- Çocuklar göreyim sizi, kulağınızı iyice açarak beni dinleyiniz. Kaleci, bizim kalemizi koruyacak. Topla hücum eden karşı taraf oyuncusunun ayağından topu yakalayacak veya bu mümkün olmazsa yumruklayacak.
- Kimi yumruklayacağım Danyal Bey?
- Her geleni yoklarsın, şöyle on beş gün kadar hastanede yatsın… Azizim, kaleye insan girecek değil, top girecek! Tabii sen de topu yumruklayacaksın.
Her şey bu kadar masum başlamıştı. Tarihe ilk Türk futbol takımı olarak geçen Black Stocking’in (Siyah Çoraplılar) kurucusu Reşat Danyal Bey, takımın kalecisine yapması gerekeni işte böyle anlatıyordu.
Kulübün İngilizce bir isim almasının nedeni, Sultan Abdülhamid’in hafiyelerine enselenmemekti. Ama nafile, kulüp çok geçmeden kapatıldı.
Fakat kulübün gençleri vazgeçmedi, bugünkü Yoğurtçu Parkı (İstanbul, Kadıköy) yakınlarında yeni bir takım daha kurdular. Bu kez adı Kadıköy Futbol Kulübü’ydü.
Ama akıbeti değişmedi. Bir hafiye saraya haber uçurmuş, Kadıköylü gençlerin spor yapmaları sakıncalı bulunmuş, kurucuları sürgün edilmekten zor kurtulmuştu.
Bu iki kulüp, Sultan II. Mahmut’un torunu Ziya Bey, Osmanlı Bankası memuru Ayetullah Bey ve denizci teğmen Necip Bey tarafından 1907’de kurulan Fenerbahçe’nin öncülüydü.
Fenerbahçe’nin ilk marşını ise Ermeni müzisyen Kevork Sinanyan bestelemişti.
Aslında Sultan Abdülhamid spora karşı değildi. Hatta oturduğu Yıldız Sarayı’nın burnunun dibinde kurulan bir başka kulübe sesini çıkartmamış, kulübe müsaade eden özel bir ferman bile yayımlamıştı.
Kulübün kurucuları arasında özel muhafızı Kenan Paşa, Seryaver Mehmet Paşa ve Müşir Deli Fuat Paşa gibi saray mensupları bulunuyordu.
Sultan V. Mehmed’in oğlu Ömer Hilmi’nin de üye olduğu kulüp 1903 yılında Serencebey Yokuşu’nda doğmuştu. Bu yeni kulübün adı Beşiktaş’tı.
Bir diğer hareketlilikse, Osmanlı’ya 60 sadrazam, 3 şeyhülislam ve 23 kaptan-ı derya yetiştirmiş köklü bir mektepte yaşanıyordu.
Döneminin ünlü dil, tarih ve coğrafya araştırmacısı Şemsettin Sami’nin oğlu, Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi) öğrencisi Ali Sami Yen, Galatasaray’ı daha 19 yaşındayken kurmuştu. Okul, devlet nezdinde imtiyazlı bir konuma sahipti. Öyle ki, futbolcuları saraya jurnalleyen hafiyelere pek kulak asılmıyordu.
Ve İttihatçılar ‘sahaya’ çıkıyor
1908 Devrimi’yle birlikte sahaya İttihatçılar çıktı. Önce Galatasaray’a müdahil olmaya çalıştılar, fakat lisenin müdürü Tevfik Fikret engelini aşamadılar.
Fikret, İttihatçılarla didişmeyi sürdürdü, liderleri hakkında yolsuzluk iddiaları gündeme geldiğinde ünlü “yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin / doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” dizelerini kaleme aldı.
İttihatçılar ise meşin yuvarlığı siyaseten kullanmaktan vazgeçmedi.
Çare, Galatasaray’dan ayrılarak yeni bir kulüp kurmaktı, ancak bir bahaneye ihtiyaç vardı.
Çok geçmeden aranan bahane bulundu: “Bulgarların ve Karadağlıların müstakil kulüpler teşkiliyle (oluşturarak) millî bir vaziyet ihdasları (ortaya koymaları), İslâmları da müttehid (birlikte) harekete sevk etmekteydi. Fakat Arnavut arkadaşlarımız her nedense Slavları daha yakın bulurlardı.”
