11 siyasi partinin katılımı ile kurulan, ilk oturumunu 5 Ağustos 2025’te yapan, devamında 9 oturum gerçekleştiren Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun; yaşayan ve sağlığı toplantıya katılmaya elverişli olan 10 Meclis Başkanının katıldığı 7. Oturumu, siyasi, tecrûbi hatta akademik olarak oldukça zengin içerikli bir toplantı olmasına rağmen kamuoyunda yeterince yer bulmadığı için bu yazımda Meclis Başkanları oturumunu değerlendirmek istiyorum.
1. Oturumunda Komisyon’un usul ve esasları tartışılmış,
2. Oturum kapalı gerçekleşerek İçişleri Bakanı Sn. Ali Yerlikaya, Millî Savunma Bakanı Sn. Yaşar Güler, Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanı Sn. İbrahim Kalın sunum yapmış ver ardından soru-cevap işlemi gerçekleşmiştir.
3. Oturum Komisyon çalışmaları kapsamında davet edilecek kurum ve kişiler konusunda müzakere ve yazılı teklif alma hususunda olmuştur.
4. Oturumda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sn. Mahinur Özdemir Göktaş sunum yapmış olup; Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı, Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı, Emniyet Teşkilatı Vazife Malulü ve Şehit Aileleri Vakfı, Diyarbakır Anneleri dinlenmiştir.
5. Oturumda Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder), Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı ağırlanmıştı.
6. Oturumda Türkiye Barolar Birliği, Baro Başkanları (Ankara 2 Nolu, Bingöl, Diyarbakır, Hatay, İstanbul 2 Nolu, Malatya, Mardin, Mersin, Sivas, Van) ağırlanmıştır.
Önemli oturumlardan biri ise Meclis Başkanlarının ağırlandığı oturum, 7. Oturumdur. Bu oturumda Sn. Hikmet Çetin (20. TBMM Başkanı), Sn. Ömer İzgi (21. TBMM Başkanı), Sn. Bülent Arınç (22. TBMM Başkanı), Sn. Köksal Toptan (23. TBMM Başkanı), Sn. Mehmet Ali Şahin (24. TBMM Başkanı), Sn. Cemil Çiçek (25. TBMM Başkanı), Sn. İsmail Yılmaz (26. TBMM Başkanı), Sn. İsmail Kahraman (27. TBMM Başkanı), Sn. Binali Yıldırım (28. TBMM Başkanı) ve Sn. Mustafa Şentop (29. TBMM Başkanı) yer almıştır. Bize aktarılan bilgi, gelemeyen üç meclis başkanımızın da sağlık durumunun buna el vermediği şeklindedir.
8. Oturumda; Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Memur Sendikaları Konfederasyonu (MEMUR-SEN), Türkiye Kamu Çalışanları Sendika-ları Konfederasyonu (TÜRKİYE KAMU-SEN), Birleşik Kamu İşgörenleri Sendikaları Konfederasyonu (BİRLEŞİK KAMU-İŞ), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK);
9. Oturumda ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), Türkiye Esnaflar ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye İşveren Sendi-kaları Konfederasyonu (TİSK), Türk Sanayicileri ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD), Müs-takil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) dinlenmiştir.
Başkanların konuşması iki oturum şeklinde düzenlenmişti. Birinci oturum, ilk konuşmacısı 20. Meclis Başkanıolan Hikmet Çetin ile başladı ve sıralı olarak 29. Meclis Başkanına kadar iki oturum halinde konuşmalar yapıldı. Prensip olarak Başkanlara yirmişer dakikalık süre tanımlanmış olmasına rağmen sözleri kesilmedi. 5 dakika konuşan başkan da oldu, 35 dakika konuşan da.
Hikmet Çetin ve Af Önerileri
Sözlerine Devlet Bahçeli’yi kutlayarak başlayan 20’nci TBMM Başkanı Hikmet Çetin, konuşmasına doğrudan örgüt üyeleri ile ilgili yapacak düzenlemeler hakkındaki önerilerle başladı. Çetin, “Dağdan çok insan geldi veya gelecek. -devlet kayıtlarına göre- bir eylemleri olmamışsa onları hemen affetmek lazım ve evlerine gitmelerinin yollarını açmak lazım” derken, eylemlere katılanlar ve üst düzey yöneticilerin şu aşamada ülkeye gelemeyeceklerini belirterek, onlar için de uzun vadeli bir geçiş planı önerdi: “Silahlı mücadeleye katılmış, uzun yıllar silah kullanmış, birçok insanı öldürmüş insanları bu aşamada affetmek çok zor, yurt dışına göndermek lazım. İsveç, Norveç, Danimarka, Güney Afrika olabilir ama bir şekilde zaman içinde eğer toplum normal düzeye gelirse onların da affedileceğini bilmesi lazım. Ancak bu aşamada bunları affetmek çok zor.”
– Kürt Devleti
Geçmişten bu yana birçok kez Kürt Devleti hakkındaki sorularla karşılaştığını anekdotlarla anlatan Çetin, Kürt Devleti kurulma ihtimalinin azlığını, kurulacak olsa bile Türkiye topraklarında bunun olamayacağını şu sözlerle ifade etti: “Bana bazen ‘Kürt devleti kurulacak mı?’ diye sorarlar. ‘Kurulabilir ama Türkiye bunun içinde olmayacak.’ derdim. Kesinlikle mümkün değil, çünkü çok partili hayat, 1950’den bu yana bu işi çözmüştür; çok iç içe girmişiz, onun için mümkün değil. Yani İstanbul’daki 3-4 milyon Kürt’e ne diyeceksiniz? ‘İstanbul’u terk edin’ mi diyeceksiniz? Marjinal gruplar çıkıp ‘Ben bağımsızlık istiyorum.’ diyebilir, bunun için mücadele de edebilirler ama bunlar marjinal olarak kalırlar. Ben hiçbir zaman Kürt devletinin Türkiye’de kurulacağına inanmadım. 100 defa referandum da yapsanız bağımsızlık çıkmaz. İstanbul’daki 3-4 milyon Kürt’ü nereye göndereceksiniz? Bırakıp işlerini gidecekler mi? Onların hepsi iş adamları olmuşlar, işleri var güçleri var. Onun için ben Türkiye’nin bu telaşının gereksiz olduğuna inanıyorum.”
Talabani’den Anekdot
Çetin; Talabani ve Barzani’ye Özal’ın talebi ile verdiği pasaportları hatırlatarak, Talabani’nin kendisine: “Doğu’da Humeyni, Güney’de Saddam, Batı’da Esat.” Elini açtı “Ne işim olur bunlarla ağabey? Benim ve Kuzey Irak’taki Kürt halkının bir hedefi var: Avrupa Birliğine girmiş, demokratik, laik Türkiye” dedi. “… demokrasiyi tam gerçekleştirip laik, demokratik, Avrupa Birliğindeki bir Türkiye’nin bütün bölgedeki Kürtler için bir cazibe noktası olacağına inanıyorum yani Suriye’dekiler, Irak’takiler, İran’dakiler için de bir çekim noktası olacağına inanıyorum.” diyerek sözlerini bitirdi.
Ömer İzgi ve Anayasa Önerileri
İkinci konuşmacı 21’inci TBMM Başkanı Ömer İzgi idi. Yazılı bir metinden görüşlerini bildiren İzgi; Anayasal vatandaşlık, Cumhurbaşkanının TBMM’de seçilmesi, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve Anayasa’nın illerin birleştirilebileceğine dair düzenlemesi halinde oldukça radikal önerilerde bulundu.
– Kaygıdan Umuda
Sözlerine, “Bahçeli’nin ‘PKK kendisini feshetsin, Abdullah Öcalan açıklamasıyla bu ortaya konsun, umut hakkı tanınsın.’ şeklindeki açıklamasını duyduğum anda ‘İyiye mi gidiyoruz’ diye mırıldandığımı biliyorum. Ancak çok geçmeden, Öcalan’ın açıkça ve net olarak ‘Federasyon yok, özerklik yok, hatta kültüralist istekler yok dedi. Hiçbir şart ileri sürmeksizin -örgütün- kendisini feshetmesi gerektiğini ilan etti” ile başlayan İzgi, “(Örgüt üyelerinin) ne olacağına ilişkin hukuki durumlarının -ele- alınması zamanına gelinmiştir.” diyerek “Bu özel durumu fırsat sayarcasına başka kategorideki yasal takiplerde olanlar için ayrıcalık bakımından talepte bulunmak, yapılacak bu özel çalışmayı sekteye uğratacak hamleler olur.” sözleriyle kamuoyunun genellik ve kapsayıcılık taleplerine de bir set çekiyordu.
