Biz kadınlar geçtiğimiz haftayı yine diken üstünde geçirdik. İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalar zaten kırıntısı kalmış huzurumuzu iyice kaçırdı.
Hükümet, daha doğrusu Cumhurbaşkanı “Sözleşmeyi inceleyin, halk istiyorsa kaldırın”, Numan Kurtulmuş “Sözleşmeyi nasıl usulünü yapıp imzaladıysak yine usulünü yapar çıkarız” dediğinden beri bize uyku durak yok. Sosyal medya kampanyaları, kulis faaliyetleri, yeni, eski ve müstakbel siyasilerle görüşmeler, tv radyo programları, gazete yazıları, röportajlar derken… en son 5 Ağustos’ta Türkiye’nin onlarca ilinden, ilçesinden kadınlar sokağa döküldüler. Meydanlardaki bu hareketlilik anaakım medyada transseksüel bir kişinin kadınların eylemine alınmadığı için sızlanması ve özellikle İzmir’de polisin kadınlara karşı kullandığı orantısız güçle haber oldu. O kadar. İzmir’deki görüntüler herkesin içini acıttı. Kadınların saçını çeken, tekme atan, kolunu kırın diye bağıran polisler… Kadınlar şiddete uğramasın diye gösteri hakkını kullanan kadınlara polis şiddeti. Üstüne bazı basın organlarında “Kadınlar izinsiz yürüyüşte polis müdürünü darp etti” başlıklı haberler. PES yani! Yavuz hırsız ev sahibini bastırmakla kalmıyor, kolunu burnunu kırmaya çalışıyor!
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması konusunda en yoğun lobi faaliyetini yürüten Türkiye Düşünce Platformu, bir açıklama yaparak “Mayınlı alana girmişiz, çok yorulduk, biz bu tartışmadan çekiliyoruz” diye açıklama yaptı. Yorulmuşlar! Bizim ne kadar yorulduğumuzu bilseler böyle çocuk gibi sızlanmazlardı. Derken KADEM, (bilmeyenler için burası kadın örgütü görünümlü, hükümete çok yakın, hatta akraba kişilerin yönettiği, hükümet eliyle kurulmuş bir dernek) Sözleşmeyi savunan ama son satırlarında çocuk istismarcılarına af niteliği taşıyan bir düzenlemeye yeşil ışık yakan bir açıklama yaptı.
Bir çok özel sektör şirketi Sözleşmeden yana açıklamalar yaparken Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç Sözleşmenin iptalini isteyen çok sayıda başvuru aldıklarını, bunları incelediklerini bildirdi. Sözleşme’nin imzalanması sırasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Delegasyonu Başkanı olan Sivas Milletvekili Nursuna Memecan, gazeteci Cansu Çamlıbel’e bir açıklama yaparak “Kahroluyorum” dedi: “Temel olarak kadınları ve çocukları korumak adına kaleme alınmış bir sözleşmedir. O dönem AK Parti içinde sözleşmenin ruhuyla örtüşen bir ruh vardı. ‘Kadın güçlenirse, kadın itibar görürse Türkiye daha güçlü olur’ görüşü hakimdi. Tanıdığım Tayyip Bey’ın muhafazakar kadınların da hayatın tüm alanlarında varlık göstermesi için siyaseten o kadar emek vermesinin arkasında da bu vardı. (…) Bugün İstanbul Sözleşmesi’ne itiraz edenlerin söyledikleri, AK Parti’nin benim içinde olduğum dönemdeki anlayışına son derece ters”. [i]
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr Nevzat Tarhan (hani ‘eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilebilir’ dediği için çok eleştirilen doktor) Sözleşme’yi kadın erkek biyolojisi ve toplumsal rolleri üzerinden inceleyen, bilimsel görünüşlü bir açıklama yaptı. Dedi ki, “Kadınlar toplumun onlara uygun bulduğu eş olmak, anne olmak rolünü oynarlarsa daha mutlu olurlar (tabii erkekler de). Aile kutsal değil birey kutsaldır diyen kişiler evlenmemeliler. Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir. Çünkü evlilik takım çalışmasıdır. Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır.” Kimin evlenebileceğini, hangi rolleri oynamasının uygun olduğunu ve feminizm öğretisinin ailenin düşmanı olduğunu (benim gibi evli, mutlu ve çocuklu feministler için ne düşündüğünü hiç merak etmiyorum) belirten bu çok “bilimsel” açıklama, belki de ısmarlama olduğu fazla belli olduğundan bilimsel çevrelerde pek yankı bulmadı.
