Önceki yazımda, Cumhurbaşkanımızın titizlikle hazırlandığına neredeyse emin olduğum 5 Aralık 2020 tarihli “Türkiye’nin İlk Millî Helikopter Motoru TEİ-TS 1400’ün Teslimi ve Tasarım Merkezi Açılış Töreni”ndeki konuşmasındaki bazı hususlara kafayı takarak nasıl engebeli yollara girdiğimi, hakikat arayışımın beni nasıl karanlık dehlizlerin çıkmaz sokaklarına soktuğunu anlatmaya çalışmıştım.
Konuşmada özellikle takıldığım kısım Cumhurbaşkanlığı web sitesinde şöyle geçiyordu:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1944 yılında Devlet Demiryolları’nda kullanılan dizel motorları üretmek için kolları sıvayan Kamil Öcman’ın başında olduğu bir ekibin Eskişehir’deki fabrikalarda gövdesi ve başlığı dökülen, krank mili dövülen motoru, diğer aksamlarıyla birlikte tamamen yerli olarak Ankara’da ürettiğini ve bu ilk motorun prototipinin 1946 İzmir Fuarı’nda sergilendiğini hatırlattı. Fuar dönüşü, devrin tek parti hükûmetinin Ulaştırma Bakanı ve Türk Hava Kurumu Başkanı Şükrü Koçak’ın motorun üretildiği fabrikaya gelerek, ‘Siz burada nasıl motor yaparsınız, derhâl bu fabrikayı kapatın’ dediğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Evet, Türkiye’nin ilk dizel motor hikâyesi, işte böyle acı bir sonla neticelenmiştir’ dedi.”
Ankara’da olduğunu tahmin ettiğim bu fabrikanın kapanışının detaylarını ve Kâmil Öcman’ın kimliği ile bu olaydaki rolünü merak etmiş, araştırmıştım. Meşûm olayın nasıl vuku bulduğunu kendi sınırlı bilgilerim ve ufkum içinde açıklığa kavuşturamadıysam da, en azından Kâmil adının kesinlikle doğru, Cumhurbaşkanlığı sitesinde Öcman ya da bazı yerlerde Özman olarak geçen Öçman soyadının ise bir hata puanıyla da olsa geçerli olduğunu öğrenmiştim. Ama araştırmacı gazeteci olmasam da, meslekî hayatında bir dolu araştırma ve hattâ teftiş raporları hazırlamış biri olarak bu işi burada bırakmamaya kararlıydım. Şöyle de diyebiliriz: Ben bu yola başkoymuştum.
Dolayısıyla mezkûr konuşmada geçen, 1940’larda yapmaya çalıştığımız ama CeHaPe zihniyeti tarafından şuursuzca engellenen milli teknoloji hamlemizin ve dolayısıyla Batıdan bağımsızlık çabalarımızın baş kahramanlarından, yüksek mühendis Kamil Öçman’ın kimliğini ve ilgili olaylardaki rolünü, devrin Ulaştırma Bakanı Şükrü Koçak ile yaşadıklarını bulup çıkarma isteğim devam etti, bir hafta daha.
Bu haftanın başında ufkumu geliştirip yeniden yola çıktım. Artık Google ile yetinmiyorum. Cumhuriyet gazetesi arşivi de elimin altında. Dile kolay, 1930’lardan günümüze yer yer devlet bülteni kimliğindeki bir gazetede önemli birçok olayın ve kişinin geçmesini bekliyorum. Kulağımda pek tabii ki, Bahçeli’nin kendi söylediği ya da söylemese bile ona yakıştırdığım, esrarengizliğiyle müspet orantılı olarak bizi aniden her şeye uyandıran, ufkumuzu açan özlü sözleri… Bilirsiniz, üslûp önemlidir, kuvvetli ve etkili üslûplar kolaylıkla taklit edilebilir.