– Değiştirilemez Maddeler
Ömer İzgi, TBMM’nin yasa ve anayasa yapma hakkı ve yetkisi için 1876 anayasası ve 1787 ABD örneğine referans vererek, değiştirilemez madde düzenlemesinin “ebedi” nitelikte olduğunu şu sözlerle savunmuş oldu: “Yasa çıkarmak gerekiyorsa, anayasa değişiklikleri yapmak gerekiyorsa o da yapılacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yapamayacağı bir şey yoktur ancak … yapacağı işlemlerde Anayasa’ya uymak zorunluluğundadır. Söz gelimi, Anayasa’da ‘değiştirilemez’ olarak norm kabul edilen ilk 3 madde ile Anayasa’nın 6’ncı maddesindeki ‘Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.’ hükmü değiştirilemezlik kapsamında ebedilik garantisi olan maddelerdir. Değiştirilemez özellikli maddeleri bulunan anayasaların, bu maddelerin değişmezliğinin kaldırılma şekline ait herhangi bir düzenleme getirmemiş olması böylesi maddelerin ebedilik garantisi olarak konmuş olmasındandır. Gerçi dünyada tek olarak 1787 ABD Yasası’nın 5’inci maddesiyle konulmuş olan değişmezliğin kaldırılması için şekil belirlenmişse de bakıldığında mevcut dokunulmazlığın kaldırılmasında etkisi olmayan bir düzenleme olduğu görülmektedir. Sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şu anda yürüttüğü yöntemle Anayasa’da dokunulmaz olarak belirtilen hükümlerin kaldırılması, değiştirilmesi veya onlara aykırı yeni bir yasal düzenleme yapma yetkisi bulunmamaktadır.”
İzgi, değiştirilmezlik mevzuunu dünya örnekleriyle de savundu: “Değiştirilemezlik normlarının yalnızca bizim Anayasamızda bulunduğu gibi söylemler de doğru değildir. Benzer düzenlemeler ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Brezilya, Hindistan ve Portekiz gibi daha başka ülkelerin anayasalarında da mevcuttur. Hatta en önemlisi 1876 Anayasa’mızın 115’inci maddesinde de değiştirilemezlik maddeleri vardı; o da şimdiki Anayasamızdaki gibi 3 madde değil, o Anayasa’nın bütün maddelerini kapsıyordu. Hâl böyleyken bu maddelerle ilgili olarak ‘Şöyle yapılacak, böyle olacak.’ şeklindeki söylemler yapılan çalışmalarda olmayan hususlardan biridir.”
– Vatandaşlık Maddesi
“Odak noktamız fesih ve buna bağlı yapılacak düzenlemeler ise, gerekiyorsa Anayasa da değiştirilir” diyen İzgi, Anayasa’nın vatandaşlığı düzenleyen maddesi için şu sözlerle değişiklik önerdi: “Anayasa’nın 66’ncı maddesi değiştirilmeli ve yerine, mekânı cennet olsun, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptırdığı, 1924 Anayasası’nın 88’inci maddesinde koydurduğu ‘Türkiye ahalisine din ve ırk ayırımı olmaksızın vatandaşlık itibariyle ‘Türk’ denir.’ ifadesi konulmalıdır. Aslında aynı ifade tarzı, 1876 Anayasa’mızın 8’inci maddesinde de olan bir anlayış tarzıydı.” [Meraklısı için, 1876 Anayasası 8. Maddesi şöyle: “MADDE 8.- Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bila istisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir.”]
-İllerin Birleştirilmesi
Ömer İzgi’nin sürpriz sayılabilecek hatta speküle edilebilecek bir önerisi de birden fazla ilin bileştirilebileceğine dair anayasal düzeleme için kanun çıkarılması gerektiğiydi. Bu tavsiye şu sözlerle kayda geçti: “Anayasamızın 126’ncı maddesinin üçüncü fıkrasıyla getirilmiş olan, birden fazla ilin birleştirilmesi düzenlemesi mutlaka kanunla yapılır hâle getirilmelidir.” Anayasa’nın ilgili 126/3 maddesi şöyle: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.”
– Kayyımlık
Ömer İzgi’nin süreçle ilgili son önerisi kayyum uygulamaları içindi: “Yine, Anayasamızın 127’nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi; örneğin, bir belediye başkanının görevden uzaklaştırılması, görevlileriyle ve Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki durumlarla ilgili bir suç iddiasının varlığında olmalı ve görevden alınan başkanının yerine kayyum değil, belediye meclisi üyeleri arasından seçilenin getirilmesi şeklinde değiştirilmelidir.”
– Yüksek Mahkemeler
İzgi’nin Komisyon nezdinde gündeme getirdiği süreçle ilgili olmayan iki düzenleme önerisinden ilki, yüksek mahkemeler arası görüş ayrılığının giderilmesi kapsamında: “Anayasa’nın 158’inci maddesi Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasındaki hüküm aykırılıklarının varlığında şimdiki uygulama yerine yeni bir anayasal oluşumla veya Anayasa Mahkemesi bünyesinde işlev yapmakta olan uyuşmazlık mahkemesine verilecek yeni bir oluşum mekanizmasıyla çözülür şekilde değiştirilmelidir.”
– Cumhurbaşkanını TBMM Seçsin ve Revizyon Önerisi
İzgi’nin süreçle ilgili illerin birleştirilmesi hakkında anayasal düzenlemeyi hatırlatan önerisi kadar dikkat çekici bir diğer önerisi Cumhurbaşkanı’nın tekrar TBMM tarafından seçilebilmesi yönündeki teklifi oldu: “Bence çok önemli diğer bir husus da Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından seçilmesi gerekliliğidir. Yapılacak bir değişiklik olursa o da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin, parlamenter Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine dönüştürülmesidir. ‘Parlamenter sistem’ demiyoruz ‘Parlamenter Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi’ diyoruz ama bu geçişte mutlak olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle elde edilen istikrarın zedelenmemesi, istikrar yollarının tıkanmaması olmalıdır. İstikrara süreklilik getiren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemindeki yürütme organının teşkili ve atanmışların görevden alınması elbette ki yine Cumhurbaşkanı’na ait olarak kalacaktır. Ancak Cumhurbaşkanınca yapılan atamaların görevden alınmaları Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının örneğin beşte 3’ü tarafından teklif edildikten sonra, örneğin üçte 2 çoğunlukla alınacak bir kararla alınması da görevden alınması da mümkün hâle getirilmelidir. ‘Bu, sistem değişikliğidir.’ diye itirazlara da itibar edilmemelidir.”
İzgi bu yönde değişiklik yapılması halinde bazı yetkilerin yeniden düzenlenmesi önerisi gibi seçilme süresi için de teklif getiriyordu: “Cumhurbaşkanı’nın 2 defadan fazla seçilemeyeceği ilkesi korunmak isteniyorsa bu değişiklik teklifimizde, milletvekili seçim süresinden fazlası bir süre, örneğin yedi sene için Cumhurbaşkanı seçilmiş olabilmelidir. Günümüzde sosyal medya ortamıyla sağlanan kara propaganda etkinliği nedeniyle her zaman ‘tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak’ felsefesine sadık birinin seçilebilmesi önlenebilirliği mevcuttur. Hatta bu algı tam da bu düşüncenin karşıtı olan birinin %50 artı 1 sayesinde seçilmesini de sağlayabilir. Oysa bu etki gücü Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından Cumhurbaşkanı seçiminde gücünü bulamayacaktı. Tabidir ki, Cumhurbaşkanı’nın TBMM tarafından seçilmesi kabul edilince Anayasa’nın 77-79, 101-106, 116’ncı maddelerinde ‘kaldırılmıştır’ ya da ‘değiştirilmiştir’ şeklinde kısa değişiklikler yapılacaktır.”
