susturulduğu zaman sen cahil kalıyorsun ve sen de onunla birlikte dilsizleşiyorsun.
Ve onun içindir ki ülkeler, ifade hürriyeti skalasında aşağılara düşüyorsa; yolsuzluk skalasında da aşağılara düşüyor.
AİHM son bilançoyu açıkladı. Bu bilanço Serbestiyet’te de yayınlandı. İhlal kararlarında Rusya’dan sonra ikinciyiz. İfade özgürlüğü ihlallerinde ise Avrupa birinciliği yine bizde.
Bu arada Uluslararası Şeffaflık Örgütü de son bilançoyu yayınladı. Dünya çapında 180 ülke arasında 91. sıraya gerilemişiz. 2013-2019 yılları arasında en çok düşüş yaşayan 3 ülkeden biriymişiz.
G 20’de 16.;
OECD’de sondan ikinci;
Görüyor musunuz korelasyonu?
Başkasının ifade özgürlüğü yoksa sen de bilgisiz kalıyorsun.
Sen bilgisiz kalınca soru soramıyorsun.
Sen soru sormayınca yolsuzluk oluyor.
Bu siyasal yaşamı güçten düşürüyor,
Bundan yargı da nasibini alıyor.
Güçsüz yargı olunca yatırım da olmuyor.
Yatırım olmayınca istihdam olmuyor.
Ve fakirleşiyorsun…
Ne zaman ki ifade özgürlüğü ile fakirliğin korelasyonunu toplumun geniş kesimleri görür; işte o zaman demokrasi ve zenginlik gelir.
Şairin dediği gibi umutsuz da yaşanmıyor…