spot_img

Ergin Cinmen

Anayasa Mahkemesi yol gösteriyor

AYM “Abbas Yalçın ve diğerleri” kararında 2014-2021 yılları arasında kendisine yapılan 30 civarında başvuruyu tek dosyada birleştirerek verdiği Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ile ilgili ihlal kararında şöyle diyor: “HAGB kurumunun bu şekilde uygulanması, hiç kuşkusuz aynı zamanda toplumun diğer mensuplarını da düşüncelerini serbestçe açıklamaktan ve toplantı ve gösterilere katılmaktan caydırır. Usulsüz yargılamalar sonucunda cezalandırılma korkusunun doğurduğu caydırıcı etki, toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açar ve hiç kuşkusuz çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine de engel olur.” Görüldüğü üzere AYM, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri özgürlüğünün serbestçe kullanılabilmesini toplumun temel ilerleme noktalarından görüyor, kabul ediyor. Ama bir de yaşayan Türkiye var.

Ne yapmalı?

Başta Kemal Bey olmak üzere İmamoğlu ve Partinin karar mekanizmalarında bulunan kişiliklerin hep birlikte; delegelerin iradelerine uygun gelebilecek bir formülasyonun tespiti ile başarılı bir Kurultay yapıp önümüzdeki Belediye seçimlerine şimdiden; yalnızca kendilerini değil toplumu da hazırlamaları gerekiyor.

Art niyetlilerin ürkek açıklamaları mı?

Şimdilerde başka art niyetlerin ürkek açıklamaları yapılıyor. Birincisi İçişleri Bakanı Soylu’dan çıktı: “15 Temmuz, fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs 2023, Türkiye’yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların her birini bir araya getirerek oluşturabilecek siyasi darbe girişimidir." İkinci ürkek açıklama ise eski TKP’nin serdengeçti militanı, sonrasının ultra liberali; günümüzün en yerli ve millileri arasında yer alan Başdanışman Mehmet Uçum’dan geldi: “İktidar değişikliği tam bağımsızlığa darbe olur." Edilen bu sözleri şimdilik çok az kişi yorumluyor. Belki insanlar yorumlamaktan da çekiniyor. Tahmin ediyorum muhalefetin seçim gecesi ve sonrası tüm olasılıklara karşı bir B planı vardır.

Nedir şu bir türlü gerçekleştiremediğimiz “adil yargılanma hakkı”

Önce ilk derece mahkemesi, ardından istinaf, ardından -koşulları varsa- Yargıtay ve son olarak AYM’den çıkan kararlardan sonra dahi adil yargılamayı beceremeyebiliyoruz! Çünkü AİHM’den hâlâ ihlal kararları çıkıyor. Bu nedenle insan haklarını sıkça ihlal eden ülke statüsüne giriyoruz. Neticede adil yargılanma hakkını ihlal konusunda bazen Rusya bazen de eski Doğu Bloku ülkeleriyle yarışıyoruz.

Kızılay’a bakın neler yapıyor!

Kızılay büyük ölçüde bağışlarla yaşar. Bağışçılar, bağışlarını Kızılay afet sırasında çadır satsın diye yapmaz! Kızılay’ın faaliyetlerini belirleyen tüzüğün hemen başında şöyle bir cümle bulunuyor: “Varlığı zamanla sınırlı olmayan TÜRKİYE KIZILAY DERNEĞİ Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yüksek himayeleri altındadır…” Cumhurbaşkanı bu cümleden ne anlıyorsa onu yapmalıdır.

Anayasa Mahkemesi başkanını seçerken…

İrfan Fidan olayı yıllarca konuşmayı hak eden bir fenomen olarak ortada duruyor. Bu fenomen kişilik, hülle usulü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından alınıp iki ay için Yargıtay’da çalışıyor gösterildikten sonra oradan AYM’ye atanıyor ve bugün yapılacak seçimle AYM’ye Başkan olması planlanıyor.

Yine mafya yine infaz yine MHP

Bu kadar çok suçun ve suçlunun yolu bir partide buluşabilir mi? Buluşursa o Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı köşesinde oturabilir mi? Bu savcılığın gözü HDP’den başkalarını görmez mi? Eğer hâlâ bir soruşturma açmadıysanız görevinizi ihmal etmektesiniz, bilesiniz.

Yargı bağımlılığında son nokta

Bahçeli diyor ki, istediğim gibi karar vermezsen emekliliğinde de elimdesin, sana rahat huzur verdirmem, kül ederim! Yani yargıyı eleştirmiyor, kınamıyor, külliyen tehdit ediyor.

Söz konusu hukuk devleti ise her şey teferruattır

104 amiral hadisesinde asıl önümüzde duran mesele, yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de konuyu hukuk denen mihenk taşına vurmamasıdır. Ya yargı? İşte yargı deyince gerçekten utanıyorum, yüzüm kızarıyor, tansiyonum fırlıyor.