İzgi sözlerini ise şöyle tamamladı: “Saygıdeğer dinleyenlerim; ülkemin Hakkâri’sinde olmuş, Kayseri’sinde olmuş, fark etmez, bir orman yangınının doğuracağı acıyı yalnız oranın ahalisi değil Türkiye’nin bütün insanları çeker çünkü yanan ormanlar ortak varlığımızdır.”
Bülent Arınç ve Yakın Dönem Tanıklığı
Üçüncü konuşmacı Sn. Bülent Arınç oldu. Bülent Bey’in samimi, yer yer duygusal, AK Parti öncesi dönem ve kendisinin içinde bulunduğu süreçlerle yüzleşen muhasebe içerikli bir konuşması ve tavsiyeleri oldu.
– Komisyon Hakkında
Arınç sözlerine Komisyon’un kuruluşundaki isabet ve önceki süreçlerde kurulmamış olmasına dair bir değerlendirme/özeleştiri ile başladı: “Başbakan Yardımcısı iken 2009 ile 2015 yılları arasında devam eden ve maalesef olumsuz sonuçlanan çözüm süreci içerisinde görev almış bir arkadaşınızdım. O zaman da bu süreçlerin Meclis’te bir komisyon marifetiyle sürdürülmesi gerektiğini ifade etmiştim. Ancak o günün şartları içerisinde bunun MİT-eliyle-, dışarıdan hükûmet veya bir başka şekilde devamı arzu edilmişti. Ben İYİ Parti’nin dışında bütün siyasi partilerin temsil edilmiş olmasını takdirle izliyorum, bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Keşke o parti de bu Komisyon’da yer almış olsa, fikirlerini söylese, konuşulan fikirleri de dinlemiş olsaydı. Eminim onlar da kendi siyasetlerine uygun bir yolu olumlu bir şekilde dışarıdan takip edeceklerdir, buna da inancım var.”
Arınç sözlerini Komisyon’un isim tartışmalarına referansla sürdürdü: “Tabii, Komisyonu’muzun isminin farklı olması dikkatimi çekti, bu çok olumlu, bu ismi koymuş olmanız da ayrıca takdire değer. Komisyon’un görevi, bu süreci olumlu bir şekilde sonuca ulaştırmaktır.”
– Kardeşlik ve Hukuk
Kürtler ile siyasi mesaisini, kardeşlik söyleminin artık kabul görmediğini ise şu sözlerle ifade etti; “Kardeşlik… yıllardır siyasetin içindeyim, 1969’dan beri, 2016’da da aktif olanını bıraktım. Hep Kürtlerle birlikte siyaset yaptım. Öyle bir noktaya geldi ki Kürt siyaseti yapanlar ‘Bırakın kardeşliği kardeşim, önce siz bizi bir eşit vatandaş olarak kabul edin.’ demeye başladılar. Hatta ‘Kardeşim, milletvekili seçiyoruz, içeri atıyorsunuz; belediye başkanı seçiyoruz, görevden alıyorsunuz, yerine kayyum atıyorsunuz; biz nerede siyaset yapacağız?’ demeye başladılar. Bunların hepsine verilecek cevaplarımız olmalı, buna karşılık kuru hamasetle yola çıkılmaz. Geldiğimiz nokta, hamasetin bırakılması gereken bir noktadır.”
– ‘Deniz bitti’
Yakın dönem muhasebesine ise “deniz bitti” sözleriyle başladı Arınç: “Hatta, bir zamanların moda tabiriyle, ret, inkâr ve asimilasyon politikalarının bir şekilde gerçekleştirilmiş olması bizim büyük bir ayıbımızdı, biz bunlardan artık vazgeçmeliyiz. Geldiğimiz nokta denizin bittiği, geminin karaya vurduğu bir noktadır o yüzden elimizdeki bu iyi fırsatı çok iyi değerlendirmeliyiz.”
– Geçmişe Bir Sünger
Komisyon üyelerine ve karar alıcılara: “’Şunu rica ediyorum, buradaki Komisyonu’muzdan ve dışarıdaki parti temsilcilerinden: Geçmişe ait hangi söylemleri kullandıysanız bunları unutun’” derken, DEM Parti’nin rolüne de ‘Burada DEM hedeftedir, ben DEM’i takdir ediyorum. Bu süreçte hepimizden daha gayretli, hepimizden daha iyi niyetli, hepimizden daha olumludur. Bu işte öncü olma rolünü kabul ettiler, onları da takdir ediyorum’ sözleriyle dikkat çekti Arınç.
– 1994 Travması
Bülent Bey travmatik 94 olayını ise şu sözlerle kayda geçirdi: “Bir hatıramı nakledeyim: 1994 yılı, DEP kapatılmış ve 4 DEP milletvekili başlarından sürüklenerek araçların içerisinde cezaevine götürülmüştü. Ben o tarihte milletvekili değildim ama 2004’te bu 4 milletvekili on yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıktılar; herkesten randevu istediler, herkesten cüzamlı muamelesi gördüler. Ben Meclis Başkanıyım, bu arkadaşlar da milletvekiliydi. ‘Siyasetçilerin içerisinden on senesini cezaevinde geçirmiş kaç insan vardır?’ dedim ve kendilerini bir akşam yemeğine davet ettim. -İçlerinden- Selim Sadak Bey şu anda Almanya’da bir hastanede zor durumda, ona Allah’tan şifalar diliyorum.”
– 6551 Sayılı Yasa
Arınç; 2014 yılında çıkarılan, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair 6551 sayılı Kanun’un hâlâ geçerli olup faydalanılabileceğini hatırlattı ki ben de hukuken aynı kanaatteyim. Yasa yürürlüktedir ve uygulayıcılı için sağladığı korumalar da geçerlidir.
– Bahçeli ve Süreç
Bahçeli’nin rolünü takdir edip önemseyen ifadeleri ise şöyleydi: “Sayın Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan süreçte hepimiz şaşırdık, böyle bir başlangıç beklemiyordum. Bu işin, şok edici bir davranışla başlaması lazımdı ki herkes bir şaşırsın, herkes bir kendine gelsin, herkes ‘Ne oluyoruz?’ desin. Biliyorsunuz, -umut hakkı-arkasından gelsinler, Malazgirt’te toplansınlar, orada bunu açıklasınlar falan. Nasıl gelecek Malazgirt’e? Hepsi bunları düşündürdü. Arkadan 100 kişilik Komisyon -çağrısı- ama bakınız, her şey yolunda yürümeye başladı.”
– Süreç ve Dil
Sürecin ihtiyaç duyduğu dil ve bakış açısı hakkında PKK’lılara ve süreç yöneticilerine tavsiyelerini ise şöyle ifade etti: “Silahların yakılması bence sembolik çünkü onların ifadesiyle silahları yakan 15 kadın, 15 erkek sonra tekrar yukarıya doğru gittiler ve mağaralarına girdiler. Onların konuştuklarını da bir kenara koymamız lazım. Cemil Bayık öyle demiş, Karasu böyle demiş, bilmem kim böyle söylemiş; söylememeleri lazım, hiçbirimizin ve bunun paydaşı olanların sinir uçlarımıza dokunacak hiçbir sözü konuşmaması lazım, konuşanların susturulması lazım, sükûnete ihtiyacımız var. Bu işin akılla, idrakle, mantıkla yürümesi için… Tarihi tersine çeviremeyiz ama yeni metotlarla, yeni atılımlarla, yeni heyecanlarla bu süreci sonlandırmamız lazım.”
– Toplumsal Mutabakat
Sürece toplumsal desteğe dair inancını ise şu sözlerle kayda geçirdi: “Toplumsal mutabakat var mı? Var. Ben 2009’da başlayan sürecin içerisinde bunu test ettim. Toplumun %90’ı ‘Evet, gözyaşı bitsin, ne yapacaksanız yapın, -derken- %10’u da ‘Bu teröristler kahrolsun, bundan sonra da cenazeler gelsin.’ demiş olabilir ama ben rastlamadım.”
