Gençler ve din arasındaki alışveriş geçmişte nasıldı, bugün nasıl?
Gençlerin dinle ilişkisi ya tamamen kayıtsız kalmak şeklinde, ki bence bunlar çoğunluğu oluşturuyor, ya da dinle sağlıksız bir şekilde bağ kuruluyor. Kulaktan dolma ve yüzeysel, dolayısıyla son derece yetersiz bilgilerle veya bir şekilde dahil olunan bir dini grup, tarikat vs. kaynaklı çarpık bir din anlayışı çerçevesinde kurulan bir bağ. Sosyal medyada dolaşan din içerikli videoların önemli bir bilgi kaynağı olduğunu tahmin ediyorum. Bunların çoğunun doğru bir din anlayışından uzak, toplumun genelinde de yaygın olan yanlış din algılarıyla üretildikleri görülüyor. Gerçi bazen çok faydalı yayınlar da var ama bunlar gençlere ne kadar ulaşıyor bilmiyorum.
Belki, sorgulayan, bilinçli bir arayış içinde olan, akıllarını bir yerlere kaptırmamış olanlar ya da bazıları şans eseri, birilerinin yol göstericiliğinde bunlarla buluşabiliyordur ki bu iki grubun da sayılarının fazla olmayacağını tahmin etmek zor değil. Yani kısacası durum pek iç açıcı görünmüyor. Elbette bir de din adına ortalıkta dolaşan şeylere bakıp dine tamamen uzak duranlar var ki bunların sayısı da hiç az değil ve maalesef bunların çoğu da şu yukarıda söz ettiğimiz araştıran, sorgulayan, aklını teslim etmeyen tiplerden olsa gerek. Demek ki sonuçta hem araştıran-sorgulayan grupta olup hem de dindar olabilenler çok küçük bir kesim.
Ara ara gündeme gelen “gençlik deistleşiyor” iddialarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz, böyle bir gözleminiz var mı?
Evet gençlik deistleşiyor diyebiliriz. Bir yaratıcının varlığını inkâr etmek çok kolay değil. Ama genelde toplumsal bir olgu, hatta bir dayatma olarak algılanan dini reddetmek son derece anlaşılır bir durum. Ben de şu an dini alt yapısı, arka planı olmayan bir genç olsam kesinlikle deist olurdum. Çünkü etraftaki dindar geçinenlere, güncel dini malzemeye bakınca başka türlüsü pek mümkün görünmemekte.
Politik gündem, dindarlığın ideolojikleştirilmesi gençlerin din ve dindarlık algısını nasıl etkiliyor?
Dindarlığın ideolojikleştirilmesi veya politik bir gündem oluşturmasının olumsuz bir etkisi olduğunu tahmin ediyorum. Bence bu da çoğu gencin, yine dinden uzak durmasına yol açan bir faktör. Ruhsal doyum sağlayan, manevî bir alan olması gereken dinin bu şekilde dünyevî bir araca dönüşmesi, onu gerçek işlevinden uzaklaştırarak, yüzeysel ve sıradan bir gündem haline getiriyor. Bu da dinin anlamını kaybederek bütün çekiciliğini yitirmesine yol açıyor. Ama aynı faktör, bir kısım genci de siyasal İslama, radikalliğe, DEAŞ türü yapılanmalara itiyor.
Toplumsal sosyolojimizde bu süreç nasıl gelişiyor?
Dinin tamamen, iktidarı ele geçirmek, devlet kurmakla alakalı olarak algılanması bazı gençleri bu yola itiyor. Yetiştiği ortam da bu algıya müsaitse, yani hazır bir zemin varsa meselâ Kuran kursu veya tarikat veya dini bir yapılanmanın içinde bulunan bir genç, bu tür telkinlerle karşılaşabiliyor. Her Kuran kursu, dinî oluşum ya da tarikat buna izin verir, bilinçli bir şekilde yönlendirir demek istemiyorum ama dinin cihatçı yorumlarıyla kâfir devlet, İslam devleti söylemleriyle sıkça karşılaşması muhtemel. Veya işin bu tarafı gencin dikkatini daha çekebilir. Güç, iktidar, militarizm vs eril söylemlerin revaçta olduğu erkek-toplumumuzda gence işin bu tarafı cazip gelecektir.
Dolayısıyla bu tür yapılanma ve söylemlerin yoğun olduğu bölgelerimizde, meselâ Doğu, Güneydoğu, kısmen İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerimizde veya büyük şehirlerin göç almış, şehirle sosyal, ekonomik bakımdan bütünleşememiş kimi kesimlerinde gençlerin, bu uçlara kaymalarına neden olan bir zeminin, atmosferin varlığını düşünebiliriz.
Elbette içinde bulunulan şartların ağırlığı, sürekli haksızlığa uğramışlık, ötelenmişlik duygusunun yarattığı öfke psikolojisini unutmamak lâzım. Öfke, “Batı emperyalizmi”ne, “sömürgeci güçler”e, kendi toplumunun egemenlerine, tüm “kâfir”lere, “kâfir devlet/devletler”e, hattâ “işbirlikçi”, “uzlaşmacı” görünen kendi yakın çevresine ve ailesine yönelir. Bu psikoloji içindeki, topluma yabancılaşmış genç her tür terör ve şiddeti içselleştirmiş, patlamaya hazır bir bomba gibidir.
