[25-26 Kasım 2020] Basit bir sorum var, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya. Niçin?
Dün, yani 25 Kasım Çarşamba akşamı, çıktınız ve dediniz ki (hem testi pozitif çıkan, hem klinik semptomlar gösteren) “hasta” sayısı 6814’tür, ama bunun yanında bir de 28,314 “vaka” söz konusudur, yani test sonucu pozitif olan ama klinik semptomlar göstermeyen kişi.
Demek, sırf bu temelde (her türlü hatâ payı bir yana), şu anda 7000 değil 35,000 dolayında Covid-19 taşıyıcısı var aramızda. Önemli olan bu. Günlük bazda gerçek enfeksiyon rakamı 6-7000’lerde ve tırmanıyor değil. 35,000’lerde seyretmekte ve her gün hızla tırmanmakta. Yani bugün veya yarın faraza 7500 değil belki 38-40,000 olacak.
Üstelik bu, anlaşılan epey gerilere götürdüğümüzde de böyle. Yani en azından 28 Temmuz’dan bu yana açıkladığınız bütün veriler şüpheli, şaibeli aslında. Mart-Nisan-Mayıs aylarının radikal önlemleri biraz olsun önünü kesebilmişti salgının. Sonra Haziran başında kısıtlamaların gevşetilmesine gidildi. Adım adım tırmanmaya başladı bütün göstergeler. O zamanlar bu yapay vaka/hasta ayırımı henüz yoktu. Normal tıp dilinde olduğu gibi Türkiye’de de, vaka = hasta demekti. Ya da biz öyle sanıyorduk.
Bu çerçevede, 2 Haziran’da 786 ile en düşük noktasına varan günlük yeni vaka sayısı 28 Temmuz’da 963’e; yoğun bakımdaki hasta sayısı da 6 Haziran’da 591’den gene 28 Temmuz’da 1280’e ulaştı.
O noktada kestiniz, rakamları bu şekilde açıklamayı. Yoğun bakım ve entübasyon sayıları yerine zatürree oranını ve (hayli muğlak) ağır hasta sayısını geçirdiniz. Ama trend açısından pek bir şey değişmedi. 1 Ekim’de günlük vaka sayısı 1407’ye, ağır hasta sayısı 1507’ye dayandı. Ne ki, pek kimse inanmıyordu artık. Çünkü sahadan gelen bilgiler ve uzman doktorların televizyon kanallarına çıkıp söyledikleri, ya da meselâ Ekrem İmamoğlu’nun sırf İstanbul’da “bulaşıcı hastalık”tan ölüp toprağa verilenlerin resmî Türkiye toplamını çok aştığına ilişkin demeçleri, bundan çok daha kötü bir duruma işaret ediyordu.
Bu gelişen aleniyet ve özellikle kendi mesleğinizin içinden gelen baskı karşısında, sanırım dayanamadınız daha fazla. Ekim başlarında, malûm vaka-hasta ayırımını açıkladınız. Biz sadece hasta rakamlarını söylüyoruz; sırf testin pozitif çıktığı vaka sayılarını söylemiyoruz dediniz. 15 Ekim’den itibaren ikisini de göstereceğiz dediniz, ama sonra geri adım attınız, tutmadınız sözünüzü. Ancak şimdi, 25 Kasım itibariyle vaadinizi yerine getiriyorsunuz. Daha önemlisi, söz konusu vaka-hasta ayırımını ne zamandan beri uyguladığınızı, yani ne zamandan beri hasta sayılarına vaka (= pozitif test) sayılarının dahil edilmediğini açıklamadınız.
O zaman şunu düşünüyoruz ister istemez: Eylül-Ekim aylarındaki fark ne kadardı acaba? Örneğin tablolarınıza 7 Ekim’de 1581, 14 Ekim’de 1671, 21 Ekim’de 2013 olarak giren “hasta” sayılarının “vaka” karşılıkları ne olmuş olabilir? “Hasta” sayısının 6814 olduğu dün, bunun üzerine 28,351 de “vaka” ekliyorsak, 1500’ün üzerine 7000 veya 2000’in üzerine 9000 koyarsak mı realiteye yaklaşacağız? Dünkü açıklama temelinde, Türkiye ansızın yeni günlük vaka/hasta sayısında dünyada 3. sıraya sıçradı. İyi de, o zaman toplam vaka/hasta sayımız nedir, Dünya Sağlık Örgütü ölçütlerine göre? Worldometer ıskalasında halen de gözüktüğü gibi 467,000 midir? Yoksa, geçtiğimiz üç ay için günde ortalama 5000 (belki daha fazla) hesaplarsak, aslında 467,000 + 450,000 = 900,000’in üzerinde, belki en az 1 milyon dolaylarında mıdır?
Buna göre, gene kendimizi “ilk yirmi”den düşmüş ve 24. sırada zannedip teselli mi bulacağız? Yoksa “ilk on”da yer aldığımız acı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda mı kalacağız?
Sayın Bakan. Sayın Fahrettin Koca. Aylar boyu niçin gizlediniz hakikatı Türkiye kamuoyundan? Halkın doğru bilgi edinme hakkı diye bir şey yok mu? Elinize ne geçti bu yolla? Hükümetin eline ne geçti? Bir güvenilmezlik uçurumu daha açılmış olmadı mı?
Gerçeklik olanca çıplaklığıyla sergilense, koronavirüsü de, önlemleri de ciddiye almak açısından çok daha iyi olmaz mıydı?
Dün bir de çıkıp “ben vatandaşıma hep doğruyu söyledim” demişsiniz. Öyle mi? Eksik bilgi vermek, gerçeğin en kritik bölümünü maskelemek, doğruyu söylemek mi oluyor?
Her akşam ekranlarda aynı soyut ve yumuşatıcı lâfları tekrarlıyorsunuz. Temizlik-maske-mesafe tavsiye edip “biz yeneceğiz” demekten bir adım öteye geçemiyorsunuz. Bunun yerine, vaziyet vahimdir demeniz ve rakamlarla desteklemeniz çok daha yararlı bir önderlik örneği oluşturmaz mıydı?
Bazen de korkmak gerekmez mi? Korkmanın milletçe seferberliğe yararı olmaz mı? “Bir musibet bin nasihatten evlâdır” sözünü de mi duymadınız?
Yukarıdaki resimlere bakıp, bilimin çehresi hangisi diye soruyorum kendi kendime.
Sayın Koca, siz de doktorsunuz. Siz de bir bilim insanısınız. Tıbbın Hipokrat Yeminini ediyorsunuz. Öncelikle hakikate bağlı olmanız gerekir.
Yakıştı mı?