– Cumhuriyet ve Demokrasi
Arınç konuşmasını geri kalan kısmını ise, CHP’ye nazik bir şekilde günahlarını hatırlatıp, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tavsiyelere ayırmıştı: “Bizim için Cumhuriyet, demokrasiyle taçlanan Cumhuriyet’tir. Demokrasiden ne kadar uzak olursa adı Cumhuriyet de olsa vatandaşa demokrasi adına vereceği hiçbir şey yoktur. Otokrat rejimler bugün Avrupa’nın içerisinde de belki ABD’de de artık ön plana geçmeye başladı. Aşırı radikal siyasi partiler güçleniyor. İç cepheyi tahkim edeceksek, toplumsal barışı inşa edeceksek, esasen demokrasinin de özgürlük, uzlaşma, diyalog ve paylaşma olduğunu biliyorsak normalin dışına çıkmayalım, makulun dışına çıkmayalım. -Makulun dışına çıkılınca- sonuçlar nereye kadar gider bilemezsiniz. Misal mi istiyorsunuz? 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi geldi, Sayın Ahmet Necdet Sezer’in süresi bitti, Sayın Abdullah Gül’ü aday gösterdiler. O zaman bir 367 lafı çıktı, CHP Grubu Anayasa Mahkemesine gitti. Niye bunu anlatıyorum? Eğer önümüze 367 ve Anayasa Mahkemesi engelli gelmeseydi bu gelenek -TBMM seçimi- devam ederdi. Biz bu engelin karşısında seçimleri üç-dört ay önceye aldık ve Anayasa’yı değiştirdik ‘Bundan sonra millet seçsin.’ dedik. ‘Ya, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi de nereden çıktı?’ diye düşünenler varsa onlara söylüyorum: Bir 2007’nin geçmişine bakın, Cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne çıkarılan engeller. 1999, başında başörtüsüyle Merve Kavakçı milletvekili oldu. Ali Fuat Başgil’in şu yazısını çok iyi biliyorum: ‘En iyi Anayasa, uygulanan Anayasa’dır; en kötü Anayasa uygulanmayan Anayasa’dır.” Bugünkü Anayasa’nın işimize gelen taraflarını başımızın üstünde taşıyıp da ‘Bu bana yaramaz bugün.’ diye Anayasa’daki hükümleri ertelemeye çalışmayı çok yanlış buluyorum”
– Yeni Anayasa
Neredeyse her başkan gibi Bülent Bey de yeni anayasa gerekliliği görüşünü şu sözlerle ifade etti: “Yeni bir anayasaya, çağdaş bir anayasaya, daha az maddeli bir anayasaya, temel haklar ve görevler noktasında özgürlükçü bir anayasaya elbette her zaman ihtiyacımız var ama bu Komisyon’un görevi bence yeni bir anayasa hazırlamak değil. Dolayısıyla ben bu konuyu bu kadarla kesmek istiyorum.”
– AYM, AİHM, KHK, Umut Hakkı, Genel Af
Arınç’ın son tavsiyeleri ise şu başlıklar içindi: “AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması bizler için bir gerekliliktir, bunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Bakınız, imzaladığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46’ıncı maddesi. 2010 yılında AYM’ye bireysel başvuru hakkını kabul ettik, mahkûmiyet hâlini de 311’inci madde Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yargılamanın iadesi olarak düşündük, kabul ettik, vesaire, şimdi ‘Biz bunları tanımıyoruz.’ diyebilir miyiz? Diyemeyiz, dememeliyiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine hak ihlalleri konusunda verdiği kararları dikkate almak, uygulamak zorundayız çünkü bu bizim ahdimizdir. 90’ıncı madde orada duruyor, 145’inci madde orada duruyor, vesaireleri orada duruyor. İfade özgürlüğünün güçlendirilmesi gerekiyor. Adil ve insan onuruna yaraşır bir infaz mevzuatına ihtiyaç var. -Feti Yıldız’a referansla- 15 Temmuz sonrasında belli bir şekilde yargılanıp da içeri girenler dörtte üç kapsamında kaldılar. Kadınlar, çocuklu kadınlar, öğretmenler, doktorlar, mühendisler, vesaire… Umut hakkı konusu Bahçeli’nin konuşmasıyla gündeme gelmişti, mutlaka uygulanmalıdır, yerine gelmelidir. Umut hakkı konusunda ‘Bu istifade edecek, bu edecek.’ diye düşünmeyelim, AİHM’in kararı belki on sene oldu umut hakkı konusunda. Genel bir affa zaruri bir ihtiyaç olarak bakıyorum. Özellikle, yargı konusundaki güvensizliğin, hak ihlallerinin had safhaya ulaştığı bir zamanda umumi bir affın sınırları, kapsamı ve geçerlilik tarihi -mesela 2023 olabilir- ve bazı suçlar kapsam dışında kalmak üzere mutlaka düşünülmesinde ve tartışılmasında fayda var. KHK ile ihraç edilenler büyük bir ıstırap yaşıyorlar. Ben damdan düşenlerin hâlini bilirim. Kendi en yakınlarımdan ağır cezalarda beraat etmiş insanların bugün görevlerini yapamaz hâlde olduklarını düşünüyorum.”
Köksal Toptan ve Önerileri
23’üncü TBMM Başkanı Köksal Toptan ise sürece verdiği desteği ve sürecin yarattığı fırsatları kısa ama kuvvetli bir konuşma ile ifade etti: “Altmış yılı geçen Parlamento hayatımda en heyecan verici, en cesaret verici günlerden birini yaşıyoruz. Anayasa’yla ilgili tartışmalara girmeyi doğru bulmuyorum, zor buluyorum. Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni, modern, özgürlükçü bir anayasanın yapılabilirliği, yapılabileceği konusunda bence herkese ümit vermektedir. Şahsen bana heyecan vermektedir çünkü yüz yıllık Cumhuriyet hâlâ bir anayasasını kendisi yapamıyor, bu olmaz, yakışık olmuyor. Önemli bir konuda yani anayasa yapımı kadar önemli bir konu olan terörle mücadele konusunda geldiğimiz nokta bizi cesaretlendirmektedir, cesaretlendirmelidir.”
– Siyasetin Getirdiği İmkânlar
Köksal: “Şu anda İYİ Parti dışında bütün partilerin, Parlamento’da bulunan bütün partilerin katıldığı, sivil toplumun önemli unsurlarının yer aldığı platform Türkiye’nin önüne yeni imkânların koyulmasını sağlamaktadır. Sadece bir başlangıç değil, yeni başlangıçlara kapı aralamaktadır. Sayın Bahçeli’nin yaptığı kolay bir şey değil, Sayın Erdoğan’ın yaptığı da kolay bir şey değil, diğer partilerin öyle mi? Onlar için de önemli. Yani bir ray değişikliği yapıyor Türkiye, bu önemli bir şey gerçekten, çok önemli bir şey. Bunu konuşarak yapıyor, çeşitli kesimleri bir araya getirmek suretiyle, onları dinleyerek yapıyor. Bence bu süreç bu iyi niyetle, bu her tarafın katkısıyla, bu heyecanla devam etmelidir, desteklenmelidir.”
Mehmet Ali Şahin’den Usul Tavsiyeleri
24’üncü TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, dönüm noktası olarak ifade ettiği süreç hakkında tavsiyelerini, İzgi ve Arınç’ın aksine, esasa girmekten kaçınarak usul tavsiyeleri üzerinde yoğunlaştırdı.
– TBMM’nin Görevi ve Usul İlkeleri
Şahin: “Türkiye uzun yıllardır, kırk yılı aşkın bir süredir. Enerjisini terörle mücadelede harcadı desek yanlış olmaz. Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak için, bunun siyasi ve hukuki altyapısını oluşturmak için Meclis ne yapar ne yapmalıdır? Türkiye’de demokrasi daha üst sıralara çıkacak ve Türkiye’de huzur ve barış içerisinde yaşayacağız, bunu amaçlıyoruz terörsüz Türkiye hedefiyle. Terörle Mücadele Kanunu’nda, İnfaz Kanunu’nda, diğer yasalarda nasıl bir değişiklik yapılmalıdır; o konuya girecek değilim, o sizin işiniz. Gündeminize hâkim olmanızı tavsiye ediyorum. Hariçten okunan gazellere fazla itibar etmemenizi tavsiye ediyorum. Komisyonun yol haritasını çizerken nitelikli çoğunluk şartı getirdiniz, çok isabet olmuş çünkü başka türlü yürünemezdi, geçmişte yürüyemedik. Usul, esastan önce gelir. Hayırlı işlerde acele etmek lazım, bu dinleme faslı bir an önce bitmeli. Bir an önce işin özüne girmelisiniz.”
