[23 Mayıs 2021] Yıllarca anlatmaya çalıştım. Biz eski solcular, sosyalistler, komünistler insanlığın kurtuluşu diye yola çıktık. Daha ileri bir demokrasiye inandık. İllâ devrim dedik. Derken özgürlük yerine diktatörlük ve sonra çöküş geldi.
Sonra bu sefer İslâmın ve İslâmcılığın yükselişi başladı, Marksizmden doğan boşlukta. Acaba bunların başına neler gelecek diye izlemeye başladım, bir yerden itibaren. Bizim yaşadıklarımızdan dersler çıkarırlar mı diye düşündüm. Paralellikler çizdim. Sorular sordum. Böyle bir yığın yazım çıktı, eski Taraf’ta ve sonra Serbestiyet’te.
Kim okudu, kim aldırdı, hiçbir fikrim yok. Yalnız bir mektup aldım, bütün Türkiye’nin Sedat Peker’i konuştuğu şu günlerde. Besbelli, memleketin dindar-muhafazakâr mahallesinden. Tam bir çığlık, bir feryat gibi algıladım. Giriş ve selâm-sabah faslından sonrasını aynen yayınlıyorum.
Komik olan ne, biliyor musunuz hocam?
Yok irtica, yok bilmem ne deniliyordu ya.
Yani [bu hareket] iyi ve kötü bütün taraflarıyla eski Türkiye’nin alternatifiydi.
İster olumlu anlamda: demokratikleşme ve zenginleşme olarak.
İster olumsuz anlamda: daha dindar çizgisi veya, ileri götürelim, yobaz, irticaî denen faaliyetleriyle.
Gide gide vardığı yer eski Türkiye oldu.
Karanlık, otoriter, anti-demokratik, mafyatik.
Yani bazı salaklar da boşuna korkmuş; oysa iktidarı ve parayı paylaşmaya, paylaştırmaya başlayınca çözülüyormuş her şey.
Tabii biz de salakmışız.
Ülkü, ideal, şu bu derken, güç zehirlenmesinin kirli ilişkilerin istikameti bozacağına inanmadığımız, belki bilmediğimiz için, görmedik de.
Geç gördük.
Mübarek olsun, boy attık!
Artık o kadar cahil değiliz.
Kirlenerek tecrübelendik.