Adı geçen “Arnavut arkadaş” Ali Sami Yen’in ta kendisiydi.
Ali Sami Bey, takımda Slavlara ayrıcalık tanımakla eleştirildi. Bunun üzerine Galatasaray’dan ayrılanlar, 1910 yılında Progress (Terakki) adında bir kulüp kurdular. Türkçü ideolog Ziya Gökalp’in önerisiyle Altınordu ismini alan bu kulüp, artık İttihatçıların resmi takımıydı.
Kulübün hikâyesini, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin efsane hocalarından Kurthan Fişek’ten okuyalım:
“Türkiye futboluna ilk kez profesyonelliği sokan Progrès (Terakki) kulübünün bu başarısının sırrı, kuruluşuna öncülük eden İttihat ve Terakki Fırkası’nın, 1913 yılında gerçekleştirdiği hükümet darbesinden sonra, kendisini spor alanlarında da temsil edecek bir ‘devlet kulübü’ olarak ona sahip çıkmasındadır. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi bu oluşumu hızlandırmış, Osmanlı’nın resmî ideolojisinin ‘ırkçılık-turancılık’ olarak şekillenmesine paralel biçimde ‘Progrès’ adı ‘Altınordu’ya çevrilmiş, kulüp başkanlığına Dahiliye Nazırı Talât Paşa, yönetim kurulu üyeliklerine de İttihat Terakki’nin Merkez-i Umumi üyeleri getirilmiştir.”
Altınordu futbola profesyonelliği sokmuştu. Türk futbol tarihinin ilk transferini de Talât Paşa ‘bitirmişti’: Fenerbahçeli Otomobil Nuri, Bombacı Bekir ve arkadaşları, “askere alınmama” bedeli karşılığında Altınordu’ya transfer edilmiştiler.
Ama Talât Paşa’ın bu “transfer çalımı” Türk sporuna damgasını vurmuş yeni bir yıldızın doğmasının yolunu açacaktı. Fenerbahçe tarihinin efsane futbolcusu Zeki Rıza Sporel, doğan boşlukta A takıma yükseldi, rakiplerin ve işgal kuvvetlerinin kalesine yağdırdığı gollerle Fenerbahçe’yi zaferden zafere taşıdı.
“Evlad-ı vatanı top oynamak ile askeriyeye alıştırmak”
İttihatçılar gençlerin futbol tutkusunu onları Birinci Dünya Savaşı’nda cephelere çekmek için kullandı. Balkan Savaşları’nda alınan yenilginin ardından 1914 yılında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı bir de “Mümâresat-ı Bedeniye ve Askeriye Heyeti” kuruldu. Bu heyetin görevi vatan evlatlarını top oynama gibi bedensel faaliyetlerle askeriyeye alıştırmaktı.
Böylesi bir siyasi atmosferde, Altınordu’da aradıklarını bulamayan İttihatçıların sivil kanadı gözünü Fenerbahçe’ye dikmişti.
Kulübün kontrolü önce Şam Valisi Hulusi Bey’e geçmiş, ardından Doktor Nazım başkanlığa getirilmişti.
Bu siyasi rekabette geri kalmak istemeyen Galatasaray da İttihatçıların İslamcı Sadrazam’ı Sait Halim Paşa ile yakınlaştı. Böylece Galatasaray’ın savaş koşullarından zarar görmesi engellenmişti.
İttihatçı Doktor Nazım, cumhuriyet döneminde İzmir Suikastı davasından idam edildi. Sait Halim Paşa ise 1915’te yaşanan Büyük Felaket’teki sorumluluğundan ötürü Arşavir Şıracıyan tarafından Roma’da suikast sonucu öldürüldü.
Tüm futbolcular CHP’ye
1920’li yıllarda Türkiye’nin kaderi değişmiş, cumhuriyet kurulmuş, ama futbol yakasını devletten yine kurtaramamıştı.
Yusuf Ziya Öniş öncülüğünde Galatasaray’dan ayrılanlar 1933 yılında CHP’nin Beyoğlu teşkilatında Ateş-Güneş adıyla bir kulüp kurdular. Kulübün başkanlığına Atatürk’ün yakın arkadaşı Cevat Abbas Gürer seçilmişti. Bu, Ankara yönetiminin eski İstanbul kulüplerinin kontrolündeki futbola ilk girişiydi.