– Suriye’de de Kardeşlik
Şahin’in dikkat çeken sözleri ise Suriye için beklenenin aksine olumlu mesajlar vermesiydi: “Bu model komşu ülkelerimizin de ihtiyaç duyduğu bir modeldir. Mesela Suriye’nin de ihtiyaç duyduğu bir modeldir. Şu anda Suriye’de hâlâ sancılar devam ediyor. O bakımdan şunu söylemek isterim: İnşallah, Komisyonumuz başarılı olacak, önerdiği hususlar Meclis tarafından yasalaştırılacak ve silah bırakma işlemleri, aldığım bilgiye göre devam ediyor, onu biraz daha hızlandırmak lazım ama bir taraftan da Meclis yani sizler bu çalışmalarınızı hızlandırmalı. Bu model eğer başarıya ulaşırsa inanıyorum ki komşu ülkeler, başta Suriye de bundan yararlanacaktır. Bizde oluşacak, bizim elde edeceğimiz, bizim ulaşacağımız bir kardeşlik, demokrasi kültürünün Suriye’de de oluşmasını arzu ediyoruz, bu konuda böyle bir görevimizin de olduğunu düşünüyorum.”
– Siyasi Rekabet
Şahin’in son uyarısı ise partilerin pozisyonu üzerine oldu: “Tabii ki hepinizin siyasi partileri var, mensup olduğunuz partiler var ama siyasi tartışmalardan bağımsız kalabilmeye özen göstermeliyiz, Komisyon çalışmaları partiler arası rekabetin malzemesi hâline getirilmemeli.”
Cemil Çiçek Metaforları
25’inci TBMM Başkanı Cemil Çiçek, metaforlar ve özlü sözlerle dolu konuşmasına Bahçeli, Erdoğan, Özel ve diğer liderlere teşekkür ederek başladı.
– Meclis’in Değeri
Meclis’in Cumhuriyet’ten önce kurulduğunu, savaş yönettiğini bunun dünyada bir ilk olduğunu hatırlatan Çiçek, Meclis’in değerinin takdir edilemediğini şu sözlerle ifade etti: “Bu Meclis’in önemi hakkında bilgi sahibi değiliz, gerekli saygıyı göstermiyoruz. Biz göstermeyince başkaları da göstermiyor. Milletimiz bu Meclis’e ‘Milletin hacet kapısıdır.’ der. Demek ki bu toplumun hacet kapısı bu Meclis’tir. Bunun kıymetini iyi bilmek lazım. Böylesine önemli bir konuyu, parça tesirli, matruşka gibi iç içe geçmiş böylesine devasa bir sorunun bu çatı altında konuşulmuş olması, konuşulacak ve çözüme kavuşturulacak olması fevkalade önemlidir.”
– Komisyonun Görev Alanı
Komisyon’un görev alanının sınırı hakkında şöyle konuştu: “Bir karar vermemiz gerekiyor. Her konuyu konuşursak hiçbirimizin ömrü yetmez, çok konuyu konuşursak da gerekli verimi alamayız. O zaman bir konuyu konuşmamız lazım, bunu da iyi tanımlamamız lazım. Değilse her konuyu konuşmaya gayret ettiğimizde burada başka türlü sıkıntılar çıkar, zaman uzar, bir sonuca varma imkânımız da.” sözleriyle ifade eden Çiçek, bu girişimin başarısız kalması durumunda ortaya çıkacak riski ise şu cümlelerle ifade etti: “Böylesine önemli konuyu burada konuşur, sonuçlandıramazsak o zaman vatandaş bize der ki ‘Konuşuyorsunuz, konuşuyorsunuz, hiçbir netice çıkmıyor.’ Gelin, bu defa bir netice çıkaralım. Bir netice çıkarabilmek için de evvela bu sorununun bir tanımlamasını yapalım.”
– Odak Noktası
Çiçek, geniş bir izahatla Komisyon’un odak noktası tartışmaları hakkında: “Değerli Başkanlarımız sabahleyin değişik konulara temas ettiler; af, şartlı tahliye, Anayasa. Hepsi doğru, hepsi önemli ama bu Komisyon bir anayasa hazırlık komisyonu mu, buna bir karar verelim. Bu Komisyon, ileride çıkarılması muhtemel infaz yasalarıyla ilgili bir öneri komisyonu mu? Onu Adalet Komisyonu’nda da yapardık. Niye burada yapıyoruz? Bu noktada kafasındaki durumu netleştirememiş ve durumun hassasiyetini anlayamamış konuşmalar oluyor. Bu da bu Komisyon’un yapacağı çalışmalarla ilgili tereddütlere sebebiyet veriyor. Bu Komisyon’daki konuşmaların hepsi doğrudan konuyla alakalı olmalıdır.”
– Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi
Çiçek, Bernard Lewis’e referansla: “Yanlışı konuşup, kabul etmezsek doğruyu bulma şansımız yok. Eğer herkes ‘Kendi yaptığım, %100 doğrudur.’ derse ortada yanlış yok -demektir- yanlış yoksa neyi konuşuyoruz?” Meselenin doğru tanımının gerekliliğini, sonra da ihtiyaçları ifade eden Çiçek, “Belli ki ciddi problem var: Bir defa, millî dayanışma ihtiyacımız açık; ikincisi, kardeşliğe ihtiyacımız var. Demek ki burada sıkıntılar var. Üçüncüsü, demokrasimizde sıkıntılar ve arızalar var. O masanın etrafında toplananların, bu sorunla doğrudan, dolaylı ilgisi olanların hepsinin nerede yanlış yaptığı konusunda kendi kafasında bir muhakeme etmesi, bir düşünmesi, bir vicdan muhasebesi yapması lazım.”
– Dil ve Üslup
Sürecin ihtiyacı olan dil ve üslup meselesine ise şöyle dikkat çekildi: “Eğer sadra şifa bir şey ifade edeceksek manşet çıkarmak için konuşmamamız gerekir. Üç şeyden kaçınmak lazım: Bir, bu konu bir hamaset konusu yapılamaz, hamaset konusu yaparsak işi çıkmaza sokarız. İki, husumet konusu da yapılamaz. Üç, gerçek neyse hoşumuza gitse de gitmese de onu olduğu gibi kabul edip çaresine, ilacına, derdine ona göre bakmamız lazım. Dört de bu, partiler üstü bir konudur, iç siyasetin malzemesi yapılmaması lazım gelir.”
– Niçin Geciktik?
Çözümün bugüne kadar gecikmesini ise şu cümlelerle eleştirdi Çiçek: “Peki, nerede yanlış yaptık da bugüne kaldı. Dünyadakilerde çözüm bulmak kolay olmuş. Biz, terör meselesini bir asayiş ve güvenlik meselesi kabul edip bir hükûmet meselesi olarak kabul etmişiz. Hâlbuki hiç de öyle olmadı, olmamış.” diyerek tekrar uslup meselesine dönüp şunları ekledi: “Bu tarihten evvel bu ülkede herkes herkesle ilgili çok şey söyledi, üstelik de çok incitici tarzda söyledik, çok ağır söyledik. Çözeceksek onları bugüne getirmenin bir anlamı yok. Yine güzel bir sözümüz var: Her vaktin vacibi farklıdır. Bugünün vaciplerini dikkate alarak, yani uyulması gereken konuları dikkate alarak ilerlemeliyiz.”
– Küçük Adımlar
Meselenin odağının, zaman yönetimini, adım sıralamasını önemli olduğunu ifade eden Çiçek: “Evvela uygunsa güven artırıcı, küçük işlerden başlayalım. En büyükten başlarsak bir süre sonra onu da çözüme ulaştıramazsak, demek ki bu Komisyon da bir şey yapamıyor, -denir- son ümitleri de tüketiriz. Küçük küçük işlerden başlayalım. Dış politikada da böyle başlanıyor, ‘istikşafi görüşmeler’ deniyor. Evvela konunun bir tanımlaması yapılıyor, sorunlar tespit ediliyor, sonra güven artırıcı önlemler üzerinden ana soruna doğru gidilmeye çalışılıyor. En sonda yapacağımızı en başa almaya çalışırsak o takdirde belli ki çok ciddi sıkıntılarımız çıkar.”
