Yukarıdaki fotoğraf NTV’nin sitesinde dört gün önce, 21 Şubat’ta “Lapa lapa yağan kar sokak köpeğine ‘örtü’ oldu” başlığıyla kullanıldı. NTV’nin saat 09.27’de sitesine koyduğu DHA mahreçli fotoğraflı haberin bu başlığı, twitter’da “filinta” nickli kullanıcının saat 10.50’deki eleştirel paylaşımından sonra yoğunlaşan tepkiler üzerine 14.18’de değiştirildi: “Bir anda başlayan karın içinde kayboldu”…
Ama değiştirilen haberde de “Ardahan’da lapa lapa kar yağışının ardından ilginç bir görüntü ortaya çıktı” cümlesi, yani başlıktaki mantığın kalıntısı duruyor. Başlığı değiştirilse de medyanın o iç donduran, ürperten görüntüyü “ilginç kar manzaraları” arasında gördüğü anlaşılıyor.
Haberde “durumu fark eden sahibinin daha sonra köpeği garaja aldığı” belirtiliyor. Ama ilk başlıkta onun “sokak köpeği” olduğu vurgulanıyor ve köpek tasmalı filan da değil. Sadece dört cümleden ibaret habere bu kadar izan sorununun sığması, yaşadığımız ortamın hengâmesinde -bir gazeteci olarak- bana bile çok tuhaf gelmiyor neredeyse…
Zira tasfiye edilen medyada, bu da mesleki deyimiyle havuz problemi… “Yaygın habercilik”te iktidar havuzunun lisanı, kriteri doğrultusunda otomatiğe bağlanan “Yaz gitsin” özensizliği, duyarsızlığı, sadece siyasi haberlere mahsus değil.
Suçun yorumu suçtan beter
Medyanın hâl-i pür melâline “küçük” bir örnek… Dijital dünya, sosyal medya, hayvanlara yapılan hayal edilemeyecek eziyetleri, akıl almaz işkenceleri, şiddeti de görünür kılıyor. Öyle zalimliklere, rezilliklere “yancı” yorumları, “espri”li mesajları, “ama”lı söylemleri de deşifre ediyor üstelik. Bazen bir suça yapılan yorumlar, o suçu bile solluyor. “Özrü kabahatinden büyük” meselesi de fıkra değil artık.
Öyle şiddet haberleri, görüntüler, yorumlar, “o mahlûklar”a karşı insanın derinlerinde çöreklenen yırtıcı kuytuları, hoşlanmadığı duyguları da kıpırdatıyor. O duygulardan birisi, sıradanlaştırılan ama yükü-pahası, menzili ağır deyimiyle “tiksinme” belki.
O haznesi geniş hissiyat da tehlikeli. Tiksinmenin koşar adım koyu nefrete gidebileceğini, insanı kinin, kısasa kısas öfkelerin, kibrin, örtülü, “evcil”, “haklı” ayrımcılığın, vahim genellemelerin, hatta politik tiksinmenin kıyılarına, o bataklığa sürükleyebileceğini düşünmüyoruz çoğu kez.
Şiddetin “elde var”ları
Örnekleri her an duruyor karşında; alanını her an genişletme hevesiyle çöreklenmiş, duruyor. Bakıp geçeceğin bir haber, bir vaka değil, her hücrenle maruz kalıyorsun. İnsanın benliğini o hissiyata iteleyen beter durumlara, o “suç”a karşı takınacağı tutum, belki de çağın sınavı. Herkesin kendi kalemiyle ama silgisiz gireceği testler dizini.
