Taciz-ifşa tartışmalarına dair söyleşi dizimizi Feyza Akınerdem ile sürdürüyoruz. Medya çalışmaları alanında uzmanlaşan Akınerdem, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladıktan sonra doktorasını 2015 yılında City, University of London, Kültür Politikaları ve Yönetimi bölümünden aldı. Televizyon çalışmaları, toplumsal cinsiyet ve medya, temsil politikaları gibi konularda araştırmaları yayımlandı.
Son 10 yıldır Türkiye’de kadın hareketinin içerisinde yer aldı, farklı siyasi, etnik ve dini öznelliklere sahip kadınların bir araya geldiği kadın ağlarının kurulması için çalışmalarda bulundu. Reçel-Blog kurucuları ve editörlerinden olan Feyza Akınerdem 2019’dan bu yana Dissensus Araştırma kurucu ortağı olarak toplumsal cinsiyet, göç, duygu sosyolojisi alanlarında araştırmalar yürütüyor.
Sosyal medya, takipçilerinin gündelik yaşantısını epeyce etkiliyor. Meselâ görüntülü toplantılarda “Herkes kitaplığının önünde oturuyor, gösteriş yapıyor” diye bir düşünce paylaşıldı. Artık çoğumuz kitaplık dışında bir arka plan gösterme gayretindeyiz. Metoo da böyle mi başladı? Yoksa amacı belirlenmiş, hedefe odaklanmış bir hareket mi?
Kadınların ekonomiden politikaya, ev içi iş bölümünden bedene kadar hayatlarının bütününü oluşturan her konuda eşitsizlik yaşadığı ve bu eşitsizliğin kurulu sistemler tarafından gerçekte hiçbir zaman bozulmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu eşitsizliğin kadın bedeni üzerinde yarattığı en büyük sonucu, o bedenin müdahale edilebilir, dokunulabilir, sömürülebilir bir beden olması kabulüdür. Kadınlar bu müdahale ve sömürüye karşı çeşitli şekillerde mücadele ettiler.
Kadın bedeninin müdahale edilebilir ve sömürülebilir olması demek aslında kadının kendi hayatının aktörü olmaması demek. Erkekliğin norm olduğu bir dünyada kadının her hali bu norma göre tanımlanır. Bir kusur gibi. Bedenin çıplaklığı, örtünmesi, nerede bulunduğu, nereye doğru gittiği, aklının ne düşündüğü, elinin ne yazdığı, ne arzu ettiği, neyi reddettiği asla dünyanın geneline dair ve kendilerine dair aksiyonlar olarak okunmaz. Aksine bunlar erkeğin dünyasında bırakılmış izler ve işaretlerdir.
Taciz faili erkekler ne diyor? Asıl o bana geldi, asıl o bana işaret etti, hatta asıl o beni taciz etti. Tam da işte kadının varoluşunun sadece erkeğe dair bir işaret olması kuruntusundan kaynaklanıyor bu.
Sosyal medyanın bu konuda mücadele için yeni bir alan açtığını, yeni araçlar sağladığını söyleyebiliriz. Ama şu konuda kurduğunuz benzerliği anlamlı buluyorum: Evet sosyal medyada insanların birbirlerini domino taşı gibi harekete geçirmesi çok daha kolay; teknolojik olarak, form olarak bunu mümkün kılmak üzere geliştirilmiş araçlar bunlar. O yüzden hızla ve dalga dalga büyüyen hiçbir sosyal medya trendi veya kampanyası bence önceden planlanarak “bir düğmeye basılarak” gerçekleşmiyor. Her şey gözümüzün önünde oluyor esasen.
O zaman daha genel bir soru sorabilirim; harekete Twitter’da en çok yöneltilen tepki “Belgeni göster, yargıya başvurdun mu?” gibi sorgulamalar oldu. Kadınlar sosyal medyadan ifşa ile hangi kazanımı hedefliyor?
