spot_img
Ana SayfaManşetMilli spor (*)

Milli spor (*)

2010’un YAE’çilerini haşin bir dille mahkûm edenler, bugün Cumhur İttifakı’na karşı -farkında olarak ya da olmayarak- YAE’çi bir pozisyona tutunmuş durumdalar. Bilhassa 2019 yerel seçimlerini YAE’in bir zaferi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Umarım döne döne YAE’çileri dövmeyi milli spor haline getirenler de bunu görür ve hayatın kendilerini de bir YAE’çi yaptığını kendilerine itiraf edebilirler.

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde silahlı kuvvetlerin sivil yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül 1980 darbesinden tam 30 yıl sonra, 2010’da yine bir 12 Eylül günü, darbe anayasasının bazı maddelerinde değişiklik yapmak üzere sandığa gitti. Anayasa değişikliği tartışmaları etrafında üç tavır gelişti: Evet, Hayır ve Boykot.

AK Parti, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi, değişikliği savunan “Evet” tarafındaydı. CHP ve MHP ise, “Hayır” cephesini temsil ediyordu. HDP’nin selefi BDP ise aktif bir “Boykot” kampanyası yürütüyordu. “Evet” destekçilerinin başını AK Parti çekmekle birlikte, bazı liberal ve sol kimlikleriyle bilinen kesimler de, anayasa değişikliğine destek veriyor ve duruşlarını “yetmez ama evet” (YAE) sloganı ile açıklıyorlardı.

“Yetmez ama evet” sloganı kamuoyunda çok tuttu ve anayasa tartışması çoğunlukla bu sloganın taraftarları ile karşıtları arasında cereyan etti. “Hayır” ve “Boykot” savunucuları, doğrudan evet diyenlerden ziyade, iktidarın dümen suyuna girdiklerini düşündükleri YAE’çileri hedef aldılar.

Bütün kötülüklerin anası

Aradan on yıl geçti ama bu tutum değişmedi. Ülkenin hak ve özgürlük karnesini kötüleştiren bir adım atıldığında ya da mevcut iktidar demokrasiyi ve hukuk devletini tahrip eden bir hamle yaptığında, Hayırcılar ve Boykotçular dönüp YAE’çilerin üzerine çullandılar, çullanıyorlar. Görünen o ki, gelecekte de bu tartışma sürecek ve bu pilav daha çok su kaldıracak.   

Son günlerde YAE tartışması yeniden alevlendi. O dönemin bazı YAE’çileri yanlış yaptıklarını söylediler, özür dilediler ve diğer YAE’çilerin de özeleştiride bulunması gerektiğini belirttiler. Bunun üzerine halk oylamasındaki Hayırcılar ve Boykotçular, herhalde psikolojik üstünlüğü de ele geçirdiklerini sanarak, aslında hiç kapatmadıkları YAE defterini bir daha açtılar. Ve hâlihazırda yaşanmakta olan bütün kötülüklerin müsebbibi olarak gördükleri YAE’çileri yeniden topa tuttular.

12 Eylül referandumunda “Evet” tercihinde bulunan biri olarak, bu tavra ilişkin iki hususu belirtmek isterim: Birincisi, anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgilidir. Demokrasilerde bir anayasal değişiklik yapılması için halka başvurulduğunda, önünüze bir metin gelir. Metnin içeriğine bakar, önerinin daha iyi bir toplumsal durum yaratacağını düşünüyorsanız lehte, daha kötü bir netice doğuracağına kaniyseniz aleyhte bir tavır alırsınız. Yani, halk oylamalarında aslında iki tavır vardır: Evet ve Hayır.

Boykot: Mahcup bir hayır

12 Eylül 2010’da 26 maddelik bir değişiklik halkın önüne getirildi. Maddelere tek tek bakıldığında hiçbirinde hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına zarar verecek bir içerik yoktu. Aksine, darbecilerin yargılanmasına olanak veren ve vatandaşlara bireysel başvuru hakkını getiren değişiklik gibi, bazı maddeler 12 Eylül rejimini ve meşru siyasi aktörler üzerindeki vesayeti gerileten bir öze sahipti ve bu itibarla demokrasinin çıtasını yükseltiyordu. Salt bu maddeler için bile “Evet” verilebilirdi.

Hülasa Evetçilerin dayandıkları argüman açıktı. Buna mukabil Hayırcılar, hangi maddeye neden karşı çıktıklarını net bir şekilde ortaya koymuyorlardı. Daha ziyade teklifi getirenin kimliği ve niyeti üzerinden bir okumayla, genel geçer ifadelerle ve ezber suçlamalarla Hayır’ı temellendirmeye çalışıyorlardı. Boykot ise, her ne kadar afili bir kavram olarak dursa da, bu tartışma da gerçekte “mahcup bir Hayır”ın ötesinde bir anlam taşımıyordu. Boykotçular, Hayırcılar gibi açıktan 12 Eylül’ü savunur bir konuma düşmüyor ama nihayetinde tuttukları yol aynı durağa çıkıyordu.

Hülasa, Hayır ve Boykot’un zorunlu sonucu, 12 Eylül Anayasasına doğrudan veya dolaylı olarak dokundurmamaktı. 12 Eylül’ün ömrünü uzatacak bu tercihlerin o gün de yanlış olduğunu düşünüyordum, bugün de yanlış olduğunu düşünüyorum. Murat Belge’nin ifadesiyle “Ben kendi hesabıma, 12 Eylül yasamasını savunma gereği ya da ihtiyacı duymuyordum. Işığın geldiği gediği iki santim daha genişletebiliyorsan bunu yapmaya değer.”

2019 yerel seçimleri: YAE’in zaferi

Değinmek istediğim ikinci husus, 2010’un YAE’çilerini haşin bir dille mahkûm edenlerin, bugün Cumhur İttifakı’na karşı -farkında olarak ya da olmayarak- YAE’çi bir pozisyona tutunmalarıdır. Bilhassa 2019 yerel seçimlerini YAE’in bir zaferi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. 12 Eylül’de boykotçu olan birçok solcu ve Kürt, Cumhur İttifakı’nı durdurmak için tam anlamıyla benimsemedikleri ve içlerine sindiremedikleri Ekrem İmamoğlu’na ve Mansur Yavaş’a oy verirken buldular kendilerini. 

Şüphesiz onlara sorsanız, İmamoğlu’nun veya Yavaş’ın fikirlerinin ya da hayat tasavvurlarının kendileri için “yetmez” olduğunu beyan ederler “ama” hemen arkasından, anti-demokratik gidişi sonlandırmak için güçleri birleştirmek gerektiğinden bahseder ve yetersiz olsa da bu aktörlere “evet” demenin ne kadar doğru bir siyaset olduğunu eklerler. Dolayısıyla, dünün YAE’çilerine ateş püskürenler, bugünün YAE’çileri olmuş durumdalar.

Aslında normal ve doğru olan da bu. Çünkü demokratik mücadele her yerde ve daima bir süre alır. Bir anda, tek başınıza ve tek bir hamleyle bütün demokratik dertlerinize çare bulamazsınız. Demokrasi farklı kesimlerin işbirliğini gerektirir ve adım adım ilerler. O nedenle özgürlükleri ve hakları kuvvetlendiren her çabanın kıymeti bilinmeli ve arkasında durulmalıdır. Siyaset, bunu gerektirir.

Umarım döne döne YAE’çileri dövmeyi milli spor haline getirenler de bunu görür ve hayatın kendilerini de bir YAE’çi yaptığını kendilerine itiraf edebilirler.

(*) Kurdistan 24, 09.09.2020

- Advertisment -