– ETA, İRA, Sri Lanka
Çiçek, sürece kendi desteğini ve dış desteğin önemini şu sözlerle kayda geçirdi: “IRA işine bakın, onlarınki demokratik çözümdür. Eğer biz IRA’daki çözüm gibi, ETA’daki çözüm gibi bir çözüm bulacaksak dış destek önem arz ediyor. Yok, Sri Lanka gibi vurup kırıp çözeceksek o ayrı bir şey, o bizim gündemimizde ne olur ne de olmalıdır. Biz, demokratik süreçler içerisinde, bir hukuk devleti mantığı içerisinde, hukuku öne alarak, önceleyerek bir çözüm arayacaksak benim tespit edebildiğim, dış destek kesilmeden IRA da bitmedi, ETA da bitmedi, onu bir bilmemiz lazım.” diyerek bölgesel perspektife vurgu yaptı.
– Genel, Eşit, Adil
“Komisyon ‘Biz Meclisiz.’ deyip tek başına değil, devletin diğer organlarıyla da en azından bilgi alışverişinde bulunarak, onların tavsiyelerini de dinleyerek, değerlendirerek adım atmalı” diyen Çiçek, Özal dönemi demokratikleşme adımlarına referans vererek yapılacak bir düzenlemenin kapsayıcılığı ile sözlerini bitirdi: “Avrupa Birliği süreciyle ilgili birçok reformlar yapıldı. Yeter mi? Yetmez işte, neticede onları da gidereceğiz ama şimdi geldiğimiz noktada eğer terörün bitirilmesiyle ilgili bir düzenlemede genel, eşit, adil bir düzenleme yapılmayacaksa bu defa başka takıntılar, başka sıkıntılar çıkabilir. O 1973’teki af meselesinde ‘Şunları affedelim, bunları etmeyelim’ Sonra bir kaos falan çıktı, bunlara da iyi bir bakmak gerekiyor.”
İsmet Yılmaz ve Hatırlatmalar
26’ncı TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, gelinen aşamanın önemini, “Kırk yıldan fazla bir süre geçti, bu süre içinde her düşünceyi temsil eden partiler bir şekilde ülke yönetiminde görev aldı. Ancak bu sorunun çözümünde bugün gelinen aşama önemli bir aşamadır, bu aşamanın iyi değerlendirilmesi gerekir.” sözleriyle ifade ederek konuşmasına başladı.
– AK Parti ve Kürtler
Yılmaz, tıpkı Binali Yıldırım’ın yapacağı gibi konuşmasının önemli bölümünü AK Parti’nin Kürt Meselesi ve Alevilik mevzuunda yaptığı iyileşmelere ayırdı. Bu kısmın girişi şu sözlerleydi: “Demokrasi, temelde çeşitli düşünceleri uzlaştıran ve farklılıkları hoş gören bir rejimdir, farklılıkları tehdit değil zenginlik olarak görmek demokratik kültürün gereğidir. Demokrasinin bir ülkede yerleşebilmesi için hem iktisadi gelişimin hem de kültürel değişimin olması gerekir. Türkiye bu gelişimi ve değişimi sağladı; siyaset anlayışı değişti, hizmet anlayışı değişti, özgüven arttı, özgürlükler de arttı.”
Ahmet Kaya’nın yaşadıkları, TRT Kürdi’inin kuruluşu, Kürtçe isimlendirmelen yapılabilmesi, Nevruzun normalleşmesi, Kürtçe kursların açılması, Kültür Bakanlığının Kürtçe eser yayınları, Kürtçe Zazaca enstitüler ve Kürt Dili bölümlerinin açılması, Kürtçe, Zazaca seçmeli ders uygulaması, ana dilde seçim propagandası yapma yasağının kaldırılması, ana dille savunma hakkının tanınması Yılmaz’ın hatırlattığı AK Parti döneminde yapılan iyileştirmeler idi.
– AK Parti ve Aleviler
Yılmaz, Alevilik mevzunda ise; Aleviliğin müfredata dâhil edilmesi, Alevi çalıştayları, Cumhurbaşkanı’nın muharrem iftarlara katılımını, cemevleri ziyaretleri, İnönü Üniversitesi Alevilik Araştırma Enstitüsünün açılması, cemevlerinin içme sularının ücretsiz verilmesi, belediyelerin yer tahsisi, cemevlerinin elektrik giderlerinin Bakanlıkça karşılanması, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının kurulmasını hatırlattı. “Yapılan bu düzenlemeler ve hayata geçirilen uygulamalar, artan özgürlükler Türkiye’yi zayıflatmamış, aksine güçlendirmiştir.” diyen Yılmaz, “Bugüne kadar demokrasi yolunda birçok adım atıldı, hâlen atılması gereken adımlar da var. Komisyon’un yürüteceği çalışmalarının en önemli hedefi, hiç kuşkusuz, barış ve kardeşlik ikliminin inşasıdır. Komisyonumuzun siz değerli üyelerinin bütünleştirici ve birleştirici tavrıyla birlikte her bir vatandaşımızın kendini eşit, güvende ve değerli hissettiği, barış ikliminin tesisini sağlamak hepimizin ortak sorumluluğudur.” dedi.
– Usul Tavsiyeleri
Yılmaz’ın usule ilişkin önerileri ise; Komisyon’un dikkatini dağıtacak diğer siyasi tartışmalardan uzak durması, ötekileştirici, dışlayıcı ve kimlikleri hedef alan üsluptan uzak durularak barış iklimine uygun bir dilin kullanılması, partiler üstü ortak bir akılla hareket edilmesi, hayırlı işlerin geciktirilmemesi, silah bırakma sürecinin zamana yayılmasının önlenmesi şeklinde oldu.
– Suriye Uyarıları
Yılmaz, uyarılarını ise: “Suriye’deki sürecin, yapıların ve tartışmaların terörsüz Türkiye hedefini zehirlemesine de fırsat verilmemelidir. İç barışını sağlamış bir Türkiye, sadece Kürtler için değil bölgedeki tüm halklar için örnek teşkil edecektir. Son olarak, Komisyon’un çalışmaları neticesinde ortaya çıkacak hukuki çerçevenin de yeni bir tartışmaya yol açmayacak şekilde siyasi gerçeklikleri ve toplumsal dengeleri gözeterek iyi tanımlanması gerekir.” sözleri ile kayda geçirdi.
– İsmail Kahraman ve Demokrasi
27’nci TBMM Başkanı İsmail Kahraman, sözlerine demokrasi eleştirisi ile başladı: “Demokrasi ideal bir rejim değil, rejimlerden biridir. Sofokles’in bir sözü var, diyor ki: ‘Demokrasi, iyi hükûmet şekilleri içerisinde en kötüsü fakat kötülerin iyisidir.’ İdeal sistem kul için mümkün değil, artı sonsuzda ona doğru yürünür ama elimizden geldiği şekilde huzuru sağlayacak tarzda, insan onurunu ve hukuk ilkelerini hiçe saymayacak tarzda bir yürüyüşü yapmak da bizim borcumuzdur.”
Kahraman sürece desteğini, “Kendi içimizden, kendimiz ruhumuzla, inancımızla, samimiyetle bu mevzuya girersek ‘evelallah’ çözeriz diyorum. Bütün gayret veren, eklenti veren kişileri, kurumları, şahısları tebrik ediyorum. İsme uygun -Millî Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi; güçlü, güzel bir sacayak- bir neticeye ulaşılmasını niyaz ediyorum.” sözleri ile ifade etti.
Binali Yıldırım ve İlk Üç Madde
28’inci TBMM Başkanı Binali Yıldırım Cumhuriyet’in nitelikleri ve Anayasa’nın değiştirelemez maddelerine ısrarlı hassasiyet vurguları ile diğer konuşmacılardan kendini ayrıştırmış oldu. Sürece İyimser bakışını ifade eden Yıldırım; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Özgür Özel, DEM Parti Eş Başkanları ve diğer bütün parti başkanlarına teşekkürle sözlerine başladı. Meclis’teki %95’lik temsile dikkat çekti.