Kulüp adından Ateş’i attı ve yoluna ‘altı ok’a işaret eden Güneşspor olarak devam etti. Böyle bir takımın Birinci Lig’de oynamaması düşünülemezdi. Hemen Birinci Lig’e alındı. Kulüp Atatürk tarafından da ziyaret edilmişti.
Ama artık bir kupa da şarttı. 1937-1938 sezonunda Güneşspor, ligi Fenerbahçe ve Beşiktaş ile aynı puanla bitirmişti. Dahiyane bir averaj hesabı yapıldı. Yenilen gol sayısı atılan gol sayısından çıkartılmamış, atılan gol yenilen gole bölünmüştü. Çünkü Güneş, ancak böyle şampiyon olabiliyordu.
Aslında 1936 yılında bütün diğer dernekler gibi tüm spor kulüpleri ve sporcular da “Kemalizmin öz çocukları” olarak tanımlanmış ve parti-devlete uygun olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye yapılmıştı.
Beşiktaş’ın başında eski komitacı, üç dönem milletvekilli seçilen Fuat Balkan vardı.
Fenerbahçe ise tam olarak kontrol edilememişti.
Fenerbahçe yanıyor
1932 yılının 5 Haziran’ını 6 Haziran’a bağlayan gece yarısı çubuklu formalıların evine ateş düştü. Çeyrek asırlık kulübün hafızası “bilinmeyen bir nedenle” çıkan yangınla küle döndü, tüm arşivler ve kupalar yok oldu.
Kulübü ayağa kaldırmak için düzenlenen yardım kampanyasına ilk bağışı 500 lira ile Atatürk yaptı.
Yangından 20 yıl sonra kulübün kapısı çalınacak, isimsiz ve imzasız postayla bir defter gelecekti. Bu, o gün yangında yok olduğu sanılan bir ziyaretçi defteriydi. Bir kopyası günümüzde Fenerbahçe Stadyumu’nun Numaralı ile Migros tribünlerini birleştiren köşede asılı duran o defterin bir sayfası mucize eseri yanmamıştı; Atatürk’ün 1918 yılında Fenerbahçe’yi ziyareti sırasında imzaladığı sayfa…
Fenerbahçe’nin, kendi mülkü olan Papazın Çayırı’nı kaybetme riski vardı. Bu arada Fenerbahçe-Galatasaray maçında çıkan olaylar sebebiyle, Türk Spor Kurumu’nun Asbaşkanı Halit Bayrak kulübü kapatmakla tehdit etmişti.
Fenerbahçe’nin tek bir çaresi kalmıştı: Koyu Fenerbahçeli Adalet Bakanı Şükrü Saracoğlu’nun himayesi altına girmek. Böylece Fenerbahçe de arkasına devleti aldı. Daha sonra Başbakan olan Saracoğlu, Demokrat Parti (DP) iktidarına kadar o koltuktan inmedi.
‘Demirkırat’ yılları
1950’de iktidar değişince Fenerbahçe’nin yönetimi de değişti.
Fenerbahçe’nin efsanesi Zeki Rıza Sporel futbol hayatını sonlandırdıktan sonra siyasete atılmış, 1946 yılında Demokrat Parti’den milletvekili seçilmiş, ama Birinci Dünya Savaşı’nda asker kaçağı olduğu ortaya çıkarılınca vekilliği düşürülmüştü. 1950’de yeniden milletvekili seçilen Sporel, 1955-1957 yılları arasında Fenerbahçe’ye başkan oldu. Koltuğu, dört yıl sonra Yassıada’da idamla yargılanacak DP’li milletvekilleri Agâh Erozan ve Medeni Berk’e bırakmıştı.
Bu arada Beşiktaş’ın başkanlığına DP Çanakkale Milletvekili Nuri Togay, Galatasaray’ın başkanlığına ise DP İzmir Milletvekili Sadık Giz gelmişti. Suada bu dönemde Galatasaray’a verildi.
1960-2000 arası
Sonra iktidarlar değişti, futbol tüm Anadolu’ya yayıldı, tribünler doldu, ama siyaset futboldan elini hiçbir zaman çekmedi, her gelen iktidar meşin yuvarlığın peşinden koştu.
