Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİslamcı devrimler, seküler arzular

İslamcı devrimler, seküler arzular

Suriye’de olan biten bir halk devrimi mi yoksa fil altında ezilmesi mukadder çimlerin şu anki vaziyeti midir tartışması da nominalist ve komplocu bir tartışmadan öteye geçemez. Nasıl ki Rusya’da, Çin’de Marksistler devrim yaptıysa İran’da ve Suriye’de de İslamcılar devrim yapmıştır. Çünkü iktidara yürüyecek devrimleri ancak hakikatle problemi olmayan kadrolar yapabilir. Suriye’de de olan budur. Kafasında neyin nasıl olması gerektiği gayet net olan 350 kişilik İslamcı bir ekip Hyundai ve Toyota kamyonetleriyle 60 yıllık seküler, laik ve milliyetçi Esed iktidarını birkaç günde devirebilir.

Devrimi iktidar arzusunun beklenmedik bir şekilde ve aniden tatmin edilmesi olarak tanımlarsak, 8 Aralık günü Suriye’de olanları rahatça devrim olarak nitelendirebiliriz. Fakat Suriye’de olanları devrim olarak nitelendirmek ile yetinmek, ellerimizin suyla sabunla temasını kesen bir iş olur. Devrimin failleri üzerine yapılacak bir tartışma ise ellerimizin bir hayli köpürmesine vesile olacaktır. O halde ilk sorumuzu soralım, Suriye’de devrimi kim yaptı? El cevap, iktidar için yanıp tutuşanlar. Peki amorflukla malum iktidar hevesi günümüz zamanlarında ne suretinde tecessüm edebilmektedir? Bu sorunun cevabı ise 1979’dan beri İslamcılıktır.

İktidar için kızıl bayrak altında toplanılan zamanlar, yani Soğuk Savaş dönemi de, hiç şüphesiz SSCB’nin dağılmasıyla değil Şah’ın kovulmasıyla nihayete ermiştir. İslamcı devrimler çağında iktidardan uzak kalmış kesimler artık kızıl bayrak altında değil; kimi zaman bir ampul bayrağı altında, kimi zaman ise siyah ya da yeşil bir Tevhid bayrağı altında bir araya gelmişlerdir.

2024 Aralığında da, bazı ağızlarda sürekli öldürülen, yetmeyip cenazesi kaldırılan yetmeyip bir daha öldürülen İslamcılar, Suriye’de bir devrim yapmıştır. Halep’e girdiklerinden beri sürekli ekranlarımızda gördüğümüz bu sakallı ama bıyıksız adamları İslamcı olarak tanımlamak gayet yeterli ve doğrudur. İlla bu insanları Allah yolunda savaşanlar olarak tanımlamayı çok arzulayan seküler çevreler ise tamamen uydurma ve anlamsız bir kelime olan “Cihatçı” yerine “Mücahit” kelimesini kullanmalıdırlar. Dil bilgisi kuralları gereği cihat yapan kişiye Cihatçı değil Mücahit denir. Fakat Suriye’de karşı karşıya kaldığımız durumu toplumsal gerçekliği perdeleyen idealist birtakım örtülerle efsunlamak olup biteni kaçırmak anlamına gelir. Öte yandan Suriye’de olan biten bir halk devrimi mi yoksa fil altında ezilmesi mukadder çimlerin şu anki vaziyeti midir tartışması da nominalist ve komplocu bir tartışmadan öteye geçemez. Nasıl ki Rusya’da, Çin’de Marxistler devrim yaptıysa, İran’da ve Suriye’de de İslamcılar devrim yapmıştır.

Zizek bizim İslamcılar olarak bulduğumuz Suriye devriminin failini ararken, ilk olarak şu soruyu sorarak, meseleyi ele aldığı yazısına başlıyor, “Esad’a karşı seküler direniş niçin ortadan kalktı ve geriye neden sadece Müslüman köktendinciler kaldı?” Bu soruya verilecek cevap ile “Türkiye’de seküler orta sınıflar neden iktidar olamaz?” veya “İran’da neden sekülarist bir karşı devrim olamaz?” sorusuna verilecek yanıtla aynıdır. Bu soruların cevabını devrimi takip eden günlerde yaşanan bazı olaylar üzerinden takip edebiliriz.

İlk olayımız devrim sabahı Şişli sokaklarında yaşanıyor. Suriye Konsolosluğunun önünde Suriye devrimini kutlamak için sokağa çıkmış halka mikrofon uzatan Nevşin Mengü, olayımızın kahramanı. Mengü elindeki mikrofonla, belki de uzun süredir hayalini kurduğu bir anı yaşayan coşkudan kabarmış bir Suriyeliye ne tarafından bakarsanız bakın parlak bir zekanın mahsulü olduğu belli olan o soruyu soruveriyor, “Suriye’de laik bir yönetim olacak mı?”

