Ana SayfaHaberlerNemrut Dağı tümülüsünde el değmemiş bir mezar olabilir

Nemrut Dağı tümülüsünde el değmemiş bir mezar olabilir

Nemrut Dağı, antik Kommagene Krallığı’nın etkileyici mirasını günümüze taşıyor ve bazılarına göre antik dünyanın 8. harikası.

MÖ 1. yüzyılda, Kommagene Kralı I. Antiokhos selefleri arasında eşi benzeri olmayan bir kutsal alan inşa etti. Nemrut Dağı’ndaki keşfedilmemiş mezarı, bize antik Anadolu’daki ölüm ve ibadet anlayışı hakkında daha fazla bilgi sunabilir.

Nemrut Dağı’nın zirvesinde, bazılarına göre dünyanın sekizinci harikası yer alıyor: eski bir kralın mezarını barındırdığına inanılan bir tümülüsü çevreleyen 10 devasa heykelden oluşan kutsal bir alan. Bu muhteşem taş figürler, hem Yunan hem de Pers mirasını bir araya getiren antik bir toplumun dini ve cenaze uygulamalarına ilişkin en önemli tasvirlerden bazılarını temsil ediyor.

Türkiye’nin güneydoğusunda, dağlık bir bölgede yer alan Kommagene, bir zamanlar Hellenistik Suriye Krallığı’nın bir eyaletiydi. Büyük İskender’in MÖ 323’teki ölümünün ardından, bölgenin kontrolü Makedon ordusunun komutanı I. Seleukos Nikator’a geçti. Yaklaşık 160 yıl sonra, Ptolemaeus adlı bir satrap (vali), kendisini Kommagene’nin kralı ilan etti ve eyalet, o zamanlar çökmekte olan Seleukos İmparatorluğu’ndan ayrıldı. Böylece Hellenistik hükümdarlardan oluşan yeni bir hanedan doğdu.

Kommagene Kralı I. Antiokhos’un mezar anıtı olan Nemrut Dağı tümülüsü, bugün UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak korunuyor. Yunan ve Pers kültürlerinin buluştuğu mezar-tapınak kompleksi, her iki kültürün de izlerini taşıyor.

MÖ 1. yüzyılda, Anadolu üzerindeki kontrol mücadelesinde Roma Cumhuriyeti ile Part İmparatorluğu arasında bir tampon bölge görevi gören Kommagene, bu dönemde altın çağını yaşadı. Toplum, Yunan ve Pers kültürlerinin bir karışımıydı; kültürlerin birleşmesi Hellenistik dönemde yaygındı. Yaklaşık MÖ 70 ile 36 yılları arasında Kommagene’nin en ünlü kralı I. Antiokhos hüküm sürdü. Romalılar ve Partlar arasındaki çatışmada tarafsız kalmaya çalışan I. Antiokhos’un halefleri ne yazık ki bunu sürdüremediler ve birkaç on yıl sonra Roma İmparatorluğu eyaleti ele geçirdi.

Bugün Kommagene, I. Antiokhos’un Nemrut Dağı’nın zirvesine inşa ettirdiği olağanüstü anıtla hatırlanıyor. Nemrut, Yaratılış Kitabı’nda “yiğit bir avcı” olarak tasvir edilen, İncil’deki kral Nimrod ile ilişkilendiriliyor. Yerel efsane, Nimrod’un bir zamanlar Nemrut Dağı’nın eteklerinde avlandığını öne sürüyor.

Kral anıtı

Dağın zirvesinde, 2.100 metreyi aşan bir yükseklikte, Antiokhos büyük bir tümülüs inşa ettirdi. Tümülüsün eteğine, boyları 3 ila 9 metre arasında değişen devasa taş heykeller yerleştirildi. Nemrut Dağı’nın inşası hem sanatsal hem de lojistik açıdan büyük bir meydan okuma olacaktı.

İlk olarak Antiokhos, dağın zirvesini teraslı hale getirterek, mezarını koruduğu varsayılan tümülüsün inşa edilmesini sağladı. Bugün 50 metre yüksekliğinde ve neredeyse 150 metre çapında olan bu tümülüs, ilk inşa edildiğinde, yaklaşık 70 metre yüksekliğe sahipti. Farklı yönlerden gelen üç tören yolu tümülüse ulaşımı sağlıyordu. Kuzey, doğu ve batı yönlerinde olmak üzere üç büyük teras inşa edildi; heykeller de bu teraslara yerleştirildi.