Bu heyecanla başladım ama kısa sürede, yine hayal kırıklıklarının beni beklediğini anladığımı maalesef kendime itiraf etmek zorunda kaldım. 1930 yılından günümüze, Cumhuriyet Gazetesinin arşivinde “Kâmil Öçman” ibaresi sadece bir kez geçiyor. Bir kitap ilanı, zaten o da Google’da da vardı. İlanın tarihi 29 Ocak 1947, özgün imlâsına sadık kalarak içeriğini size aşağıda veriyorum:
“MOTÖR TAMİR ve BAKIMI
Yazan: D. D. Cer Motör Şubesi Başmühendisi ve Ankara Motör Atölyesi Müdürü
KÂMİL ÖÇMAN
İlâveli İKİNCİ basılış (Üç cildi bir arada)
Milli Eğitim Bakanlığınca Erkek Sanat Enstitüleri motörcülük şubesi için kabul olunmuştur.
468 sahife, 629 resim,fü fiatı 650 Kr.
Satış yerleri: Ankarada Berkalp, İstanbul’da İNKILÂP, İzmir’de YAVUZ Kitabevleri.”
Belki fazla tatminkâr bir sonuç sayılmaz ama ipucu ipucudur yine de. Değerlendirmek lâzım.
1947 yılı Ocak ayı Türkiyesi… 1946 yılında ilk çok partili seçimler yapılmış ama şu veya bu şekilde CeHaPe yine seçimleri kazanmış, 1950’ye kadar iktidarda kalmaya devam ediyor. Anlayacağınız, zihniyet aynı zihniyet…
1946 yılında, ekibiyle birlikte Kâmil Öçman yerli dizel motörü (bundan böyle dönemin ruhunu daha iyi hissedebilmek için “motör” diye geçecektir) geliştirmiş ve üretmiş olmanın mutluluğuyla İzmir Fuarına gelmiş, çalışmasını sergilemiş ve akabinde, beklenmeyecek şekilde Ulaştırma Bakanı tarafından azarlanıp fabrikanın kapanmasına giden bir süreç yaşamıştı. Buna rağmen, ya bir dalgınlığa geldi ya da Erkek Sanat öğrencilerinin motör derslerinde bu başmühendisin yazdıklarından istifade edebilmesinin gerekliliği resmî ideolojinin önüne geçti ki, devlet bülteni niteliğinde kabul edilebilecek Cumhuriyet’te bu ilanın yayımlanmasında bir sakınca görmemişler; daha da ileriye giderek Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da kitap kaynak kitap olarak kabul olunmuş. Hiçbir zihniyetin mensupları tamamen kötü olamaz diye düşünüyor insan. Arada mutlaka yerli ve mili unsurlar dolambaçlı yollardan geçip, millî şuurun itici gücüyle su yüzüne çıkıp, bağımsız Türkiye’yi engellemeye çalışan zillet mensuplarını alaşağı ediveriyorlar. Anlayacağınız, zillet tarih boyunca zillettir.
Sonra diğer ipuçlarını araştırıyorum. Eskişehir’deki Cer Atölyesinin önce Eskişehir Demiryolu Fabrikasına, daha sonra da Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayii’ne (TÜLOMSAŞ ‘a) dönüştüğünü, günümüze kadar gelen bir kuruluş olduğunu biliyoruz, yani kapanmamış. Zaten ifadeden kapananın Ankara’da motörün üretildiği fabrika olduğu anlaşılıyordu. Bu nedenle kalan diğer önemli ipucunun, Ankara Motör Atölyesinin peşinden gidiyorum, araştırmalarımı 1947-48 yıllarına ve bu isme yoğunlaştırıyorum. Fakat, yok, yine yok. Bu isim altında da kapanmış bir fabrika hakkında bir bilgiye ulaşılamıyor.