Bir hareketi taciz diye nitelendirmemize neden olan unsur, taciz edenin niyetinden çok taciz edilenin üzerinde bıraktığı etkidir. Niyet ve etki birbirinden farklı kavramlar. Bence kadınlar da sonuca ulaşmak niyetiyle hareket etmiyor. Üzerlerinde bırakılan o katmanlı etkiye karşı toplumda bir etki yaratmak istiyorlar. Tacizin en belirgin özelliklerinden bir diğeri de tacize uğrayanı suskunluğa, sessizliğe itmesi. Sözlü tacizden cinsel tacize kadar, rahatsız edilen taraf sessiz ve pasif bir konuma itilir. Kadınlar bunu tersine çevirmek istiyor ve bu bence çok güçlü bir karşı koyuş. Yani kadınlar durduk yere ses çıkarmıyorlar. Önce bir sessizlikten kurtuluyorlar. Bu açıdan anlatmanın, ifşa etmenin, sessizliği bozmanın kendisi bir sonuç haline geliyor.
Bahsettiğiniz katmanları biraz açabilir misiniz?
Şunu kastediyorum: Sürekli tacizle bir kenara ittirildiğimiz dünyada varolmak için habire bir koza örüyoruz. Ergenlikte kambur yürümekten başlayan bir koza örme hali. Bedenimizi şekillendiriyor, yapabileceklerimizin sınırını çiziyor. İfşa o çizgiyi aşmak demek işte. Kendi hayatının aktörü olmak. Bana bunu yaptınız demek, kozaya çekilmek yerine erkeklerle kurduğumuz ilişkilerde kendi üzerimizde kalan izleri tarif etmek, açık etmek, anlamını değiştirmek.
Risklerini de konuşalım; kadınların daha çok baskı göreceğine; okula gönderilmesinde, çalışmasında, istihdam edilmesinde sıkıntılar yaşanacağına dair endişeler paylaşıldı. Ne diyorsunuz?
Bence bu zaten tacize uğrayan kadınların susmalarına neden olan kaygıların özeti. Bir insanın bedenini, duygularını, yeteneklerini küçültecek, kendinden şüphe ettirecek kadar köşeye sıkıştırıp bir de bu şüpheyle yaşamasını, çünkü zaten toplum tarafından dışlanacağını, zar zor elde ettiği konumunun sarsılacağını söylüyorsunuz. Ama bence oraya geri dönüş yok artık. Erkekler kendilerinden şüphe edecek, kendi hareketlerinin karşılarındaki kadınlar ve erkekler tarafından nasıl algılandığını, nasıl bir etki bıraktığını hesap etmek zorunda kalacak. Ortada iki tarafın aynı şekilde algılamadığı bir durum varsa bile bu karşılaşmanın sorumluluğu neden sürekli kadına yüklensin? Neden kadın sürekli kendinden şüphe etsin? İfşanın böyle bir etki uyandırmasını umuyorum, bekliyorum.
Özellikle aile içi ifşalarda genelde mağdur kadın bedel ödüyor -hatta tecavüz vakalarında ailenin namusunu temizlemek, aileyi ‘mahalle baskısı’ndan kurtarmak için mağdur kadın öldürülüyor. Bu anlamda toplumsal yapıda bir değişiklik olabilir mi?
Erkeklerin cüretkârlığı ve saldırganlığı karşısında kadınlar hep bedel ödediler, bu erkeklere maruz kalan daha güçsüz erkekler de hep bedel ödediler. Aynen dediğiniz gibi, bu bedel kadının canı bile olsa toplumsal olarak onaylanan, desteklenen, kabul gören bir bedel. Kadınlar şu anda sadece sosyal medyayı değil hukuku da kullanarak toplumsal yapının değişmesi için irade gösteriyorlar. Kadın mücadelesinin iradesi değişim getirmiştir ve getirecektir.
Edebiyat-sanat dünyasında, afişe edilen isimlerin eserlerinin okunmaması, izlenmemesi gibi çok genel bir beklenti var.
Bu konuda farklı görüşler var. Sanatçıyla eserinin ayrı düşünülmesini önerenler var. Bence itibar büyük bir sermaye olduğu gibi işlerin mevcut haliyle devamını sağlayan, koruyucu kılıf gibi bir işlev de görüyor. Ama biz hayatın olduğu gibi devam etmesini istemiyorsak itibarlar biraz sarsılmalı diye düşünüyorum. Sanat dünyasında işler nasıl yürüyor? Sinemada erkek yeteneğin hakimiyeti nasıl kuruldu? Bu bağlamdan bağımsız, tamamen kişisel bir sapma hali olarak da düşünemeyiz tacizi. Bu bir güç gösterisi ise, o zaman o gücün biraz sarsılması gerekir diye düşünüyorum. Peki o zaman sanat ve edebiyat yapılamaz mı? Bence daha iyisi yapılır, yapılacaktır.