Nemrut Dağı’nın batı terasından alınan bu kabartma, I. Kserkses’i Pers elbisesi giymiş ve Frig başlığı takmış şekilde tasvir ediyor.

Yalnızca doğu ve batı teraslarındaki heykeller günümüze sağlam ulaştı ve bu heykeller, iyi korunmuş özellikleri olan neredeyse aynı iki grubu oluşturuyor. Doğu terasına hakim konumda beş tane oturan heykel bulunuyor. Devasa figürlerin arkasına kazınmış uzun bir yazıt, her tanrının kimliğini ortaya koyuyor. Soldaki heykel I. Antiokhos’un kendisini temsil ediyor. Yanında, besleyici bir tanrıça olarak Kommagene topraklarının kişileştirilmiş hali otururken, diğer üçü Greko-Roma ve Pers tanrılarının çeşitli füzyonlarını tasvir ediyor. Heykellerden biri, sırasıyla Yunan ve Pers mitolojisinin yüce tanrıları Zeus ve Oromasdes’in (Ahura Mazda) birleşimini gösteriyor. Bir sonraki heykel Apollon, Mithras, Helios ve Hermes’in niteliklerini birleştiriyor. Sonuncusu ise Yunan kahramanı Herakles, Pers tanrısı ve kralların koruyucusu Artagnes ile Yunan savaş tanrısı Ares figürlerini bir araya getiriyor.

Bu beş ana heykel, ilahi ve insani güçleri, yani tanrıların ve insanların hakimiyet sürdüğü göksel ve dünyevi alanları simgeleyen birer kartal ve aslan figüründen oluşan iki çift koruyucu heykel ile çevreleniyor. Figürlerin önünde büyük bir sunak bulunuyor. Doğu terasındakiler kadar iyi korunamamış olsalar da, batı terasında da aynı figürler yer alıyor. Stellerde I. Antiokhos’un Zeus-Oromasdes ve Apollo-Mithras-Helios-Hermes gibi çeşitli Greko-Pers tanrılarıyla el sıkışırken (bu eylem “dexiosis” olarak adlandırılıyor) tasvir edildiği görülüyor. Her nesnenin tasarımı ve özellikleri, kültürlerin harmanlanmasının yanı sıra dini ve politik geleneklerin iç içe geçmesini de yansıtıyor.

Türkiye’deki en uzun Yunanca yazıtın bir kısmı, Nemrut Dağı yakınlarındaki Kommagene’nin yaz başkenti Arsameia’da bulundu. I. Mithridates’in oğlu I. Antiokhos’un iyi işlerini ayrıntılarıyla anlatıyor.

Heykel grupları, tümülüsün üç tarafında bir sınır oluşturuyor. Kralın, mezar eşyalarıyla birlikte bu tümülüsün içinde gömüldüğüne inanılıyor. Mezar odası, gömüldükten sonra binlerce taşın altına gizlenmiş ve arkeologların odaya erişimini etkili bir şekilde engelleyen yapay bir tepe oluşturulmuştu. I. Antiokhos’un bedeni muhtemelen 2.000 yıldan fazla bir süre önce gömüldüğü yerde duruyor.

Mozole ve kutsal alan

I. Antiokhos’un adanan anıt, Kommagene tarihinde benzersiz. Antiokhos’un babası I. Mithridates, Nemrut Dağı’nın eteğindeki Arsameia şehrinde, bir tümülüsün altında değil, kayaya oyulmuş bir tünel ağı içinde gömülmüştü. Kommagene’de Karakuş, Üçgöz (eski adıyla Sofraz) ve Sesönk’te de kraliyet tümülüsleri bulunmakla birlikte, bunların boyutları çok daha küçük.

Dışarıdan bakıldığında, Antiokhos’un anıtının inşası, Gordion’daki Frigya kralı Midas’a ve Sardes’teki Lidya kralı Alyattes’e atfedilen mezarlar gibi, diğer Anadolu hükümdarları tarafından inşa edilen büyük mezarlara daha fazla benzerlik gösteriyor. MÖ 8. ve 6. yüzyıllar arasına tarihlenen her iki mozole de uzun bir koridorla ulaşılan mezar odasını kaplayan devasa bir toprak yığınından oluşuyor.