Diğer olayımız ise Şam’da gerçekleşiyor. Bu olayımızın kahramanı ise kıdemli BBC muhabiri Jeremy Bowen. Bu arkadaş da, birkaç temel soru sorduktan sonra 60 yıllık bir iktidarı birkaç günde deviren Suriye Devrimi Lideri’ne en az Mengü kadar parlak bir zekaya sahip olduğunu gösteren sorusunu soruyor. “Ülkenizde alkollü içki tüketimine izin verecek misiniz?”

Böylesine dünya tarihsel bir olay karşısında dahi bu iki gazetecinin de aynı karikatür refleks setleriyle hareket etmeleri aslında sahip oldukları ortak kaygının bir sonucudur. Görüldüğü üzere ikisinin temel meselesi “Hayat Tarzı” denilen uyduruk bir terkip üzerinden olan biteni anlama ve gelecek üzerine dertlenmedir. Büyük tarihsel kırılmalar, devrimsel olaylar olurken onların akıllarına içilecek alkol, giyilecek kıyafet gelmektedir. Onlar için hayat “bireyin” hayatıdır, insanlar da bireylerden ibarettir. Bu bireyde yaşamak isteyen, eğlenmek isteyen mutlu olmak isteyen liberal seküler bireydir.

Devrimler de tam olarak bu insan tipine karşı yapılır. Zizek’in sekülarizm noksanlığına dair sorusu da tam olarak burada yanıtını bulmaktadır. Liberal seküler bireyin derdi arzularını tatmin etmektir. Peki bu arzular niye iktidara yürüme aracı haline getirilemez veyahut neden devrimci bir enerji haline gelemez? Çünkü bu arzular bireyseldir ve bireyin arzularının sonsuz tatminsizlik hali geçici tatminlerle idare edilebilir. Örneğin, Tahran sokaklarında şortuyla, crobuyla piyasa yapmak isteyen bir genç kadın akşam eve dönerken köşedeki butikte tesettür nizamnamesine uygun bir kıyafet beğenir ve onu elde etmenin derdine düşer. Bu arzu bu şekilde idare edilir. Bacak ve bel bölgesini açarak gezme fikri arada bir aklına gelen milyonlarca kadın olsa dahi buradan bir iktidar yürüyüşü çıkmaz. Ne zaman ki bu arzu, her kadın bacağını ve belini açarak gezmelidir şeklinde ifade edilir; işte bir kitle oluşmuş ve iktidar yürüyüşü başlamıştır diyebiliriz. Ama bu iştiyak da, çağımızda tarih tekerleğinin kirli yüzünde kalmış bir iktidar ideolojisidir.

Niye var olduğu, ne yapması gerektiği ve en nihayetinde nereye gideceği hususunda hiçbir şüphesi bulunmayan bir insan devrimci iktidar yatkınları gösterir. Neyin nasıl olması gerektiği kafasında nettir ve herkes için bunun tesis edilmesinin doğru olduğuna inanır. Örneğin herkes Müslüman olmalıdır ve Müslüman kadın da başörtüsü takmalıdır diyebilir. Bunu diyecek hakikat teçhizatı vardır. Kendisi için tercih ettiğinin herkes için tercih edilesi yegâne şey olduğunu düşünür. Dolayısıyla, hayat tarzı, özgürlük, herkes istediği gibi yaşayabilir gibi liberal anlatıları yardımına çağırmaz, doğru ve makbul yaşam onun tekelindedir ve herkesi oraya davet eder. Niye doğru bir yaşantı varken herkes istediği gibi yaşasın ki, herkes doğru yaşasın diyebilir. İktidara yürüyecek devrimleri ancak hakikatle problemi olmayan kadrolar yapabilir. Suriye’de de olan budur. Kafasında neyin nasıl olması gerektiği gayet net olan 350 kişilik İslamcı bir ekip Hyundai ve Toyota kamyonetleriyle 60 yıllık seküler, laik ve milliyetçi Esed iktidarını birkaç günde devirebilir.

Zizek’in Suriyeli devrimcileri bakıp, Foucault’nun Humeyni’ye bakıp gördüğü varoluşa verilen eşsiz bir cevaptır. Eşsizdir, çünkü nevrotik olmakla malul liberal ve seküler hayat karşısında yegâne alternatifi bu kişilerin anlam dünyaları sunabilmektedir. Sunulan şey hareketin ideolojisidir. Milyonlar doğru olduğunu düşündükleri bir hayat nizamını tesis edebilmek için kendi birey sanrılarından azade olarak bir varoluş alternatifi yaratmıştır. Humeyni’de de, Erdoğan’da da, Müslüman Kardeşlerde de, Taliban’da  da (vs.) son olarak Heyet Tahrir el-Şam’da da karşı karşıya kaldığımız manzara budur. 

İslamcı devrimler çağında, devrimi İslamcılar yapar, iktidar İslamcılarındır. Seküler sınıfların da bazı arzuları vardır. Bu arzular hiçbir politik ehemmiyet arz etmez. Çünkü başkası için istenemezler, bir hakikat ve doğruluk paketi içinde değillerdir. En nihayetinde bu seküler arzular kelimenin her anlamıyla idare edilirler. İdare edilmeye mahkumdurlar.

- Advertisment -