– İlk Üç Madde, Vatandaşlık, Yerel Yönetimler
Yıldırım konuşmasının girişini Türkiye Cumhuriyeti devletinin kırmızı çizgileri, vatanın sınırları, devletin üniter yapısı, cumhuriyetin temel esasları, Anayasa’nın ilk 4 maddesi’ne ayırdı. “Bizim için esas odur ki bu ülkenin her vatandaşı etnik kökeni, dili veya mezhebî ne olursa olsun eşit yurttaştır. Hepimiz aynı vatandaşlık bağıyla eşit haklara sahibiz, bu nedenle vatandaşlık tanımının kapsayıcı bir şekilde gözden geçirilmesi, güncellenmesi, bütün unsurları kucaklaması önemli bir adım olacaktır. Etnik kimlik esasında değil, anayasal vatandaşlık vazgeçilmez bir hakikattir ama bu hakikat asla üniter devlet yapımızla, Anayasa’mızın ilk 4 maddesiyle çelişmemelidir, çelişemez, bilakis o temeller üzerinde daha da güçlenir.” diyerek Sayın İzgi gibi vatandaşlık tanımına bir çerçeve getiren Yıldırım, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin üniter devlete tehdit değil olmadığını, “âdem-i merkeziyet” olarak da tanımlanan bu yapının bütünleşmeyi arttıracağını ifade etti.
– İnkâr ve İhmal
“İnkâr ve ihmal politikaları maalesef gündemdeydi. İnsanların dili, kimliği yasaklandı, köyler boşaltıldı, OHAL rejimleriyle bölge geri kaldı, devlet ile vatandaş arasındaki güven bağı çok zayıfladı. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında biz bu yanlış gidişe “Dur!” dedik, yasakları kaldırdık” diyen Yıldırım, tıpkı İsmet Yılmaz gibi AK Parti döneminde Kürt meselesi hakkında atılan adımları tek tek ve geniş bir şekilde saydı. Yılmaz’a ek olarak 5233 sayılı Kanun ile terörden doğan zararların karşılanmasını, Çözüm Yasası olarak bilinen 6651 sayılı Yasayı ve İnsan Hakları Eşitlik Kurumu’nu konuşmasına ekleyen Yıldırım, terör ve kalkınma arasındaki olumsuz korelasyonu ise şöyle açıkladı: “1923 yani Cumhuriyet’in kuruluşu ile 2002 arasında Türkiye’nin yıllık büyüme oranı ortalama %4,7. Bu oran 2003-2020 arasında %5,4. Şu aradaki 0,7’lik fark terörün ülkemize faturasıdır. Yüz yıl boyunca eğer %5,4’le büyümüş olsaydık bugün Türkiye’nin gayrisafi millî hasılası 1,2 trilyon değil 2,1 trilyon olacaktı yani kişi başına millî gelir 15 bin dolar değil 30 bin doların üzerinde olacaktı. Bölge nüfusu Türkiye’nin %16’sını oluşturmakla beraber son yirmi yılda kamu yatırımlarından aldığı pay %26 olmuştur. Burada bölgeye pozitif bir ayrımcılık sağladığımızın da açık ispatıdır. 2002-2023 arasında bölgeye yapılan yatırımların toplamı 2 trilyonu aşmıştır.”
Yıldırım, “Kürtler de Türkler de bu milletin asıl unsurudur. Aslında ‘Problemi olmayan deliler ile ölülerdir.’ derler. Hâlbuki biz onların dünyasına girmediğimiz, giremediğimiz için bilemiyoruz. Bir girebilsek onların da ne kadar sorunu olduğunu elbet öğrenebiliriz.” diyerek önceki konuşmacılar gibi yeni sivil, katılımcı bir Anayasa’nın öneminin altını çizdi.
– Suriye Uyarısı
Terörün ekonomik maliyetini: “Türkiye terör yüzünden 2 trilyon dolar kaybetti. Bugün diyoruz ki gayri safi millî hasılamız 1 trilyon 200 milyar lira. Bu, yalnızca ekonomik değil, tarihî bir sıçrama fırsatı olacak. Şunu da açıkça ifade etmek isterim: Sabotajların, provokasyonların, kirli senaryoların da elbette ki olacağını farz ediyoruz ama bir olursak, beraber olursak, kardeş olursak bunların hiçbirine yol vermeyiz.” sözleriyle açıklayan Yıldırım, Suriye hakkında ise: “Suriye’de, Suriye’nin kuzeyindeki SDG, YPG ve PYD yapılanması; silahsızlaştırma yapılmazsa, kendi başına yerel devlet, hükûmet gibi hayallerinden vazgeçmezse yapılan bu çalışmaların hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. PKK ismi kaybolur ama başka isimlerle terör belası bizim önümüzde durmaya devam eder. Özetle, yapılan çağrı yalnızca PKK ile sınırlı değil ve onunla ilintili tüm silahlı unsurları kapsamalıdır. Terörün kökten sona ermesi bütün bu yapılar sahneden çekildiğinde mümkün olacaktır. Bu yüzden, bir yandan silah bırakma çağrısının konuşulması, diğer yandan da aynı unsurların Suriye’de özerklik hayaliyle desteklenmesi kökten bir çelişkidir.” ifadelerini kullandı.
Eşit vatandaşlık, eşit yurttaşlık vurgusundan sonra Yıldırım’ın son sözleri “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet; ebet müddet.” oldu.
Mustafa Şentop ve Süreçlerin Muhasebesi
29’uncu TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un konuşmasının ayırt edici yönü başarısız süreçleri analiz etmesi oldu. Terörsüz Türkiye sürecinin bu Komisyon sayesinde ilk kez kurumsal ve kapsayıcı bir zemine kavuştuğu vurgusundan sonra, 2013-2015 yılları arasındaki “çözüm süreci”, 2009 Oslo gizli görüşmelerini, “Bu sayede ilk kez devlet temsilcileriyle Abdullah Öcalan ve HDP siyaseti arasında diyalog kanalları açıldı, akil insanlar heyeti aracılığıyla kamuoyu desteği aranması gibi yenilikçi yöntemler denendi. Bu sayede çatışmasızlık ortamı sağlanmış, yaklaşık iki yıl boyunca kan dökülmesinin önüne geçilmişti.” sözleri ile hatırlatan Şentop, başarısızlık sebeplerini ise şöyle analiz etti: “Neden başarısız oldu? Birinci olarak, süreç toplumsal ve siyasi açıdan tam anlamıyla sahiplenilen bir politika hâline maalesef gelememişti. Bu, barış çabasının toplumun sadece bir kesimi ve belirli siyasi aktörler tarafından taşındığı geniş tabanlı bir mutabakatın eksik kaldığı anlamına geliyordu. İkinci olarak, sürecin kanuni ve kurumsal çerçevesi yetersizdi. Bütün kesimlere güven verebilecek mekanizmalar oluşturulamamıştı, bu durum şeffaflık ve güven sorunları yaşanmasına zemin hazırladı. Üçüncü olarak, öngörülen, beklenen adımlar atılmadı. PKK silahtan tam anlamıyla vazgeçmedi. O tarihlerde bazı güvenlik bürokrasisi içi odakların, özellikle FETÖ yapılanmasının süreci sabote ettiği de müşahede edildi.”
– Kapsayıcılık, Kurumsallık, Sabır
Bu tespitler sonrası ise Şentop şu sözlerle tavsiyelerini ifade etti: “Özetle, geçmiş çözüm sürecimiz bize şunu göstermiştir: Barışı sağlamak için sadece iyi niyetli başlangıçlar yetmez; sürecin kapsayıcı, şeffaf, kurumsal ve çok boyutlu olması ve sabırla yürütülmesi gerekir. Komisyon tam da bu eksiklikleri gidermek için çok önemli bir fırsattır. Bütün partilerin temsilcileriyle, katılmayanlar olsa da kahir ekseriyetin iştirakiyle 51 üyeli bir komisyonun Meclis çatısı altında çalışmaya başlaması barışı kişisel inisiyatiflerden çıkarıp kurumsallaştırmak adına çok önemli ve değerli bir adımdır. Bu bakımdan, komisyon çalışmalarının şeffaf ve açık şekilde yürütülmesi çok önemlidir, sadece hükûmet veya sadece güvenlik birimleri değil, siyasi partiler, sivil toplum, akademisyenler, gerektiğinde kanaat önderleri bu sürecin parçaları olmalıdır. Yapılanlar ve yapılmak istenenler, yapılamayacak olanlar açık yüreklilikle milletimize anlatılmalı, toplumun farklı kesimlerindeki endişeler ve sorular giderilmeli, bu güçlü siyasi destek tatmin edilmiş güçlü toplumsal desteğe dönüştürülmelidir. Terörsüz Türkiye hedefi sadece toplumun belli kesimlerinin omuzlayamayacağı kadar büyük bir hedeftir, buna hep birlikte topyekûn sahip çıkmalıyız. Terörsüz Türkiye hedefi uzun soluklu bir projedir, seçim takvimlerine veya günlük politikalara kurban edilmemelidir. Bütün partiler barış hedefini stratejik bir devlet meselesi olarak görmeli ve kısa vadeli kazanç uğruna riske atmamalıdır, bu da ancak sürecin şeffaf, hesap verebilir ve Meclis denetiminde olmasıyla mümkündür.”