Beni buralara , bu haftaki sinema yazısı için bir portre olarak Alejandro Gonzalez Inarritu’ya değinme niyetim getirdi. Daha önce seyrettiğim filmlerine, yeniden, sırasıyla bakmaya başladım… Ve 15-20 yıl önce seyrettiğim ilk filminde, “Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler)”de takıldım kaldım. Filminde canlandırdığı köpek dövüşlerinde…
Yönetmeninin de deyişiyle süre, sekans ve kurgu olarak “tasarruflu” ama yine de aşırı şiddetli, dayanılmaz kareler, beni yıllar önce yaptığımız haberlere, yazılarıma, gerçek hayata taşıdı. Üstüne tuzu-biberi de yukardaki fotoğrafla geldi. Hepsi, bugüne katlanarak ulaşan toplamın “elde var”ları…
Ne güzel seyrediyok…
Şereflikoçhisar-Aksaray arasında ıssız bir arazi… İki ayrı ilin sınırı arasında kalan yer, jandarmanın, polisin müdahalesinden kurtulabilmek için özellikle seçilmiş. Heyecanlı bir kalabalık var. Yanında Kangal köpeğiyle duruyor birisi. Belli daha yeni o çöplükte… “Nereden?” diyor “bahis çetesi”nden birisi. “Yozgat Boğazlayan…” diyor adam. “Atacak mısın (dövüştürecek misin)” diye soruyor. “Bulursam birini belki” diye yanıtlıyor, köpeğin sahibi. “Kaç yaşında?”, “Üç…” “Ali Baba ile atsana …”
“İtleri buraya getirin” diyor, meydanda duran başka biri ve ekliyor: “Salih, paraları aldın mı?” Belli “bahis çetesi”nin organizatörü… Dövüş başlıyor. Kalabalıktan birisi ona gevrek gevrek yaltaklanıyor: “İyi boğuş di mi, ne güzel seyrediyok…” Köpeği ya da parası olmadığı için bahse, kumara, “oyun”a giremeyen tipik yancıların tavrı imrenerek yaltaklanmak, o zevkten önüne bir kırıntı atılmasını beklemek… (Köpek dövüşü için kullandıkları “boğuş” kavramı aklınızda dursun, o meseleye yine geleceğiz.)
“Erkekler ligi”nin arsızlığı
Köpeklerden birisinin sahibi 10 yaşlarında bir oğlan çocuğu. Köpek dövüşünün, o inanılmaz vahşetin “küçük koçu” yani… Köpeğine, “Gebert, kır boynunu” komutunu verirken, kendini kaybediyor. Henüz 10 yaşında. Yetişiyor, böyle böyle erkek olacak…
“Rakip” köpeğin 30 yaşlarındaki sahibi gibi o da kırmızı kazak ve kot giymiş. (Üzerlerine kan sıçradığında, leke göstermesin diye mi?) “Arap, Arap saldır” diye bağırıyor çocuk. Gırtlağını yırtarcasına bağırıyor sürekli, nefes almadan: “Kır oğlum boynunu, salla. Daha kulak kopmadı oğlum. Gırtlak delinmedi daha. Hadi Arap, Türkiye ses duysun…”
Köpeklerden birisi kan içinde… Diğeri onu boğazından kavramış. O sosyolojideki yeri, muhtemelen kafasına şaplak atılıp “Git bakkaldan bi sigara al”dan ibaret olan çocuk, köpeği sayesinde büyükler, daha doğrusu “erkekler ligi”nde… Bunun farkında, o arsızlıkla bağırıyor. Çevredeki kalabalık da takdirle alkışlıyor, haykırıyor çılgınca… Muhtemelen bir kısmı “Allah bize de böyle erkek evlatlar nasip etsin…” düşüncesinde.
İnsan çöplüğünde ölüm kumarı
7 Mayıs 2006. Görüntüleri bir habercinin, gazetecinin bile seyretmesi zor… “Paralı bahis”le köpek dövüşü… Kan-ölüm-vahşet kumarı. 300’ü aşkın insan coşku, heyecan içinde toplanmış “arena”ya… Arada attıkları kahkahaların sadece görüntüsü değil, hırıltılı yankısı da kamera kaydına yansıyor: “Bak şuna bak, gitti tek kulağı… Helal!”