Kendi mezarı için I. Antiokhos, açıkça Anadolu kökenli bir model kullanmıştı. Ancak mezarının görkemli heykel süslemeleri, dağın zirvesindeki konumunun eşsiz manzarası ve görünürlüğü açısından öncüllerini geride bıraktı.

Nemrut Dağı’ndaki bu kutsal alanın, Kommagene kralının şanı için inşa edildiği tartışmasız bir gerçek. Devasa heykellerin arkasına kazınmış 200’den fazla satırdan oluşan uzun yazıtta, I. Antiokhos şöyle ilan ediyor: “Zeus-Oromasdes, Apollo-Mithras-Helios-Hermes, Artagnes-Herakles-Ares ve aynı zamanda her şeyi besleyen yurdum Kommagene’nin bu ilahi tasvirlerini dikmiş bulunmaktayım; ve dualarımızı işiten tanrılar arasında tahta oturtulmuş şekilde, aynı taş ocağından çıkarılmış kendi suretimin özelliklerini de kutsadım.”

Tümülüsün eteğindeki bir platformda sıralanmış devasa heykellerin önünde, kralın atalarını temsil eden kabartmalarla çevrili bir teras vardı. Terasın ortasında, muhtemelen Zerdüşt tanrısı Oromasdes’e (Ahura Mazda) tapınmayla ilişkili büyük bir ateş sunağı duruyordu. Tapınağın bazı kısımları hiçbir zaman tamamlanmadı.

Kendine “adil tanrının tezahürü” anlamına gelen “Theos Dikaios Epiphanes” adını bile vermişti. Tüm bunlar, Hellenistik dönemde Doğu’da gelişen teokratik monarşilere özgü özellikler. Nemrut Dağı, bir mezar anıtından daha çok kutsal bir tapınak gibi görünüyordu. Yukarıda alıntılanan yazıtın başka bir bölümünde anıt, antik Yunanca’da hem cenaze hem de kült işlevlerini tanımlayan “hierothesion” olarak adlandırılıyor. Alanın düzeni, burada dini törenlerin gerçekleştirildiğini gösteriyor.

Tümülüsün tabanına giden üç yol, yazıtta da ayrıntılı olarak anlatılan törenler sırasında alay rotaları olarak kullanılmış olmalı. Pers geleneklerine göre giyinmiş bir rahip bu ayinleri yönetiyordu. İlk olarak, altın taçlı heykellere dokunyor, ardından halktan hediyeleri toplayarak sunaklarda parfüm ve tütsü sunuyordu. Son olarak, hayvanlar kurban ediliyor ve ortak bir ziyafet için etler hazırlanıyordu. Şarap servis ediliyor ve şenliklere müzisyenlerin gösterileri de ekleniyordu.

Zamanın sınavları

Nemrut Dağı, antik dünyada Pers ve Yunan etkilerinin kesiştiği bir noktada yer alıyor. Uzak konumu, Yunan ve Latin yazarlar tarafından büyük ölçüde göz ardı edildiği anlamına geliyordu.

2002 yılında Türk ve Hollandalı arkeologlar, kışın nemden ve sık görülen donlardan korumak için dev heykellerin başlarını taş kaideler üzerine yerleştirdiler.

Ancak, 1881 yılında Alman mühendis Karl Sester’in Nemrut Dağı’na tırmanması ve orada bulduğu heykellerin güzelliğine hayran kalmasıyla, bölgenin ihtişamı yeniden keşfedildi. I. Antiokhos’un hükümdarlığından bu yana geçen zaman boyunca bölge, depremler ve vandalizm nedeniyle zarar görmüş olsa da, heykeller ve sunaklar hâlâ hayranlık uyandırmaya devam ediyor. 1987 yılında UNESCO Dünya Mirası statüsünü kazanan Nemrut Dağı, 19. yüzyıldan bu yana antik Yakın Doğu’nun en önemli arkeolojik alanlarından biri olarak tanınıyor.


National Geographic. 15 Ağustos 2024. / Arkeofili

- Advertisment -