– Vakit Gelmiştir
Şentop, sürece desteğini ise şu şekilde kayda geçirdi: “Her şeyin bir vakti, zamanı vardır. İşte o zaman, bu zamandır, bu vakittir. Birçok tecrübe sonucu bir ortam, bir iklim meydana gelmiştir. Vaktin ve iklimin kıymetini bilelim, bu tarihî fırsatı değerlendirebilmek için büyük bir dikkat ve titizlikle çalışalım. Türkiye bugün önceki tecrübelerden çok daha farklı bir durumdadır. Her bakımdan imkân ve kabiliyetlerimiz, bölgesel ve uluslararası alandaki gücümüz, etkimiz, terörle mücadelede bizzat ürettiğimiz imkân ve araçlar tarihimizin uzun dönemlerinde hiç olmadığı kadar ileri bir seviyededir. Esasen, terörü ülke sınırları içinde fiilen bitirmiş, sınırlarımızın ötesinde de etkili bir mücadele sürdürmüşüz ve sürdürebilecek durumdayız. İşte, böyle bir noktada Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi için yola çıktık. Bunun tek sebebi vardır; yıllar içinde bazı yanlış uygulamaların, bölgesel gelişmelerin ve terörün yüzyılları aşan kardeşliğimizle açmaya çalıştığı yaraları kucaklaşarak ortadan kaldırma arzusudur. Şu herkes tarafından görülmüştür ki terör yoluyla kazanılabilecek hiçbir şey yoktur. Bu coğrafyada bir arada yaşadık, bir arada yaşamaya devam edeceğiz. Tarihin küçük kesitlerinde bölgeye uğrayan yabancı unsurların kalıcılığı asla olmamıştır, olmayacaktır ama biz kendi sorunlarımızı bizzat kendimiz çözmezsek başkalarının bu sorunları istismarına fırsat vermiş oluruz. Yola hangi şartlarda çıktığımızın ve geçmiş tecrübelerimizin unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.”
– 27 Şubat Çağrısı
Şentop’un 27 Şubat çağrısının kapsaycılığı hakkındaki yorumu ise: “PKK’nın Türkiye dışındaki uzantıları da silah bırakma çağrısının muhatabıdır, Abdullah Öcalan’ın çağrısının da bu kapsamda olduğu görülmektedir. Bu çağrıların zorlama yorumlarla etkisizleştirilmesine müsaade edilmemelidir. Türkiye sınırları içinde feshedilen bir örgütün sınırımızın hemen ötesinde başka isimlerle devam ettirilmesi, sürecin hedefine varmasının önünde en büyük engeldir.” şeklinde oldu.
– Tavsiyeler
Süreç yönetimine ilişkin tavsiyelerini, PKK’nın ve diğer terör unsurlarının silah bırakması sürecinin iyi planlanması, atılacak adımların somut bir takvime bağlanması, her adımın takip edilmesi şeklinde yapan Şentop: “Çağrılara ve taahhütlere uyulduğunun görülmesi sürece duyulan güveni artıracaktır. Örgütün bekle-gör politikası izlememesi ve silah bırakma sürecini zamana yaymaması hususunda bütün siyasi partilerimizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi sürecin başarısı için kritik önemdedir.” sözleri ile yaptı.
– Yasal Düzenleme Çerçevesi
Şentop’un dikkat çeken bir teklifi ise, “Bu konudaki hukuki düzenlemelerin örnekleri tarihimizde de mevcuttur. Şeyh Sait İsyanı sonrası çıkarılan 9 Mayıs 1928 tarihli ve 1239 sayılı Kanun, atılan güven verici adımlardan sonra hukuken neler yapılabileceği konusunda bize ipuçları verebilir.” şeklinde oldu.
Yapılacak düzenleme için: “Hukuki düzenlemelerin teknik düzeyde kalmaması, siyasi gerçeklikleri ve toplumsal dengeleri gözetmesi sürecin zeminini sağlamlaştıracaktır. Bu anlayışla oluşturulacak hukuki çerçeve siyasi tartışmaları azaltacak, güven inşa edecek, barış ve birlik zeminini güçlendirerek uzun vadeli ve kalıcı olmasını sağlayacaktır. Silahların bırakılması konusundaki somut yol haritasının ve uygulamanın kilit nokta olduğu kanaatimi tekrar ifade etmek isterim.” dedi.
– Müstakil Yasa
“Müstakil bir yasa mı, yoksa mevzuata ek düzenlemeler mi doğru olacak?” sorusunu soran Şentop’un kendi sorusuna cevabı: “İkisi de düşünülebilir. Burada özellikle konumuz ve güncel konu çerçevesinde bir düzenlemenin ilkeleri belirlenebilir ve ilk adım olarak müstakil bir düzenlemeyle yola çıkılabilir. Bu düzenlemenin de az önce atıf yaptığım 1928 tarihli Kanun’da olduğu gibi, kesin ve geri dönüşsüz bir af yerine belli bir süreye bağlı olarak hukuka uygun davranışın takibi suretiyle kesinleştirilebilecek şartlara da bağlanması, infazın veya soruşturmanın ya da kovuşturmanın tecili şeklinde yapılması da söz konusu olabilir ancak örgütün tasfiyesi çerçevesinde konunun sadece kriminal boyutlar içinde ele alınmasının yeterli kalmayacağı kanaatindeyim” şeklinde oldu.
– Kapsayıcı Barış
Şentop’un son uyarıları, düzenlemelerin genelliği üzerine oldu: “Komisyonumuzun adında da yer alan demokrasimizin ve hukukumuzun standartlarının geliştirilmesinin ve istikrarlı hâle getirilmesinin, toplumsal barışın herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesinin gerektiği kanaatindeyim. Bu, tabii, daha sonraki bir adım olarak görülmelidir. Zira, Komisyonun odağının dağıtılması esas konunun da müzakere edilememesi sonucunu doğurabilir. Türkiye, dikkatle çalışılmış, ölçüleri sağlam ve net bir şekilde konulmuş, toplumsal barış ve toplum ile devlet barışması konusunda bir adım atmak zorundadır. Bütün vatandaşlarımızın eşit, başka hiç kimseden farksız olarak devlete ve topluma aidiyetini hissetmesini sağlayacak bir kucaklaşmayı gerçekleştirmeliyiz. Bu, belki de yeni anayasa bağlamında görüşülecektir. Adaletin tam olarak sağlanması, toplumsal vicdanda tatmin edici bir meşruiyetin oluşması için bu önemlidir.”
Değerlendirme
Başkanların çok önemli bir kısmının siyasi parti geçmişleri ve aidiyetlerine takılmadan samimi, derinlikli, dobra bir şekilde görüşlerini ifade ettiği bu oturumda sarf edilen görüşlerin kamuoyunda yeterince konuşulup tartışılmadığı, yazılıp çizilmediği düşüncesiyle bu oturumdan notlar aktaran bu yazıyı kaleme almak istedim. Yazı, Başkanlara ve Başkanların ortaya koyduğu duruşa saygının gereği olarak bir değerlendirme ve analiz içermiyor. Onlarca yıllık siyaset ve devlet tecrübesinden süzülerek burada ifade edilen her bir satır görüşün sadece komisyon değil, kamuoyu, karar alıcılar, akademisyenler tarafından da hak ettiği bir şekilde değerlendirilmesini umduğumu ifade etmek isterim.