Bir ara köpekler bırakıyor dövümeyi. Kendiliğinden… Birbirlerine zarar vermek istemiyorlar artık. Onlar için şiddetin bir sınırı var. Çünkü “insan” değiller! Sınırsız şiddet, işkence, derin zalimlik insana mahsus. Köpek dövüşü, bu mezbeleliğin, bu insan çöplüğünün örneklerinden birisi…
Kan içinde, boynu bükük duranın “koç”u kışkırtmaya geliyor köpeğini. Ve o kanlar içindeki köpek, umutla, sevgiyle kuyruğunu sallıyor sahibine. Onu ölümüne dövüştüren o yaratığa…
Hâlâ kuyruğunu sallıyor, elini yalıyor: “İstediğini yaptım bak, hadi sev, sarıl bana, iyileştir beni…” O zalim imparatoruna sonuna kadar sadık bir gladyatör… Sahipleri yine kışkırtıyorlar, kızıştırıyorlar. Mecbur ediyorlar… Dövüş yeniden başlıyor. Tatmin olmaları için, köpeklerden birisinin can çekişecek noktaya gelmesi, hatta ölmesi gerek.
Dövüşe 1.5 yaşında hazır
Bu vahşet panayırı, Ankara’nın az dışında hemen her ay yinelendi. O dönem yıllarca haberini yaptık Hürriyet Ankara’da… Jandarma baskın yaptı, yeri-zamanı değişti sadece. Yakalandıklarında para cezaları da caydırıcı olmadı tabii… Kesilen 2 bin 300 lirayı, sadece bir dövüşte ortada dönen yüz binlerce liranın KDV’si niyetine ödediler.
Sonra bir haber daha yayınlandı. Köpek dövüşlerinin yapıldığı Kangal Süper Ligi, son dört yılda Türkiye’nin en çok kazandıran ligi olmuş meğer. Transfer desen, o da ayrı bir borsa… Yıllardır köpek dövüşlerine karşı mücadele eden Cem Adıgüzel, o dönem bu “piyasa”da “Türkiye’nin tanıdığı milletvekilleri, avukatlar, fabrika sahipleri” olduğunu iddia ediyor. Dövüşler hemen her ilde düzenleniyormuş. Galip gelen köpeğin sahibi arabadan arsaya, nakit paraya kadar birçok “ödül” kazanıyormuş. Yenilen köpeğini denize, göle atan da varmış, diğer köpeklere parçalatan da… Dövüş için küçükten yetiştiriyorlarmış Kangalları. 1.5 yaşına geldi mi… Tamam. (¹)
“Bu itleri” anlamamışlar
Şimdi aynı dönemden bir başka “vaka”ya geleyim. Hürriyet’in eğlendirici, magazinel, “Pazar Haberleri”ni esas alan eki Kelebek’te 26 Kasım 2006’da yayınlanan “Anadolu cevheri” başlıklı söyleşi görünümlü kitap tanıtımına… “Anadolu/Türk Çoban İtleri” kitabının yazarı Güvener Işık, ABD’de yaşıyormuş.
Işık, kitabın yazılış nedenini “Kendim, konuyla ilgili yakın arkadaş ve akademik çevrem bile bu itlerin ne olduğunu, neye benzediğini anlamadık. Türkiye’deki akademik çalışmaların kaynakları yabancıydı!” diye açıklıyor. “Anadolu’nun değerlerini Anadolu dışındaki insanlardan öğrenmek durumunda kalmak hoş değildi” diyerek, “itleri” Anadolu genelinde iki ay aralıksız inceleyip yazdığını vurguluyor.
Köpeklere ısrarla “it” demesinin nedeni ise köpek Farsça kökenliymiş, “it” öz be öz Türkçe… Sözlükte “it”in diğer anlamlarını önemsememiş anlaşılan; “değersiz, edepsiz, âdi, serseri, aşağılık…” Köpeğin de argoda yüklü anlamları var ama “it” en baştan farklı. Küçümsemeden, aşağılamadan, sevecen cümlelerin içine yerleştirmek, mesela “itsever” demek mümkün değil. O hayvanseverden haz etmeyen insanın gündelik lisanı.