Türkiye’nin, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi Komitesi (GREVIO) üyesi Prof. Dr. Aşkın Asan, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi konusunda Sözleşme’yi savunan ve yeni bir öneri içeren bir açıklama yaptı. Hırvatistan örneğini veren Asan, “Türkiye de Sözleşme’nin temel amacını nasıl anladığını bir ek olarak Avrupa Konseyi’ne yazılı bildirebilir” dedi. [ii] Son olarak da TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Tamamen kendi kültürümüze uyumlu bir sözleşme arayacaksak imzalayacak sözleşme bulamayabiliriz. Sözleşme’den çıkmayı zorunlu hale getiren bir durum olduğu kanaatinde değilim” dedi.
Tüm bu Sözleşme’den yana olanlar ve Sözleşme’den çıkılmasını savunanlar listesi, hükümet içindeki tartışmaları, çatlakları göstermesi açısından ilginç. Daha önce bu kadar açıkça birbirine karşı olan hükümet üyeleri görmemiştik. Öyle anlaşılıyor ki, Sözleşme’den çıkmanın uluslararası alanda Türkiye için trajikomik bir durum yaratacağını düşünenler çözüm üretmeye çalışıyorlar. Prof. Aşkın Asan’ın önerisi örneğin; Interpreted Declaration (niyet beyanı olarak çevrilebilir) denilen bu yöntem, ülkelerin “Ben bunu imzaladım ama şöyle yorumladığım için, yoksa sakın ha şöyle yorumlamadım” demesi anlamına geliyor. Hırvatistan mesela, kendi niyet beyanında “LGBTİQ+ konusunda, maddelerin hepsini kabul ediyorum ama Sözleşme’ye dayanarak aynı cinsiyetten insanlar evlilik yapmak isterlerse, bunu kabul etmem” diyor. Tabii ki bu cümlenin diplomatçasını kuruyor ama mealen böyle. Ara çözüm olarak Aşkın hanımın önerdiği de bu. Bir niyet beyanıyla Türkiye, tartışmalı maddeler konusunda kendi yorumunu yazabilir diyor. Bunun dışında kulislerde dillendirilen çözüm önerilerinden biri özellikle evlere şenlik. Sözleşme’den çıkalım, istediğimiz maddelere çekince koyarak tekrar girelim diyenlerin önerisi açıkça hülle yapmak. Ayrıca Sözleşme’ye madde eklensin önerisi ile güncellensin (nasıl olacaksa) önerisi de var. AKP 13 Ağustos günü MKYK toplantısı yapacağını duyurdu. Bu toplantıda Sözleşme’nin de konuşulacağı kulislerden yansıyan bilgiler arasında. Özetle dananın kuyruğunun kopmasına az kaldı. Ya da hükümet ve AKP, kadınların protestosunu yatıştırmak için Sözleşme’ye ilişkin çıkma çıkmama tartışmasını erteleyerek unutturmak yoluna gidecek. Biz kadınlar bu bekleme sürecini de kampanyalarla, İstanbul Sözleşmesi’ni anlatmak ve savunmakla geçireceğiz.
Ufak ama önemli bir sitemimi de söylemek isterim. Sözleşme’yi koruma çabalarımıza ne yazık ki ‘demokrat’ erkeklerden yeterli desteği alamadık.
Birkaç tweet’imizi retweet ettiler, sağda solda bir iki yazı yazdılar ama destek bu kadarla kaldı. Ayağımızın altındaki “Demokrasi ve eşitlik” zemini hiç olmadığı kadar kaygan artık. Hatırlatmak isterim ki bu zemini sağlamlaştırmazsak, kayıp düşenler sadece kadınlar olmayacak.
Siyaset kulislerinden aldığımız haberlerin özeti şöyle, bir takım İslamcı çevrelere verdikleri sözden dönemiyorlar ve Sözleşme’den çıkmak için formüller arıyorlar.
[i] Bu yazının tamamı için https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/08/06/nursuna-memecan-tayyip-bey-bunlari-soyletmezdi-eskiden/