Utanmak!

Bir utanç duygusu taşıyorum. Utanmaktan da utandığımın farkına vardım. Bir süredir böyleyim. İçinde bulunduğum ortamı oluşturan nedenlerde benim de payımın olduğunu düşünerek utanıyorum.

Hrant kararında milli mutabakat neden bozuldu!

Tam da “işte yüce yargı!” diyecekken, kararla gördük ki Hrant’ın katlinin asıl davasında yargı yine araçsallaştırıldı. Zamanında oluşmuş zinde milli mutabakat titiz bir ayrımla bozuldu; sanıkların suçtaki sorumlulukları değil, sanıklardaki FETÖ mensubiyetleri esas alınarak suçta açık sorumluğu bulunan İstanbul Emniyeti ve İstihbaratı aklandı.

İmha edilen yargı

Yassıada’da avukatların hazırladığı bir savunma metnine dair mahkeme kararı: “Gerek müdafaanın aslı gerek bu eki resmi ve mesleki ihtiyaç nispetinde, Örfi İdare makamlarının nezareti altında 625 adet basılmış ve baskıyı müteakip kurşun kalıplar İstanbul emniyet mensupları huzurunda imha edilerek keyfiyet zabıtla tesbit olunmuştur.”

Yeni Anayasa! Hadi canım sen de!

Derdi belli; asıl tartışılması gerekenleri tartışmamayı sağlamak. Ama bir de baktım ki konu ciddiye alınmış ve laf yetiştiriliyor… Şu andaki ihtiyaç yeni bir anayasa değil, o anayasanın yapılabilmesi için gereken iklim!

İfade hürriyeti ne için ve kimin için gerekiyor?

Gazeteci veya bir komşun veya arkadaşın veya bir hocan susturulduğu zaman sen cahil kalıyorsun ve sen de onunla birlikte dilsizleşiyorsun. Ve onun içindir ki ülkeler, ifade hürriyeti skalasında aşağılara düşüyorsa; yolsuzluk skalasında da aşağılara düşüyor.

Hukuku bu kadar eğip bükersen…

Anayasa’da yapılan değişikliklerin çoğu AKP’nin ilk “çıraklık” döneminde yapılmış ve Anayasa, AB hedefi doğrultusunda değişikliklere uğratılmıştır. Bu değişikliklerin en önemli yanı da Anayasanın ve yasaların olabildiğince AİHS sistemine uydurulması olmuştur.

Yargıda hülle!

Cumhurbaşkanı ancak kurumların göstereceği birden fazla aday içinden bir seçim yapabilecektir. Kurumlar uygun temsilcilerini aday gösterirlerse bu sorunun giderilebileceği düşünülür. Ama açıkça söyleyelim ki bugün böyle bir hülle yoluyla atamanın yaşanacağı kimsenin aklına gelmezdi.

Söz bitti (mi)!

Hamaset arttıkça yoksulluk büyüyor. Yoksulluk büyüdükçe hamaset artıyor. Hamaset arttıkça kör milliyetçilik topluma egemen oluyor. Giderek Kuzey Kore’ye benziyoruz. Ve muhalefet çare diye yalnızca erken seçimi gösteriyor. İktidar buna ‘Hayır’ diyor. Ve söz bitiyor!

Bunalımdan çıkış denklemini doğru kurmak gerekir!

Bir Parti Devlet hiçbir yetkiyi paylaşmaz, paylaşamaz. Kurduğu yasal ve politik sistem zaten paylaşmasına izin vermez. Paylaştığında bilir ki iktidar da elinden gider. Geri dönüş yollarını bizzat kendisi ortadan kaldırmıştır. Gemiler Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte çoktan yakılmıştır.

Parti devlet sistemi kendisini demokratikleştirebilir mi?

2003’ten beri istenip de yapılmayan/yapılamayan reformlar olsa olsa şunlar olabilir diye suya yazılar yazılıyor. Ezelden karşıt görüşlüler belli olmayan konularda kıyasıya tartışıyor. Bana göre asıl tartışılması gereken konu bu “Parti Devletin” demokratikleşmesinin mümkün olup olamayacağı konusudur. Parti Devlet sistemi demokrasiyle birlikte yürütülebilir mi?

Ali Erbaş: ASRİKA’dan Ayasofya Cami-i Kebiri’ne

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Asya Afrika İslam Devletleri Konfederasyonu’nun (ASRİKA) toplantısına takılıp konuşma yapabiliyor. Bu örgütün “Anayasa”sına bakınca, bu katılım çok tehlikeli bir hal alıyor.

Sıra galiba barolara geldi!

Corona salgınına rağmen her biri risk sınırında olan altmış civarında Baro Başkanı meslek örgütlerini korumak için Ankara yollarına düştü. İtildi, kakıldı, aç bırakıldı, oturacak...