O “görenek” sığ nedenlerle yasaklandı
Köpek dövüşüne de, yukarıda aktardığım bahis çetesini hatırlatan bir terminolojiyle “it boğuşu” diyor zaten. Ve gönülden savunuyor bu “boğuş”u: “İt boğuşlarını barbarca bulanlar olabilir (tuhaf bir azınlıktan hoşnutsuzlukla bahsediyor gibi). Bu kişiler (ötekiler) boğa güreşlerini de öyle buluyorlardır. Ama arada farklar vardır; boğa güreşinde insanla hayvan güreşir; insanın silahı vardır, boğanınsa yoktur. İt boğuşunda ise denk olduğu düşünülen itler eşleştirilir. Boğa güreşinde boğa her zaman ölür, it boğuşunda ise üstünlük sağlayan it, istisnalar dışında pes edene saldırıyı durdurur”.
Takiben gelen cümlesini -pek gerekmese de- dikkatinize sunuyorum: “İt boğuşlarında sakatlanan bir it, durum ölümcül değilse sahibince öldürülmez, ama at yarışlarında bir atın ayağı kırılırsa, tedavi görmez vurulur. Boğuş iti olmak, yarış atı olmaktan daha güvenlidir. İt güreşleri sığ nedenlerle yasaklanmadan önce Türk göreneği olarak Anadolu’da yaygındı.”
“İt infazcısı” çobana hayranlık
Hızını alamıyor, bizzat dinlediği ve hayran kaldığı bir “olay”ı da aktarıyor: “Karslı bir çoban bana bir öykü anlattı. Bu çobanın dört yerel Kafkas çoban iti, bir de Sivas’tan getirdiği Kangal dişisi vardı. Bölgede ünlenmiş dört kurt sığırlarına saldırdığında, Kafkas itler gerginleştiler ama kurtlara saldıramadılar, korktular, saklandılar. Kangal tek başına kurtlara saldırdı ve dövüştü.
Bu arada, çoban seyretti. Hem kurtlara, hem de itlere adil davranmak istedi. Sonuçta Sivaslı, kurtlar tarafından çabucak öldürüldü ve yemek olarak alındı. Sonra, çoban eve girdi, tüfeğini çıkardı ve dört iti de vurdu, çünkü bunların işe yaramayan itler olduğunu gördü.
Çobana göre, itlerin Kangal’a yardım etmeye bile çalışmamalarının nedeni, Kafkasların daha önce kurtlarla karşılaşmış olmalarından kaynaklanıyordu. Çoban bu öyküyü anlattıktan sonra, ona neden kurtları vurmadığını sordum. Dedi ki, ‘Kurtlar yapmaları gerekeni yaptılar, benim itler de yapmaları gerekeni yapmalıydılar, böylece koşullar eşitti ve kurtlar yaşamayı, itler ölmeyi hak ettiler.’ Onun bu adalet anlayışına hayran olmaktan kendimi alamadım.”
Boğuş iti yarış atından güvenli
Kelebek’teki 40 satırlık haber bu kadar… Ne diyeyim, neresinden tutayım, kelimelerimi nasıl zapt edeyim… Özetle mesajı ne, bir daha altını çizmeliyim; Çoban köpekleri görevleri olan “it”lerdir. Görevlerini yapmazlarsa katli vaciptir, bu da adalettir. “İt boğuşu” barbarca değildir, gelenektir. İt, “it boğuşu” sonucunda ağır yaralanırsa öldürülmesi makuldür. Atları da vururlar… “Boğuş iti” olmak yarış atı olmaktan güvenlidir. Bunları sığ nedenlerle yasaklamamak gerekir, görenektir… Kurtların köpeğini parçalamasını tüfeği olmasına rağmen öylece seyreden, ardından korkan dört köpeğini vurarak öldüren çobanın “adalet”i hayranlık vericidir… Bu ölümcül “hobi”ye, şiddete, dayanak, “haklılık”, hatta bir tür “hukuk” aramak için bunca çaba, şiddetin kaynaklarını da kendinde tanımlıyor bize. İşte anlatmak istediğim meselenin geldiği, gittiği yerler buraları…
14-15 yıl önce Türkiye’deki, bilhassa Ankara ve çevresindeki illerdeki köpek dövüşlerini araştırırken, 2000 yapımı “Paramparça Aşklar Köpekler” filminden kareler de vardı belleğimde… Hürriyet Ankara’da haberlerini yapıyorduk ama konuyu o günlerde bir dosya, haber ve yazı dizisi olarak açarken, o filmin de etkisi oldu.