Dindar insanların iktidarda olması kanları deli akan, fıtratlarında sorgulamak ve itiraz etmek olan gençlerin dinle kurduğu ilişkiyi nasıl etkiliyor?
Oldukça önemli bir soru. İktidarın dinle birlikteliği bazılarının gözünde iktidara prim sağlarken, dinin değersizleşmesine, araçsallaşmasına yol açıyor. Din adeta çıkar ilişkilerinin bir aracı haline gelmiş durumda. Yine gençler bağlamında dinden uzaklaşmaya yol açan bir durum. İktidarın temsil ettiği bir dine soğuk duranlar, yanlış bir şekilde dinin karşısında Atatürkçülüğe veya başka ideolojilere sarılarak mevcut kutuplaşmayı ortaya çıkarıyor ve derinleştiriyorlar. Böylece, aynı kulvarda olmayan farklı nitelikte iki olgunun rakip haline gelerek yarıştırılmasından kaynaklı, oldukça sığ bir kutuplaşmayla karşı karşıya kalıyoruz. İki taraf da aynı kısır döngünün içinde yer alıyor.
Bir tahakküm kurumu olarak iktidarın, temsil ettiği resmî ideoloji veya semboller, sizin de ifade ettiğiniz gibi yaşları gereği itiraza meyilli, özgürlüklerine düşkün gençler tarafından doğal olarak sevimsiz algılanacaktır.
Bizler, çocukluk ve gençliğimizi resmî ideolojinin “Kemalizm” olduğu bir dönemde geçirdik. Sağda veya solda yer almış olsun, dönemin gençlerinin, yani bizlerin, devletin bir dayatması olarak algıladığımız ve zaten de öyle olan bu ideolojiyle olan bağımız, ciddiye almamaktan nefrete kadar uzanan boyutlardaydı. Şimdi, bugünün resmî ideolojisine dönüştürülen din, gençlerin gözünde aynı durumda. O şartlarda ya İslamcılık ya da Marksizm “in” olmuştu. Şimdi din gözden düştükçe kof bir “Atatürkçülük” yükselen değer haline geldi. Genellemek istemem ama Ak Partili gençlik ise yine kof bir milliyetçiliğe, Batı düşmanlığına bulanmış sığ dindarlığıyla iktidarda olmanın kibrini ve şımarıklığını yaşıyor.
Din ve siyaset ilişkisi hep vardı. Siyaset neden 80’lerde, 90’larda dine yaklaştırırken bugün uzaklaştırıyor; otuz, kırk yıl önceki gençlerle bugünün gençleri arasındaki fark ne?
Biz, yani X kuşağı, laik devletle büyüdük, laik devlet bu kuşağa göre ya “kâfir devlet”ti veya emperyalizmin kucağında kukla bir devletti ya da ikisi birden. Dolayısıyla onunla mücadele edilmesi gerekiyordu. O zamanlar din iktidarla iç içe geçmemişti ve mücadelenin sembollerinden biriydi. Yani damarlardaki delilik dinle birlikte akıyordu.
Y kuşağı daha apolitize bir ortamda büyüdü. Onlar kısmen bize, kısmen Z kuşağına yakın bir ara kuşak. Z kuşağı ise tamamen dinle iç içe geçmiş bir iktidar ortamına doğdu ve bu ortamda büyüdü. Damarlardaki delilik, iktidar olan, egemen olan değerlerle, dayatılan bir şeyle akamaz ki. Tersine ona karşı akması gerekir. Dayatmalar gençliğe her zaman itici gelmiştir, yasaklar, dışlanan, ötelenen değerler ise cazip. En açık örnek, otuz-kırk yıl öncesinin “şanlı başörtüsü mücadeleleri”nin, yasağın kalkmasıyla birlikte yerini başını açma furyasına bırakması. Ya da otuz-kırk yıl önce Müslüman gençliği sokaklara döken meselâ “Filistin davası” gibi meseleler… Bugün bu tür meselelere iktidar sahip çıkıyormuş gibi göründüğünden, eskisi kadar şiddetli saldırılar yaşandığı halde gençler sokağa falan dökülmüyor. Çin yönetiminin Türkistanlılara uyguladığı zulüm o zamanlarda olsaydı, sokakta fırtınalar kopardı. Şimdi çoğunluk gençler duyarsız kalırken, iktidar yanlısı gençlik “Gereken neyse büyüklerimiz yapar” rahatlığı içinde.
Doç. Dr. Mualla Gülnaz Kavuncu
Aydın Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Üyesi. İlkokul, ortaokul ve liseyi Maraş’ta okudu. Maraş Öğretmen Okulu mezunu, aynı zamanda bir öğretmen çocuğu.
Üniversiteyi Ankara’da, Hacettepe Sosyolojide okudu. Konya Selçuk Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışırken, Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve Hacettepe’de doktora yaptı. Gazi Üniversitesi’nden doçent olarak emekli olduktan sonra İstanbul Aydın Üniversitesi’nde göreve başladı. Halen aynı üniversitede çalışıyor. Bekâr ve üç çocuk annesi.
Kitapları
Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, Ark Yayınları.
—————
Gülsüm Ekinci
(*) Çeşitli kurumlarda metin yazarlığı, editörlük, yöneticilik gibi işler yaptı. Hikâyeci ve röportajcı.