Gençlerbirliği eski başkanı Adalet Partili İsmet Sezgin, 1960’lı yıllarda gündeme gelen ilk şike iddialarına “Ne yani, şikeleri birlikte hazırlamadık mı? Yalan mı?” sözleriyle cevap vermişti. İsmet Sezgin, Türkiye’nin ilk Gençlik ve Spor Bakanı’ydı.
12 Mart’ın Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, jetlerini Fenerbahçe’ye oyuncu transfer etmek için kaldırıyor, ordunun olanaklarını Fenerbahçe için kullanmaktan geri durmuyordu.
1970’li yılların siyasallaşan ortamından yeşil sahalar da etkilendi. Yükselen devrimci rüzgâr Galatasaray’ın sol kanadında Metin Kurt’la ve Fenerbahçe’nin kaptanı Selçuk Yula’yla esiyordu.
12 Eylül döneminde Kenan Evren, ligdeki başkent ekibi eksikliğini fark etmiş, 1980-1981 sezonunda Türkiye Kupası’nı Beşiktaş’ı ve Fenerbahçe’yi eleyerek kazanan İkinci Lig takımı Ankaragücü’nü, bu gerekçeyle Birinci Lig’e yükseltmişti.
Futbolcuların Televolelerde boy gösterdiği 90’lı yıllarda Emniyet Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı yapan Mehmet Ağar, Başbakanlık yapan Mesut Yılmaz, medya patronu Cem Uzan Galatasaray’a açıktan destek verdiler.
Gülenciler ise yeşil sahalara ilk olarak Nişantaşıspor’la adım attı.
İhsan Kalkavan’ın Süleyman Seba’ya karşı Beşiktaş başkanlığını zorladığı yıllarda Fenerbahçe’de orduya yakın bir NATO müteahhitti olan Aziz Yıldırım dönemi başladı.
Şike kumpası ve sonrası
21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran futbol olayı ise Gülencilerin 3 Temmuz 2011 tarihinde Fenerbahçe’yi hedeflemesi ve başkan Aziz Yıldırım’ı tutuklamasıydı.
7 Haziran 2015 seçimlerinden iki ay önce ise hâlâ aydınlatılamayan bir olay yaşandı, Türkiye direkten döndü: Fenerbahçe takım otobüsü Rize deplasmanından dönerken Trabzon’da kurşunlandı, kafileyi taşıyan otobüs şans eseri devrilmedi ve futbolcular hayatta kaldı.
Futbol ile siyaset ilişkisi bugün de sürüyor
Kamu kaynaklarıyla kurulduktan sonra şehrin asırlık çınarlarıyla rekabete giren, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ben kurdum” dediği ve bu sezon Süper Lig’i şampiyon bitiren Başakşehir’in siyaset ile güçlü bağları var. Kulübün başkanı Göksel Gümüşdağ, Emine Erdoğan’ın yeğeniyle evli.
Erdoğan ailesinin damadı Berat Albayrak ise, bu sezon son ana kadar yarıştan düşmeyen memleketinin takımı Trabzonspor’un arkasında. Aralarındaki çekişme Albayrak ailesinin kontrolündeki Turkuaz grubuna ait gazetelerin manşetlerine kadar yansıyor.
Futbolun başında ise hükümete yakınlığıyla bilinen bir müteahhit, Nihat Özdemir bulunuyor.
Liglerden düşmenin kaldırılması, siyasetin futbolun gücüne karşı koyamamasının son örneği oldu.
121 yıl önce masum bir diyalogla başlayan tutkulu serüvenimiz, siyasetin kıskacından kurtulamadı, yeşil sahalar bir türlü özgürleşemedi.
Yararlanılan kaynaklar:
Kurthan Fişek, Türkiye Spor Tarihi, Gerçek Yayınevi.
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt: I İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yayınları.
Mehmet Ali Gökaçtı, “Bizim İçin Oyna”: Türkiye’de Futbol ve Siyaset, İletişim Yayınları.
Can Kozanoğlu, Bu Maçı Alıcaz!, İletişim Yayınları.
Yıldıray Oğur, Alternatif Türkiye Tarihi I, Vadi Yayınları.