Köpek dövüşünün, onu yaratan erkek dünyasının zalimliğini Inarritu’nun filminde de tüm çarpıcılığıyla, kuytularıyla izledik. Erkekliğini her fırsatta kanıtlamaya çabalayan, hatta bu uğurda köpek dövüşünde fedâkâr, sadık dublörünü kullanan yaratıklar… Meksika’da da gelenek, görenek işte! Yasaklanması ta 2017’de…
Arena çukur olursa ideal
Filmdeki üç hikâyede de köpekler var. İlk hikâyede ağabeyinin eşi Susana’ya âşık Octavio’nun baktığı ağabeyinin köpeği Cofi, bir ev köpeği başlangıçta. Sahibi gibi evcil, evcimen görünüyor… Ama Susana’yla birlikte oradan kaçmak isteyen Octavio, gereken parayı köpek dövüşünden sağlamayı kafaya koymuş. Cofi Rottweiler olduğu için dövüşe uygun.
Meksika’da da köpek dövüşü bir erkek eğlencesi, kumarı… Yeraltı dünyasının “bahis” gelirinin kanlı dallarından birisi. Köpekler filmde boş bir havuzun içinde bölünmüş, daracık bir alanda dövüştürülüyor. Dövüş için “çukur arena”lar, “ring”ler tercih ediliyor. Bazen de terk edilmiş binalar, garajlar, depolar. Ki köpekler kaçamasın, dövüşmek mecburiyetinde kalsın.
Octavio dövüş mafyası, ağası Mauricio’ya gidiyor. Anlaşıyorlar ama Octavio’nun bir tek şartı var: Ağabeyini o çeteye iyice dövdürüyor. Yönetmen Inarritu, “Erkek rekabeti”nin, ona dayalı şiddettin seyrini orada da bize gösteriyor. Halim selim Octavio da değişebilir. Erkek rekabeti onu şiddete sürükleyebilir.
Erkekliği dublörle ispatlamak
Octavio’nun rakibi yeraltı dünyasından El Jarocho… Erkekliğini ancak adamlarının, köpeklerinin yanında ya da tabancasıyla gösterebilen bir yaratık. Onu kendi dövüş köpeğine antrenman olsun, dövüşten sonra köpeği sakinleşsin diye sokak köpeklerine, kaybolan köpeklere saldırtırken görüyoruz… (²) Ama karşısına elinde palayla filmin yine karanlık kahramanlarından El Chivo çıkınca, kendi ve adamları tabancalı olmasına rağmen tırsıyor. Octavio’nun ağabeyi Ramiro’dan da korkuyor… Erkekliğini gösterme çabasının altında aslında korkuları yatıyor. Erkekliğini başkalarına da, kendine de sürekli ispatlamak ihtiyacında.
El Jarocho’nun erkekliğini gösterdiği ana alanlardan birisi köpek dövüşü. Orada erkekliğini köpeğinin üzerinden şiddetle kanıtlıyor. Erkeklik ve şiddetin vahşi, “hayvansal” hâlini orada da gösteriyor Inarritu. El Jarocho bu zalim ama zavallı özelliğin altını, Octavio’yu “aşağılarken” de dolduruyor. “Ne oldu prenses?”, “Kız çocuğu…”, “Şimdi -karı gibi- zırlamaya, ağlamaya başlarsın”, “İstersen ağabeyine şikâyet et…” gibi cümleleriyle Octavio’ya, onu kız yerine koyarak sataşıyor. El Jarocho’nun erkekliğinin boyalı saçlarıyla, “sahte sarışın” siluetiyle, süsü-püsüyle sergilenmesi yönetmenin seçtiği bir ironi.