Türkkuşu Atölyesinden bahsediliyor Ankara’da. O da adı üstünde “Türkkuşu” ve üstelik kapanmamış. 1954 yılında bir haberde de “… Motörle müteharrik vasıtaların son yıllarda hızlı bir gelişme kaydederek çoğalması üzerine Ankara’da hâlen faaliyette bulunan motör fabrikası ihtiyaca kifayet etmemektedir. Bu durum karşısında bugünkü atelyenin motörlü tren deposu olarak kullanılması ve motörlü tren işletmesinin Ankara’da temerküz etmesi dolayısile Ankara banliyösünün Gazi ve Güvercin istasyonları arasında 190 bin metrekare genişliğindeki sahada yeniden büyük bir motör atölyesi kurulması kararlaştırılmıştır” ifadelerine rastlıyorum. Benim aradığım ve Cumhurbaşkanlığı metni olması sebebiyle doğruluğu neredeyse kesin olan bilgilerle uyuşmuyor yine. Artık işin aslını belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi kabullenmeye çok yaklaşıyorum.
O sırada, ümitlerimi yeşertmek yolunda imdadıma bir prompter kazası sebebiyle yine Cumhurbaşkanımızın konuşmakta olduğu bir video yetişiyor. Sanal ortamda tertip edilen Ak Parti “Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı”nda partililere hitap ediyor Cumhurbaşkanımız:
“Geçmişte Nuri Demirağ’ı, Vecihi Hürkuş’u, Nuri Killigil’i, Kâmil Öz…ça…”
Tam burada konuşma akamete uğruyor. Kör talih!!! Herkes açısından değilse de, benim açımdan en heyecanlı anda hatlar kopuyor, durum prompter kazası diye lanse ediliyor ama benim aklımda başka marazî düşünceler…
Ne bahtsız adam bu Kâmil Öçman! Başarılı yerli millî projeleri engellendiği, başından geçen onca olay hiçbir yerde doğru dürüst yer almadığı gibi, yıllar sonra devletin en üst kademesinde isminin ağıza alındığı anda, insanı şüphe fırtınalarının girdaplarında sörf etmeye mecbur bırakan aksilikler hasıl oluyor!!!
Biraz bekliyoruz, konuşma tabii ki devam edecek. Nuri Demirağ’ı atla ve al baştan…
“Vecihi Hürkuş’u, Nuri Killigil’i, Kâmil Öcman’ı sindirerek, yerli ve millî projelerimizi nasıl baltaladılarsa, bugün de aynısını yalanla, iftira ile, sinsi oyunlarla yapmaya çalışıyorlar. Ama milletimiz bu defa CeHaPe zihniyetinin ülkeyi yarım asır daha geriye götürmesine izin vermeyecektir.”
İkinci deneme, başarıyla sonuçlanıyor. Cumhurbaşkanımız Kâmil Öçman adını bir harfi çoktan razı olduğumuz hata puanıyla doğru telaffuz ediyor. CeHaPe zihniyetine bu sefer, kolaylıkla bağlayıveriyor. Herkesin içi bir rahatlıyor.
Ben de, bu kısa sıkıntılı anlardan sonra aradığım ismin neredeyse doğru telaffuzunun verdiği rahatlık içimde, ama aklımda bazı yeni sorularla kalıyorum: Bir sonraki Kâmil Öçman atfıyla nerede, ne şekilde karşılaşacağız? Önümüzdeki süreçte bu şahsiyet ve adını anmaktan sıkıldığım zihniyetin yerli ve millî teknoloji hamlelerimizi engellemek için yaptıkları hakkında herhangi bir ek bilgi edinebilecek miyiz?
Yazıyı bitirmeden, bu konuya merak saracak şahıslara faydalı olması için şu notu da eklemek istiyorum: Genel kavramlar ile uğraşmaktansa, benim şu ana kadar yapmaya gayret ettiğim gibi daha spesifik şahıslara ya da olaylara odaklanmak bize nispeten daha uzun mesafeler aldırabilir. Ama ne olursa olsun sabretmek ve azimle araştırmaya devam etmek lüzûmu açıktır. Cumhurbaşkanlığı metinlerini yazanların mertebesine ulaşmak, göründüğü kadar kolay olmayabilir.