Erkeklik için çifte savaş
Birinci öyküde şiddet evde sıradanlaşırken, “aile-ülke normalleri” gibi seyrederken, sokaktaki yansımalarıyla vardığı nokta, seyirci için de dayanılmaz. Bunda köpek dövüşlerinin etkisi büyük… İnsan başka bir insana, “düşman”a, rakibine yönelik şiddeti izlerken daha rahat sanki. İçinde onun duygusal karşılığını, birikimini, “haklı nedenleri”ni bulduğu için belki.
Şiddet ve maçoluk aynı ailenin iki erkek çocuğu… Yazar Orla Juliette Borreye “Savaşta erkeklik” makalesinde, Amores Perros’a değiniyor: “Filmde erkeklik (machismo) hem bir toplumsal cinsiyet performansı, hem de hayvan içgüdüsüne dönüş olarak temsil ediliyor. Erkekleri sürekli birbirleriyle ve kendileriyle de savaşırken izliyoruz. Rekabetçi, saldırgan, otoriter, sadakatsiz, yozlaşmış ve bencil… Başka bir deyişle, hiper-maskülen olarak tasvir ediliyorlar. Film, krizde olan ve acilen değişmesi gereken bir toplumsal cinsiyet düzenini gösteriyor.
Meksika’da erkeklik, cinsiyetçiliğe, “machismo”ya eşit bir vurgu. Octavio Paz’a göre Meksika bağlamında erkek olmak, aşılmazlık ve duyguları sergilememek anlamına gelir. Böyle tanımlar, Amores Perros’un erkek karakterlerinin sahip olduğu erkeksi performansı kavramaya da yardımcı oluyor. Elbette, burada söz konusu olan alt sınıf olduğu için görünmez yurttaşlar olarak kalıyorlar, ancak yine de belirli toplumsal cinsiyet ve toplumsal beklentileri karşılayarak sosyal çevreleri içinde tanınmaları gerekiyor. Ki bu da, ‘kavgacılık gösterileri’ olarak kendini dışavuruyor.”
Erkeğe verilen rütbe
Inarritu filminde cinsiyetin doğal değil, sosyal, kültürel gereksinimlere dayandığını vurguluyor. Judith Hicks Stiehm’e göre, erkek kadınlıktan farklı olarak erkekliğini yeniden teyit etme, bunu savunmak ve korumak ihtiyacı duyuyor: “Kısaca hem El Jarocho, hem de Mauricio hiper-erkekliklerini köpekler, iş, astlar, silahlar vb. ile vurgulamak durumunda”. Erkeklik erkeğe verilen bir rütbe. Oradan “paşa”lığa terfi edebileceği gibi, rütbesi de sökülebilir.
Filmin üçüncü hikâyesinde sokaklarda, köpekleriyle birlikte dolaşan kiralık katil El Chivo’yu izliyoruz. Octavio’nun köpeği Cofi’yi o kurtarıyor. Ancak Cofi iyileşip evde yalnız kaldığında tüm köpekleri öldürüyor. Eve dönen El Chivo, uğruna gözünü kırpmadan canını tehlikeye attığı köpeklerini o halde görünce tabancasını çekiyor. Ama Cofi’yi vuramıyor; o da yeni sahibi Chivo gibi katil, öldürmeye eğitilmiş…
Peki değişebilirler mi? Filmin finalinde yeni adı artık Blackie olan Cofi’yle, yıkanan, temizlenen, traş olan, yeni El Chivo’yu evlerini, kenti terk ederken görüyoruz. Önlerinde bomboş uzanan yeni bir yol var… Yarınları o boş sayfaya yazılacak. Ama geçmişin kamburu bâki.
(¹) Köpek dövüşleriyle ilgili haberleri, Hürriyet Ankara’da o tarihlerde yayınlanan “Kır Oğlum Boynunu”, “On Yaşındaki Dövüş Koçu”, “İmparatoruna Âşık Olan Gladyatör” yazılarımdan özetleyerek aktardım.
(²) O jargonda gariban sokak köpekleri, evinden kaçan, kaybolan yahut çalınan ev köpekleri, barınaktan “sahiplenilen” hayvancağızlar “yem hayvanları” olarak anılıyor. Dövüş köpeğinin testi, antrenmanı için kullanılan canlılar…